AKIL, BİLİM, DENEYİM Mİ DEDİNİZ? NASIL YANİ! O NE!

AKIL, BİLİM, DENEYİM Mİ DEDİNİZ? NASIL YANİ! O NE!

Son zamanlarda imardan iskâna, eğitimden sağlığa, selden yangına, göçten sığınmacıya, ekonomiden zamlara her alanda ve her anlamda yaşadığımız korku, kaygı, panik, umutsuzluk anlatılır gibi değil. Birlikte yaşamaya alıştığımız sıkıntılar, işsizlik derken hiç hız kesmeyen ve farklı versiyonlarla önümüze çıkan kadın cinayetleri, yükselişe geçen Covid belası, sınırlarımızı aşıp gelen yabancılar vb…

Olmayan uykularımızı da kaçıran, bizi ağıt yakılacak ortama çeken nedir “suçlu kim, ayağa kalksın dersek!” İlk anda aklımıza şunlar gelir. Kader mi? Kötüler mi? Kiraya verdiğimiz akıl mı? Kullanmadığımız mantık mı? Büyük Atatürk’ün devrimci dehasından uzaklaşmak mı? Konuşamadığımız, dilendiremediğimiz, sessizliği seçtiğimiz ya da yanıt alamadığımız konular mı? Aklın, mantığın, liyakatin devre dışı bırakılarak, bilerek, isteyerek, hesaplı kitaplı gözden çıkarılan cumhuriyet değerleri mi! Batırılan cumhuriyet kurumları mı? Son yılların modası kayyum saltanatı mı? Yoksa bağışlanamaz suçların ülkeyi felakete sürüklediği yanlı ve yanlış politikalar mı? Yanıtlar uzar gider.

Hız kesmeyip devam edersek; Göç politikası olmayan, sığınmacıları ucuz iş gücü olarak gören, kaçak yollardan ülkemize giren ve önü alınamayan göç dalgası mı? Göçmen politikası olmayan ülkemizin karşılaşacağı siyasi, askeri, ekonomik krizi önemsememesi mi? İran üzerinden akın akın gelen göç dalgasının yaratacağı sorunlara kulak tıkamak mı? Ya da ülkelerini bırakıp kaçanlar için bizim ülkemiz umudun son durağı mı? Hektarlarca ormanın yanıp kül olmasındaki ihmaller zinciri mi?  Bilime kulak asmayan, uzman görüşlerini reddeden, rant ve kasıt kokan vurdumduymazlık mı? Bu işin siyasal, sosyal, kültürel, toplumsal yanı neden düşünülmez?

Tamda burada sadede gelip, siz sorulara yanıt araya durun, deyip başka bir konuya dikkat çekersek! Şunları söyleriz…

TOKİ’nin durumdan vazife çıkarmasından çok hoşnut olan yönetimin açıklamalarını yıllardır biliyor, görüyoruz. En son örneğini de Antalya Gündoğmuş Belediye Başkanının;  “Eski evi olan vatandaşlar, TOKİ evlerini görünce, keşke bizim de evlerimiz yansaydı diyecekler” şeklindeki akıl dışı sözleriyle işittik. Yanıta geleceğim. Bitti mi bitmedi Ama önce cevap hakkı niyetine başkana vefa başlıklı ders anlatma zamanıdır!

Bay Başkan sözüm sizedir! Bir ülke sadece dağlarıyla, ağaçlarıyla, denizleriyle, toprağıyla, taşıyla var olmuyor. Ona ruh veren, onu canlı tutan, onu yaşanabilir kılan insanlarıdır, sokaklarıdır, evleridir, o evlerde yaşanan hikâyelerdir. Ev ayrı, mülk ayrı, yuva ayrı, baba evi ayrı, ana ocağı ayrı, anıların, yaşanmışlıkların biriktiği mekân ayrıdır. Ama bunların hiç biri kolon, çimento, demir, beton, sıva, boya, mobilyadan ibaret değildir. Üç beş kuşağa ev sahipliği yapan, asırlara dayanan, koşullara direnen, yıllara meydan okuyan, kuşakları bağrına basan değerlerdir o evler...

Kişisel bir örnekle konuya açıklık getirmek isterim! 45 yıldır oturduğumuz evimiz kentsel dönüşüme gidiyor. Şimdi neresinden tutalım? Yılların birikimi anılarımız, konuk ağırladığımız masamız, yazılarıma, kitaplarıma yoldaşlık yapan çalışma odam, yılların birikimi olan binlerce kitaplık kütüphanemiz, lezzet küpü yemeklerime ev sahipliği yapan mutfağımız(!), saatlerce oturup bahçeyi, sokağı seyrettiğimiz balkonumuz bir çırpıda gözden çıkarılacak yerler midir?

İşin parasal boyutu var, işin duygusal, yaş ve sabır boyutu var, taşınmanın zorlukları var, kiralık ev bulma sorunu var, ne zaman bitecek sorusu var, yaşanan yüzlerce olumsuz örnek var, yeni eve, yeni muhite alışma süreci var. Özetle var da var…

Yine ev; Ne kadar yeni, şık, dayanıklı, modern olursa olsun, benim yıllara dayanan anılarımı, alışkanlıklarımı, düzenimi, edindiğim çevreyi, alıştığım muhiti bana ha deyince verebilir mi? Uymayan, perde sığmayan mobilya, olmayan dolap, küçülen balkon, eksilen oda sayısı, olası su, elektrik vb sorunları ha deyince çözülebilir mi?

Kişisel örnekten yola çıkarak yazdığım bu yazımda demem o ki; Evi ev yapan, yuvayı yuva haline getiren konfor alanı, mobilyaların şıklığı ve markası, akıllı bina oluşu değil, emekle, çabayla, özveriyle, bir yerlerden kısıp keserek alınan eşyalar, yaşanan anılar ve alışkanlıklardır.

Hiç unutmam yıllar önce beğendiğim bir ayakkabıyı tam alacakken, gözüme ilişen ve hala kullandığım tencere setini alınca, o zaman ki iş ortağım Gülü Bahadır; “Tarihe geçtin. Hiçbir kadın ayakkabı yerine tencere almaz!” demişti, aynı şeyi yapacak olan hemcinslerimi düşünüp, hem gülüp, hem de gururlanmıştım! Hey gidi günler hey…