ANLA ARTIK EYY MİLLET!..
Çok sevdiğim, değerini kanıtlamış bir atasözü ile başlamak istiyorum haftanın ilk yazısına:
-Bir insanın yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır!..
Ve Saray’daki muhterem bu atasözünün ne denli gerçek olduğunu bugüne dek yaptıklarıyla defalarca kanıtlamıştır...Ama bir tanesi var ki; hem çok eskiye dayanıyor, hem de önceki gün Anayasa Mahkemesi’ne karşı söylediği “kan dondurucu” ifadelerin nereden kaynaklandığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlatıyor...
Tarih 26 Mart 1989... Recep Tayyip Erdoğan Refah Partisi’nin Beyoğlu Belediye Başkan adayıydı... Seçimleri kaybetti. Ancak bu yenilgiyi hazmedemedi... Beyoğlu Emniyet Amirliği’nde görev yapan Rasim Şimşek isimli komiser ve bazı partililerle birlikte seçim kuruluna baskın yaptı. Seçim Kurulu Başkanı 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Nazmi Özcan’a ağır hakaretler de bulundu ve Özcan’ın alkollü olduğunu iddia ederek, zorla adli tıp kurumuna götürmeye çalıştı.
Başkan o sırada kararı yazıyordu. Erdoğan ise kararı tanımadığını ısrarla yineliyordu. Bunun üzerine Başkan Özcan’ın talimatı ve üyelerin katılımıyla bir tutanak tutuldu. Beyoğlu İkinci asliye Mahkemesi Özel Kalem Müdürü Soner Kalkan ifadesinde şunları söyledi:
-Olay günü saat 04.00 sıralarında, itirazlar üzerine yaptığımız sayımın kararını yazıyordum. Tayyip Erdoğan isimli şahıs bir kaç kişiyle birlikte içeriye girdi ve Seçim Kurulu Başkanı’na, “Şu haline bak sarhoş adam. Şu adalete bak, kimlere kalmış. Seni yakacağım. Hepinizi adli tıbba göndereceğim. Seni süründüreceğim, yakacağım” şeklinde tehditte bulundu.
Bu şikayet ve tutanak üzerine Erdoğan hakkında, 18 aydan iki yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Erdoğan polis nezaretinde Beyoğlu Adliyesi’ne getirildi. İfadesinden sonra tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. Sonra ne oldu dersiniz?. Tutuklanacağını anlayan belediye başkan adayı mahkemenin bekleme salonundan kaçtı!.. Hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı, ancak ne hikmetse bulunamadı...
Erdoğan, 27 Nisan tarihindeki ilk celseye katıldı. Avukatı, daha sonra adalet bakanı olan Şevket Kazan’dı. Tutuklandı ve Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildi. 4 Mayıs 1989 tarihine dek cezaevinde kalan Erdoğan, mahkeme tarafından 500.000 TL kefaletle serbest bırakıldı. Yargılama sonunda ise “hakime hakaret” suçundan 6 ay hapis ve 20 bin TL para cezasına çarptırıldı. Hapis cezası, 920 bin TL para cezasına çevrilerek tecil edildi...
-28 yıl önce asliye ceza hakimiydi hedefteki, şimdi ise en yüksek yargının üyeleri, fark bu!..
Peki ya “Başkan” olursa?..
Saray’ın bir paragraflık konuşması, Cumhuriyet’in hangi değerlerini çiğnedi? Bir de ona bakmak lazım:
-Öncelikle, “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesine bu denli karşı olmasının nedeni açık bir şekilde ortaya çıktı... Biliyorsunuz, daha önce de uyumlu çalışmak adına “Kuvvetler Bütünlüğü” ilkesini savunmuştu. Uyum denilen sihirli sözcüğün nasıl bir “şey” olduğunu hep birlikte görmüş olduk...
-Anayasa Mahkemesi’ne “verdiği kararı kabul etmiyorum. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyerek, faşist rejimler dışında, dünyada bir ilkin altına imza atarak kocaman bir anayasa suçu işlemiş oldu...
-Yerel mahkemeye adeta fırça atarak, “bu karara direnebilirdi, o zaman AYM’nin kararı boşa çıkacaktı” diyerek anayasal suç işlemenin zirvesine çıktı!.. Ayrıca yargının kararlarına müdahale ederek bir büyük suç daha işledi...
-Yargılanan kişilerin(ki bu örnekte Can Dündar ve Erdem Gül), yurttaşlık haklarını çiğneyerek, Cumhurbaşkanlığı yeminini de çiğnemiş oldu.
Biliyorsunuz, aynı şahıs, başbakanlığı döneminde de “Ergenekon’un savcısıyım” diyerek, şu anda yurtdışına kaçmış bulunanZekeriya Öz’ün altına kendi makam otosunu vererek, yargıya müdahalenin zirvesine bayrak dikmişti. Sonra “aldatıldım” diyerek defteri kapattı!..
Örnek bol, ancak bu kadarı yeterli... Şimdi soru şu: her çıktığı bir üst basamakta bir öncekine “rahmet okutan”, “dindar ve kindar bir nesil” yaratmakla övünen, hiç bir engel, hukuk, adalet kavramını dinlemeyeceği “banko” olan bir şahsın “Başkan” olması durumunda bu ülkenin neler yaşayabileceğini düşünebiliyor musunuz?..
-Benim yanıtım, yalnızca tek sözcük: “Karabasan!”
“Enayi aydın” takımı!..
Gelelim, yıllarca muktedire hizmet veren, buruşturulup çöp sepetine atılınca akılları ne hikmetse başlarına gelen “aydın” sıfatlı muhteremlere...
Saray’ın AYM ile ilgili sözlerinden sonra iki adet bildiri yayınladılar. İki bildiriye de imza atanların kimliklerine baktım; 2010 referandumunda eksiksiz “yetmez ama evet” sloganına sarılan muhterem zevat!.. Yeni anayasa için çağrı yapan, “otoriter rejime hukuki statü oluşturma ihtimaline karşı etkili irade koyalım” diyenlerden biri var ki; insanı acı acı gülümsetiyor: anayasa hukukçusu Ergun Özbudun... Hani AKP’nin ilk anayasa taslağına imza atan muhterem profesör!.. Baskın oranları, Murat Belgeleri, Binnaz Topraklarıartık saymaya bile gerek yok!..
Türk edebiyatının güçlü kalemi Adalet Ağaoğlu’nun sözleri ise içimi acıttı. Şöyle diyor:
-Referandumda “evet” dediğim için pişmanım... Enayilik etmişim. Biz Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can’ın peşine takıldık o süreçte. Ben bir an bile onun asıl amacının AKP milletvekili seçilmek olduğunu anlayamamışım...
Murat Belge “kandırıldık” demişti, Ağaoğlu, “pişmanım, enayilik etmişim” diyor. Bu kadar mı kolay, “kandırıldık diyerek sıyrılmak...