2019’a ZİHİNSEL YOLCULUK!
Bu yazı 2019’a mektup mu olur? 2018’e giderayak sitem mi olur? Hal böyle iken yılbaşı yazısı değil de yılsonu yazısı mı olur? Dilek ve temenniler içeren bir arzuhal mi olur? Bilemedim. Bildiğim o ki; etrafı kaplayan toza dumana ve ufka dizilen kara bulutlara bakınca yeni yılın bize ne getireceği belli de…
Malum yeni yıl, yeni dileklerde bulunma zamanıdır. Bu da çaba, planlama, hayal gücü, makul talepler ve hüner gerektirdiği gibi, istekleri, düşleri sıraya koymak, sonra da bunları bereket gezegenine ya da Noel Baba’ya iletmek işin şanındandır!
Özelikle ve daha çok batıda çocuklar yılbaşına doğru Noel Baba’dan bir şeyler isterler ya! Noel babadan umut kesilince de masallarda birdenbire ortaya çıkan ve “dile benden ne dilersen!” diyen iyilik perisinden medet umulur ya! Gerçek dünyadan umudumu kesince ruh halim “Noel Babayla, İyilik Perisi” arasında mekik dokuyor bugünlerde…
Bu koşullarda acep diyorum! Yeni yılda insana dilaltı gibi gelen sanatın güzelliğine ve rahatlatan etkisine mi dalsam? Yoksa yaratıcılık aşılayan ve gizli kalmış yetenekleri ortaya çıkaran atölye çalışmalarına mı katılsam?
Yine MEB’in “Mescitsiz okul kalmasın” kampanyasına mı sevinsem? (Hani, belki ve ola ki sırada “kütüphanesiz okul kalmasın” kampanyası) da vardır diyerek mi umutlansam?
Yoksa bunları bi yana bırakıp Atatürk adını taşıyan stadyumların tek tek millet bahçelerine dönüştürülmesi kararına; Bursa, Eskişehir, Diyarbakır, Hatay, Konya, Sakarya’dan gelecek itiraz seslerini mi merak edip kulak kesilsem?
Bu arada TÜSİAD yetkililerinin; “Konkordatoları şirket iflasları izleyecektir” şeklindeki geç kalınmış açıklamasına mı şaşırsam? İflasların dalga dalga yayılacağı, ekonomiyle inatlaşmanın yarar sağlamayacağı, geliri azalan halkın moral çöküntüsü içinde olduğu, son 16 yılda 21 bin işçinin hayatını kaybettiği, son 5 yılda 300 işçinin intihar ettiği, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısının yarım milyona yaklaştığı gibi sıradan (!) gerçeklerin asla unutulmaması gerektiğinin altını mı çizsem?
Yetinmeyip; kahır, yoksulluk, acı, çaresizlik içinde kendini yakan babalar, cam önlerinde boşluğa bakarak ağlayan analar, geleceği elinden alınmış çocuklar, büyümeden yaşlanan gençler, kandırılan aldatılan kitleler, millet bahçeleri ve şehir hastaneleriyle avutulan ama kimyası iyiden iyiye bozulan halktan mı söz açsam?
Yoksa gittikçe yayılan ve ülkenin her yanına hâkim olan acının, hüznün, umutsuzluğun, kederin resmini çekerken, nasıl halledileceğine dair her birimizi tek tek ilgilendiren sorunlara karşı yöneticilerin çözüm yollarına dair planları var mı diye merak mı etsem?
Yine filenin dolmadığı, tencerenin kaynamadığı, 20 yıllık esnafın; “böylesini görmedim” dediği günümüzde, VIP uçak merakının, araç filosunun, seyahat arzusunun, ikram bolluğunun, hız kesmeyen jestlerin bolluğuna mı dikkat çeksem?
Yoksa dur durak bilmeyen zamlara, çığ gibi artan iflaslara, uçan fiyatlara, düşmeyen enflasyona katkısını milletçe kabul ettiğimiz (!) dış odaklara ve bizi kıskanan batıya artık dur demenin, onlara haddini bildirmenin zamanı gelmedi mi diye sorsam?
Her alandaki gelişmemizin yolunu ve önünü kesen batıya Ey Batı! Haberin var mı? Sadece İstanbul’da parasını ödeyemedikleri için 581 evde sular akmıyor. Sizde böyle şeyler oluyor mu bilmem ama “gülme komşuna gelir başına” diye bir söz vardır, sıra bir gün size de gelebilir ya da gelecektir mi desem?
Yetinmeyip, Ey Batı! Sizi yönetenler bazı aparatları kullandılar mı, kullanıyorlar mı bilmem ama! Bizde özellikle son yıllarda birbirine huy olarak benzeyen, bazen öfkeli, bazen hop oturup hop kalkan, nükteden, şakadan, tebessümden nasibini almayan yönetici modası var diye ilave mi etsem?
Sonra da hızımı alamayıp söyle sürdürsem! Onlar el ele, kol kola tarih yazıyorlar. Birbirlerine adına beka dedikleri aslında nema olan jestler yapıyorlar. Çok öfke, az hoşgörüyle hareket ediyor, geçmişte söylediklerini asla hatırlamıyor, tüm suçu muhalefete ve bizi kıskanan siz batının üzerine atıyor, artan cinayetlere bakıp ülkemizde insan kumaşının ne kadar bozulduğunu ne yazık ki görmüyorlar mı desem? Bilemedim…
İyisi mi geçmediğimiz köprülere, uçmadığımız havaalanlarına, gitmediğimiz yollara, kullanmadığımız elektriğe, kısaca plansız programsız para gömülen projelere ödediğimiz milyarlara bir yeni yıl yazısı çerçevesinde hiç girmeyeyim?
İnsanın onurunu kıran, tarifenin önceleri 1 milyon dolardan başlayıp, sonraları 250 bin dolara, şimdilerde de ev alma sözüne indirgendiği bol kepçeden dağıtılan Türk vatandaşı olma konusuna hiç değinmeyeyim? Alışmak kolay olmayacak ama gerçek ne yazık ki bu diye noktayı koyayım!
Not: Ülkemize ve okurlarıma sağlık, esenlik, barış dolu yeni bir yıl dilerim…