AMERİKA'da BÜYÜKELÇİMİZ VAR mı?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Amerika’da büyükelçimiz var mı?

Sizi meraklandıracak değilim, sorunun cevabını hemen vereyim: Evet Amerika’da, Washington’da bir büyükelçimiz var. Adı da Murat Mercan…

2020 Aralık ayında AKP Genel Başkanı tarafından bu göreve getirilen Mercan’ın atama kararı, Resmi Gazete’de bu yılın şubat ayında, 24 Şubat’ta yayınlandı.

O halde niye soruyorum bu soruyu?

Soruyorum çünkü Amerika’da elçimiz var mı, yok mu belli bile değil.

Amerika, PYD’ye yardım ve destek veriyor, Washington Büyükelçisi kimle ne konuşuyor?

Amerika F-35 programından Türkiye’yi çıkarıyor, Washington Büyükelçisi ağzını açıyor mu?

Biden, tam 40 yıl sonra “Ermeni soykırımı” tanımı kullanıyor, Washington Büyükelçisi’nin haberi var mı?

Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Murat Mercan, Dışişleri’nden gelmiyor.

Atanması kurallara uygun mu?

Evet, büyükelçilerin ille Dışişleri’nden olması gerekmiyor, çünkü büyükelçilik farklı bir kavram, devleti temsil ediyor bir yabancı ülkede.

Başka ülkeler de yapıyor bunu sıklıkla.

Erdoğan da “Benim onlardan eksiğim mi var?” diye düşünerek herhalde böyle bir atama yaptı.

Ama hemen söyleyeyim hepsi yanlış atamalar, çünkü hiçbiri beklenen etkiyi yaratamadı bugüne kadar.

Murat Mercan da öyle…

Mercan’ın Amerika ile bağlantısı, orada okumuş olmasından ileri gitmiyor.

Dışişleri yetkilileri ile konuşmalarımdan aldığım izlenime göre, Murat Mercan’ın Amerikan yönetiminde söz sahibi olan hiç kimse ile bir ilişkisi yok, kimseyi tanımıyor..

Endüstri Mühendisi olan Mercan, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü bitirmiş. Sonra Florida Üniversitesi Karar ve Enformatik Bilimler Bölümü’nde doktora yapmış.

AKP’de kurucu olmuş, Eskişehir milletvekili olmuş.

Erdoğan, Amerika’da İngilizcesi ile iyi iş yapar diye Murat Mercan’ı Washington’a atamış.

Murat Mercan, mart ayı başından bu yana Washington’da.

Ama şu ana kadar itimat mektubunu başkana sunabilmiş değil.

Dışişleri teamüllerine göre, bir büyükelçi itimat mektubunu verene kadar büyükelçilik görevini yürütüyor ama bazı kısıtlamalara uğruyor.

Örneğin resmi toplantılara henüz davet edilmiyor.

Biden, “Türkler 15 Nisan 1915’te Ermenilere soykırım uygulamıştır” dediği sırada, hemen atlayıp Beyaz Saray’a koşabilecek ya da Capitol Hill’deki veya Pentagon’daki en nihayetinde Dışişleri Bakanlığı’na ulaşabilecek durumda değil yani.

Bazı tanıdığım büyükelçilere sordum, daha önce bu kadar uzun süre bekletilen elçimizin olup olmadığını.

Olmadığını söylediler ama bunu pandemiye bağladılar.

Pandemi nedeniyle Beyaz Saray itimat mektubu takdim törenlerin yapmıyormuş. Bunun yerine itimat mektubu saraya gönderilmiyormuş sonra. Tıpkı bizim burada televizyonlarda yapıldığı gibi görüntülü bağlantı sağlanıyor ve karşılıklı bir-iki dakika konuşulduktan sonra itimat mektubu kabul ediliyor ve büyükelçi resmen işine başlıyormuş.

Murat Mercan’a bu prosedür de uygulanmamış hâlâ.

Bu tabii pandemi olsa bile iyi bir tutum değil, demek ki Türkiye’yi pek önemli ülke gibi görmüyorlar ya da her fırsatta zora sokmayı, biraz aşağılamayı tercih ediyorlar.

Bu arada bir iki de dedikodu duydum.

Örneğin Murat Mercan elçilik ve konsolosluklar bünyesinde cuma namazına gitmeyen personeli Çavuşoğlu’na bildirmiş ve “Bunları geri çekin” demiş.

Lobi şirketleri ile Bilal Erdoğan’ın arkadaşlarının tavsiyesi ile sözleşme imzalanmış.

Neyse sonuç şu ki; “Washington’da Türkiye Cumhuriyeti’nin şanına yaraşır biçimde bir elçimiz yok. Bu kötü bir şey…”

NOSTALJİ

Murat Mercan; “Doğru mu söylüyor bu herif?”

Şimdiki Washington elçimiz olan Murat Mercan Boğaziçi Üniversitesi’nden mühendis olarak mezun olmuştu ama daha sonra Amerika’da doktorasını yaptığı enformatik bilimlere daha merak sarmıştı.

Bu nedenle ilk yıllarında AKP’nin medya ve propagandadan sorumlu genel başkan yardımcısı idi.

O sırada ben de Star grubunun başındaydım.

Her gece Star ekranında ana haberleri sunuyordum.

Star gazetesinde de yazı yazıyordum.

Müthiş akıllı ve nitelikli muhalefet yapıyoruz.

Her gece AKP iktidarı ve mensupları ile ilgili çok önemli haberlere yer veriyoruz.

Ben de hem bu haberleri anlatıyorum hem de üzerinde yorumlar yapıyorum.

Star ana haberleri o zaman tüm haberler içinde bir numara, reytingimiz çok yüksek…

Kırmızı Koltuk için Ankara’da olduğum bir gün, AKP Genel Merkezi’ne de uğradım.

Erdoğan’la görüşeceğim. (O zamanlar muhalefet de yapsak, AKP’ye girip çıkabiliyor, en tepe yöneticilerle bile konuşabiliyorduk.)

Erdoğan’ı beklerken Murat Mercan odasına davet etti.

“Can Bey siz bizim belalımızsınız” dedi.

Anlıyorum tabii, güldüm “Hayrola” dedim.

Şunu söyledi; “Her gün buraya Türkiye’nin her yerinden partililer, delegeler geliyor. Bunların çoğu akşam sizin haberleri izliyor. Sonra bize affedersiniz, ‘Bu herif doğru mu söylüyor’ diye soruyorlar. İşte o an elimiz ayağımız dolanıyor, yalan desek sorun, doğru desek sorun.”

Murat Mercan’a, “Hiç affedersiniz demeyin, o herif sözü var ya aldığım en güzel iltifatlardan biri” diye cevap verdim.

Yıl 2004. Bundan 17 yıl önce.

Bu sohbetleri edebiliyorduk.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Diyanet, 23 Nisan’da bile Atatürk’ten söz edemedi

Bu yıl 23 Nisan biliyorsunuz cuma gününe denk geldi.

İktidar, geçen yıl olduğu gibi yine pandemi bahanesiyle bu milli günümüzü sokağa çıkma yasağı ile geçiştirdi.

O gün sokağa çıkma yasağı olduğu halde cuma namazına izin verilmişti.

Her zaman olduğu gibi Diyanet, cuma hutbesi hazırlayıp camilere dağıttı yine.

Doğal olarak tam da bir milli güne üstelik Meclis’in açılışının yıl dönümü olan bir bayram gününe denk gelen cuma hutbesinde bundan söz edilmesini beklersiniz değil mi?

Çok beklersiniz.

Diyanet cuma hutbesinde ne 23 Nisan’dan ne Atatürk’ten söz etti.

Çocuktan bahsetti, ama yetim çocuklardan sadece.

Dinimizde yetim olanlara ilgi gösterilmesinin ulviliğinden söz edilerek “Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şeriflerinde bu gerçeğe şöyle işaret eder: Müslümanların evleri arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir” dendi.

Ayıp diyeceğim de şu mübarek ramazan günü yüzü suyu hürmetine demiyorum.

OKURDAN MESAJ

Zihinsel engelli olan yurttaşlar, korona aşısından eşit yararlanmıyor

Oğlu fiziksel-zihinsel engelli olan bir okurumdan aldığım mesajı özetleyerek sizlere de aktarmak istiyorum.

Okurum, aşılamada öncelik sıralaması yapılmasının çok doğru olduğunu belirterek “Ancak” diyor,

“gerek bakanlık elindeki sağlık kayıtlarının tam sağlıklı olmaması, gerekse de bazı yetersiz fikirli kişiler yüzünden bu liste tam hakkıyla adil olmamaktadır.”

Peki neden?

Okurum şöyle anlatıyor durumu; “31 yaşında fiziksel-zihinsel engelli oğlumun Ege Üniversitesi, SSK hastanesi, Alsancak Devlet Hastanesi, Urla Devlet Hastanesi tarafından verilmiş engelli raporuna rağmen, aşılama listesinde normal, sağlıklı 31 yaşında genç bir adam şeklinde görülmektedir. Engelleri nedeniyle geçmişinde zatürre de olmuştur ve kaburga kemikleri yüzünden akciğere basınç vardır, yani Covid aşısında çok öncelikli olması gerekir.”

Ardından aynı konuda bir başka duruma dikkat çekiyor.

“Mongolizm hastası çocuklar aşı öncelikli olurken, diğer fiziksel-zihinsel engelli çocukların program dışı bırakılması da büyük haksızlıktır.”

Okurum, “aşının kişisel olmasının, başkasına devredilememesinin” de haksız olduğunu vurgulamış.

“Aklı, bilinci açık ve kendi isteği ile aşı hakkından vazgeçen ve bunu uygun belgelerle sabitleyen insanlar, aşı hakkını devredebilmelidir. Ben aşı hakkım çıktığında daha fazla ihtiyacı olan oğluma devredebilmeliyim” diyor.

ŞAŞIRDIM

Mal sahibi olmak sanki suç

Korona nedeniyle hepimiz perişan olduk.

Hele yasaklar yüzünden kim bilir kaç kişi işsiz kaldı, kaç şirket kapandı.

Ya küçük esnafın hali?

Lokantalar, kahveler, barlar, eğlence yerleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Bir yılı aşkın süredir yaşadığımız koronaya karşı ne yazık ki iktidar başarılı olamıyor.

Bir yandan hastalığın etkisi daha da yaygınlaşırken, diğer taraftan mağdurlara da hiçbir şey yapılamıyor.

İktidar, sorumlu olmamak için bir yıldır en azından karantina süresi kadar bile tam kapamayı göze alamadı. (Dün akşam ne sonuç çıktı bu yazıyı yazdığım sırada bilemem tabii… Ama yine de tam kapama olmaz gibi geliyor bana.)

Çünkü bunu yaptığında “mücbir sebep kuralları gereği herkesin zararını da karşılamak” durumunda kalacak.

Buna karşı geçici önlemler alınıyor, zora düşenler güya borçlandırılarak rahatlatılıyor.

Şu sıralar batık durumda olan vatandaş da ileride nasıl ödeyeceğini bilemediği bir borç yükü altına sokuluyor.

Şimdi AKP, mağdur olanları güya rahatlatmak için bir yasa hazırlıyormuş.

Medyaya yansıdığı kadarıyla “Salgın, savaş, afet gibi olağanüstü hallerde bakanlıklar, valililer, il Hıfzıssıhha kurulları, iş yerlerinin faaliyetlerini durdurma kararları alırsa” bu düzenleme devreye girecekmiş.

Nedir bu düzenleme; “İş yerleri, kapalı kaldıkları süre boyunca kira ödemek zorunda kalmayacak. Bir ay kapalı kalırsa bir ay, 15 gün kapalı kalırsa 15 günlük kirayı ödemeyecek.”

Çok güzel, örneğin kahvesi olan bir esnaf kapalı kaldığı süre içinde kira ödemeyecek.

Kime?

Mal sahibine.

Peki devletin bir mağduru kurtarmak isterken başkasını mağdur etmeye hakkı var mı?

Kiraya verecek malı olmak suç mu?

Ya da kiraya verecek malı olan, tuzu kuru mu sayılıyor?

Öyle yerler biliyorum ki, vatandaş üst katta oturuyor, alt katı da bir iş yerine kiraya vermiş onun parasıyla geçiniyor.

İktidar, işletilen mekan kendisine aitse kira almayabilir, ama vatandaşın bu hakkını nasıl gasp edebilir?

Eğer mekanı işleten kişi kapalı olduğu için kira ödemekten kurtuluyorsa, mal sahibinin kirasını devlet ödemeli.

(Hemen belirteyim, kirada hiçbir mülkümüz yok.)

https://twitter.com/can_atakli_