ANALİZ
AKP’nin Ayasofya samimiyetsizliği
İYİ Parti, çok ince bir “samimiyet testi” yaparak, AKP’nin ipliğini pazara çıkardı.
Konu; Ayasofya’nın ibadete açılması.
Dinci çevreler çok uzun yıllardır Ayasofya’nın yeniden cami haline getirilmesini ve ibadete açılmasını isterler.
Ancak “her nedense” ellerinde sayısal güç de hep olduğu halde bunu bir türlü yapmazlar.
Elbette gerekçesini hepimiz biliyoruz; Ayasofya sadece bir eski kilise ya da cami değildir. Ayasofya Türkiye’nin kalbinde yaşayan çok önemli bir dünya tarih ve kültür mirasıdır.
AKP Genel Başkanı da bunu bilmekte ve işin güzel tarafı hep bu yönde davranmaktadır.
Ancak Ayasofya konusu, dinci çevrelerin “seçim propagandası” olarak da kullanılmıştır hep.
Kandırılmaya adeta çok meraklı halkımızın bir bölümü de her seferinde bu propagandayı amiyane tabirle yer.
Şimdi de bir baskın seçime hazırlanan Erdoğan, Ayasofya’yı saf inançlı kesimler üzerinde bir propaganda amacıyla kullanıyor.
Daha bir yıl bile olmadı, “Sultanahmet’i dolduralım önce de sonra Ayasofya’ya da bakarız” diyerek, bu yöndeki talepleri elinin tersiyle bir kenara itmişti.
Konu şimdi yine gündemde.
Ama bu kez sanki “ne yapalım hukukun gereği böyle oldu” diyerek bir tür hinlik planlanıyor.
Dün de yazmıştım hatırlayacaksınız, Danıştay’ın önünde bir Ayasofya dosyası var.
Bunun kararı 2 Temmuz’da verilecek.
Saraya yakın çevrelerin topluma pompaladığına göre, bu yargı kararına göre durum şekillenecek.
Saray yazarları, “Bu iş bitti, Erdoğan, yargı karar verdikten sonra Ayasofya’yı ibadete açacak” diye yazıyor.
Bu aslında açıkça yargıyı baskı altına almaktır.
Ancak bir de ne görelim, bunun tam bir oyun olduğu, önceki gün yapılan bir “samimiyet testi” ile ortaya çıkarıldı.
İYİ Parti, “Ayasofya’nın ibadete açılması” için bir önerge verdi.
AKP “ret” oyu verirken, Ayasofya’nın açılması için yancılık yapan MHP ise “çekimser” kaldı.
Peki AKP niye ret oyu vermiş, bunu da Grup Başkanvekili Mehmet Muş’tan öğrendik.
Muş, “Danıştay kararına göre karar vereceğiz, konuyu temmuz ayında ele alacağız” dedi.
Şimdi gelelim en önemli noktaya; Danıştay’ın önündeki dosya, Ayasofya’yı müze haline getiren 1934 yılına ait kararnamenin iptali ile ilgili. Bir vakıf, bu kararnamenin sahte ve usulsüz olduğunu ileri sürüyor. Danıştay, bu konuyu karara bağlayacak. Karar iptal yönünde çıkarsa, Ayasofya’nın yeniden cami haline getirilmesi için başka kararlar alınması gerekecek.
Oysa Meclis, her şeyin üstünde ve o kararnamenin iptali söz konusu olmadan da Ayasofya’yı ibadete açabilecek güçte.
AKP bu yola hiç başvurmuyor.
Sözde “yargıya bağlılık” adı altında, toplumun bir bölümüne havuç gösteriliyor.
İYİ Parti’nin teklifinin hiç görüşülmemesi ve topun taca atılması ile AKP’nin Ayasofya konusunda sadece oyun oynadığı ve halkın inançlarını sömürdüğü gerçeği kanıtlanmış olmaktadır.
BUNU YAZMAK GEREK
AKP milletvekilleri, kendilerine ait bir iradelerinin olmadığını kanıtladı
İYİ Parti’nin, Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili verdiği önergeyi hemen reddeden AKP milletvekilleri, hiçbir adımı kendi iradeleri ile atmadığını da kanıtlamış oldular.
Bugün Ayasofya’nın açılışına karşı çıkan milletvekilleri, muhtemelen temmuz ayı geldiğinde saraydan gelen işarete göre davranacaktır.
İYİ Parti’nin yaptığı samimiyet testi sonunda sınıfta kalan AKP milletvekilleri, hiçbir konuda emir almadan tek bir işlem bile yapamayacaklarını da cümle aleme göstermiş oldular.
AKP milletvekillerinin bu hazin durumu, “Tek adam rejimine geçilmesi için yapılan referandum” öncesi dile getirilen tüm eleştirilerin, ne kadar haklı olduğunu da ortaya koymuş oldu.
Yeni ucube başkanlık sistemi ile parlamentonun tamamen saf dışı kalacağı, milletvekillerinin hiçbir öneminin kalmayacağı defalarca vurgulanmıştı.
Tek adam rejimi ile tüm yetkilerin sadece bir kişide toplanacağı söylenmiş, milletvekilliğinin ise formaliteden öte bir anlamı kalmayacağı belirtilmişti.
Ayasofya örneği, parlamentonun bu iktidar eliyle nasıl yok edildiğini, milletvekillerinin kişiliklerinin bile ellerinden alındığını herkese göstermiş oldu.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Babacan yarın bu söylediklerini unutmamalı
Erdoğan’ın gidici olduğuna inanan bazı çevreler, “yeni kurtarıcı” olarak Ali Babacan’ı pompalamaya çalışıyor.
Aslına bakarsanız 2000’lerin başında oynanan oyun yeniden sahneleniyor.
Bir Amerikan projesi olarak, Türkiye’de “daha İslami görünümlü” bir iktidar dayatması yapılmıştı.
Erbakan ekolünün “fazla milli olduğu”, bu nedenle daha yumuşak, daha uyumlu ve egemen güçlerin taleplerini daha sorunsuz yerine getirecek bir iktidar tercihi ortaya konmuştu.
Bu ekip oluşturuldu, Erbakan yerinden edildi, toplumda yaratılan algıyla Türkiye’de iktidar ilk kez gerçek anlamda siyasal İslamcı görüşe devredildi.
Geçen sürede elbette Batı’nın tüm talepleri karşılandı.
Ancak görünen o ki, egemen çevrelere göre bu iktidar yoruldu, yıprandı ve eskiye oranla uyumu azaldı.
Şimdi bunu değiştirmek için kollar sıvanmış belli ki.
Nasıl Erbakan’ı indirmek için içerden bir ekip bulunduysa şimdi de aynı yöntemle hareket ediliyor.
Erbakan’ı indiren ekipten birileri, şimdi Erdoğan’ın karşısına çıkarılıyor.
Aslında Erdoğan’dan hiçbir farkı olmayan Ali Babacan, günlerdir medyada pohpohlanarak öne çıkarılıyor.
Babacan, aynı Erdoğan’ın 90’lı yılların sonlarında konuştuğu gibi konuşuyor; “Türkiye kendi kendine yetemeyen bir ülke, hatta birçok alanda 1970’li yılların fakir Türkiye’sine dönmüş durumdayız. Bunun tek nedeni iktidarın kötü politikaları” diyor.
İktidarın dışarıya kapalı olduğunu ileri sürerek; “Vatandaşın ekonomik tablosuyla iktidarınki çok farklı. Bugün ‘Biz bize yeteriz’ deniliyor ama yetmiyoruz” diye konuşuyor.
Baskılardan söz ediyor Ali Babacan, medyanın susturulmak istendiğini söylüyor; “Bugünkü iktidar sorunları çözemediği için konuşulmasını yasaklıyor” diyor.
Hepsi kulağa hoş geliyor.
Ama biz bunları, muhalefette olanlardan çok duyduk.
Ali Babacan ve Erdoğan, yol arkadaşlığı yaptıkları “muhalefet yıllarında” yine bunları söylüyorlardı.
Ama bilmeliyiz ki, siyasal İslam, iktidara gelebilmek için hep bu argümanları kullanır.
Bugün Erdoğan’dan kurtulmak için bir başka siyasal İslamcıya sarılmak, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktır, bunu da bilelim.
ŞAŞIRDIM
Bakanla-saray fena çelişkiye düştü
Sonunda korona ile ilgili neredeyse bütün önlemler kaldırıldı.
AKP Genel Başkanı, muhtemelen “gönlü razı olmadığı için”, 65 yaş üstünde olanların sokağa çıkma yasaklarını hayli gevşetti.
Sinemalar, tiyatrolar da açılacak, yakında düğünlere de izin verilecek.
Ancak bir gariplik var ve kimse nedense üzerinde durmuyor.
AKP Genel Başkanı’nın, “Koronayı yendiğini açıkladığı” sıralarda, Sağlık Bakanı da yeni kurulan Toplum Bilimleri Kurulu toplantısındaydı.
Bakan Koca, “Son 24 saatte iyileşen hasta sayımızın üçte biri kadar, yeni hastamız var. Tanı konup yatırılan hastalarımız sebebiyle yoğun bakım ve solunum desteğine ihtiyaç arttı. Virüsün etkisinin zayıfladığını gösteren bilimsel bir veri yok. ‘Normal’ olan, tedbirdir” diyordu.
Şimdi kime güvenmek durumundayız?
Her şeye rağmen, bilim insanlarının ağırlıkta olduğu bir heyetin vardığı kanaate mi, yoksa “Ben koronayı da yendim, artık rahat edin” diyen bir parti genel başkanına mı?
Gelinen noktada aslında fark etmiyor.
Sonuç “Saldım çayıra, mevlam kayıra” durumudur, başka izahı yok.
OKURDAN MESAJ
Amerika’da da polis kötü davranabiliyor da…
Yandaş tetikçi takımı; polisin, iktidarı eleştirenlere yönelik çok kötü davranışını hep “Amerika’da olmuyor sanki? Orada olsanız bu yaptıklarınızın onda birini bile yaptırmazlar” safsatası ile göz ardı ettirmeye çalışırlar.
Elbette Amerika’da da başka ülkelerde de polisin kötü davranışı hep olmuştur ve olacaktır.
Önemli olan bunun görülmesinden sonra yaşananlardır.
Bakın, Amerika’da yaşayan bir okurumdan aldığım mesajda ne yazıyor;
Sevgili Can Ataklı Bey;
ABD’nin Minneapolis şehrindeki siyah vatandaşın, polis tarafından öldürülmesinden sonra şehre gelen CNN muhabiri (o da siyah) Omar Jimenez, polis tarafından sebepsiz tutuklandı. Arkadan kelepçelenerek nezarete götürüldü. Minnesota Valisi Jacob Frey, CNN muhabirinin görevini yaptığını, basına asla müdahale edilmemesi gerektiğini söyledi. Muhabirden özür dilendi ve serbest bırakıldı. Minnesota Valisi Jacob Frey, ABD tarihinde ilk defa olarak, kendisine bağlı bir birim olan polis departmanından bir polisin, hapse atılmasını isteyen bir konuşma yaptı. Ölüme sebep olan polis ve diğer 3 polis hemen meslekten atıldı. Bu olaylar olurken, Türk asıllı bir Amerikan vatandaşı olarak düşündüm: Minnesota Valisi Jacob Frey, cumhurbaşkanını arayıp da -Emirleriniz ne olur?- diye sormadı. CNN’e her zaman büyük tepkiler gösteren Başkan Trump, valinin konuşmasına en küçük bir tepki göstermedi. Vali, sorulara cevap verirken, sorusunu beğenmediği bir muhabire, -Sen hangi TV’densin?- diye de sormadı.
Sayın Can Ataklı Bey, demokrasiyi gerçekten benimsemiş ülkelerde, gazetecinin haber yapma hürriyeti, vatandaşın kendi hürriyeti gibi kutsal görülüyor. Uzaktan bakıldığında ise Türkiye’mizin demokrasi resmi, maalesef çok karanlık ve ürkütücü görünüyor.
Saygılarımla İbrahim T. New York
https://twitter.com/can_atakli_