1500 ŞEHİDİN HESABINI KİM VERECEK?..

1500 ŞEHİDİN HESABINI KİM VERECEK?..

PKK, devletin kararlılığı nedeniyle 1999 yılında teslimiyet noktasına kadar sürüklenmişti... Örgüt büyük kayıplar vermiş, teslim olan teröristlerin sayısı artmış, Kandil Dağı’nda yaşanan kaos ve gerginlik, PKK içinde neredeyse iç çatışmaya kadar ulaşmıştı...


2000 yılına geldiğinde PKK eylem gücünü tamamen yitirmiş, terör hücreleri sınır dışına sığınmak zorunda kalmıştı... Zaten örgütün hareket kabiliyetini yitirmesi 1999-2001 arasında şehit sayısının sıfır düzeyinde olmasıyla da kendini gösteriyordu...


Yalnız PKK değil, radikal dinci Hizbullah örgütünün de çökertildiği o yıllarda terör tamamen susturulmuş, ülke önemli ölçüde huzura kavuşmuştu...


Ancak ne olduysa AKP’nin 2002’de iktidara getirilmesiyle oldu... Belli ki, ABD’nin “Kürdistan” projesinin bir taşeronu direksiyona geçirilmiş ve devleti şeritten çıkarmakla görevlendirilmişti!..


Çünkü aynı yıl sihirli bir değnek PKK’ya da dokunmuş, cumhuriyet düşmanı bir iktidarın göreve gelmesini fırsat bilen örgüt, dört koldan harekete geçmiş, kan dökmeye başlamıştı...


Nitekim PKK başını yeniden kaldırınca 2002’de TSK 6 şehit vermişti... Bu sayı 2003’te 21’e, 2004’te 73’e, 2005’te 92’ye, 2006’da 121’e kadar ulaşmıştı... 2007’nin ilk 6 ayında 112 güvenlik görevlisi şehit olmuştu. Velhasıl AKP iktidarlarında şehit sayısı 17 kat artmıştı...


Terörü AKP hortlattı...

Dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, 13 Mart 2013’te, TBMM’de milletvekillerinin sorularını yanıtlarken, 1 Ocak 2002-8 Mart 2012 tarihleri arasında meydana gelen terör olaylarında 94 polis, 724 asker, 96 geçici köy korucusu olmak üzere 914 güvenlik görevlisinin şehit olduğunu, 449 vatandaşın hayatını kaybettiğini açıkladı...

PKK’nın devleti neredeyse esir aldığı 10 yıllık bu kanlı teslimiyet dönemine rağmen 2012’de adına “açılım” denilen süreç devletle PKK’yı ne yazık ki masaya bile oturttu... Devletin şiddete boyun eğdiği bir plan PKK’nın iyice önünü açmıştı...

Çünkü devletin istihbarat birimlerinin de Oslo’da terör hücreleriyle pazarlık yaptığı bu dönem, yalnızca İmralı’daki Öcalan’ı güçlendirmekle kalmadı, PKK’dan güç alan Kürt siyasetini de büyüttü...


Ancak PKK, “açılım” döneminde Kürt yurttaşların sosyokültürel haklarıyla ilgili düzenlemelerle yetinmedi... “TRT Kürdi”, üniversitelerdeki Kürtçe bölümler, sokak isimlerinin değiştirilmesi gibi onlarca demokratik düzenleme Kürt yurttaşları mutlu ederken, PKK’yı şımartmaktan ve büyütmekten öteye gitmedi...


Örgüt bir yandan devletle pazarlık yaparak, “şiddeti dayatma yöntemi”yle kazanımlar elde ederken, diğer yandan da sürekli tehditler savurmaktan geri durmadı...


Kitleleri sık sık eyleme çağıran PKK’lılara zaman zaman HDP yöneticileri da katıldı... Örneğin Selahattin Demirtaş da “Kürtler kendilerini savunsun” diyebildi...


İşte bu dönemde örgüt bir yandan her kentten çocukları dağa kaçırırken, diğer yandan da dağ kadrolarını şehirlere sızdırarak “milis”leri kontrol etmeye ve eyleme sürüklemeye başladı...


Çocuklar dağa kaçırılıyor!..


Urfa Valisi İzettin Küçük’ün, “PKK yalnızca Urfa’da 3 bin çocuğu dağa kaçırdı” dediği dönemde, örgüt Güneydoğu illerinde “asayiş birimleri” adı altında çoktan örgütlenmişti...


AKP; PKK ile iyice açılırken, örgüt militanları Güneydoğu kentlerinde polisçilik oynuyor, kimlik kontrolü yapıyor, kitleler üzerinde terör estiriyordu...


HDP’lilerin AKP temsilcileriyle “açılım”ı ilerletmeye çalıştığı dönemde, işte PKK’nın bu “milis” grupları suikast için Güneydoğu’da harekete geçti...


Yüksekova’da onlarca asker ve polis sokaklarda arkalarından vurularak katledildi... Bu süreçte Diyarbakır’da, hamile eşiyle pazarda yürüyen Astsubay Nejdet Aydoğdu da ensesinden vurularak şehit edildi...


AKP iktidarı “açılım” sürerken PKK-HDP çizgisine bu suikastların hesabını sormadı, tam aksine Güneydoğu’da operasyon yapmak isteyen valiler ve emniyet müdürleri ile asker yetkililerin ellerini kollarını bağladı...


“Açılım zarar görmesin” teranesinin acısını enselerinden vurulan şehitlerin yakınları çekerken, devletin elini kolunu bağlayan siyasal iktidar külliyen suskunluk içinde, gaflet, dalalet ve hıyanet içinde ezilip büzüldü...


Örneğin, geçen yıl 6-7 Ekim’de, IŞİD’i bahane eden PKK’lıların, çoğu Hizbullah yandaşı 20’den fazla yurttaşı katletmesinin hesabı da sorulmadı!..


PKK kendini vurdu!..

Sözün özü şudur; AKP taviz verdikçe PKK büyüdü... Bu tavizler 7 Haziran’da PKK’nın partisine zafer de kazandırınca örgüt nihai hedefi için düğmeye bastı...

PKK, “Öcalan’a özgürlük” sağlayacak bir koalisyon beklentisine girerken, şiddeti dayatarak kazanım elde etmeyi çığırından çıkardı... PKK’yı işte bu hatası hedefe koydu... Yani örgüt kendini vurmaya bu dönemde başladı...


Öcalan’ın özgürlüğünü şiddeti dayatarak elde edeceğini düşünen örgüt, şehirlerde suikastları artırdı, karakol bastı ve bombalı eylemleri artırdı...


Hem iç siyasetteki zafer hem de Suriye’deki PKK’nın yayılmacı politikasından cesaret alan örgüt, siyasal oy oranını şiddete endeksleyeceğini de düşünerek, “serhildan” yani başkaldırı çağrısı yapınca TSK harekete geçmek zorunda kaldı...


PKK’nın dağ kadrolarını şehirlere sızdırdığını, sivilleri silahlandırdığını gösteren istihbarat raporları başkaldırı tehdidini dışa vurunca, örgüt 1999 öncesindeki gibi yeniden kuşatmaya alındı...


Kandil’e onuncu taarruz yapılırken, İran sınırını kapattı, ABD ise “Türkiye meşru müdafaa yapıyor” diyerek örgüte sırtını döndü... PKK hem yurt içi hem de yurt dışında darbe alırken, Kandil’den ve HDP’den “yeniden açılım” sesleri duyulmaya başladı...


Tüm bu süreci özetledikten sonra herkesin aklında olması gereken şu soruyu sormadan geçmeyelim: Madem devlet teröre karşı otoritesini gösterecekti o halde 2002’den bu yana en az 1500 insanın şehit edilmesine neden göz yumuldu?.. Kim verecek bunun hesabını?.. Kimmm?..