Başbakan, Cumhurbaşkanlığı için vaatlerde bulunurken "paralel yapı ile mücadele orada da devam edecek" dedi.
Demek ki başbakanlığı sırasında cemaatten hesap soramayacağı kesin.
Bu nedenle hesap sorma cumhurbaşkanlığına taşınacak.
Böyle vaat olur mu? Bizde oluyor işte.
Çünkü nasıl olsa "Bugüne kadar ne yaptın?" diye soran yok. Olmadığı gibi, dün önünde saygı ile eğildikleri Fethullah Gülen'e meydanlardan ağır hakaretler yağdırılması toplumun bir kesiminde derin bir haz yaratıyor.
Mazoşist bir durumdur bu.
Başbakan, seçileceğini garanti gördüğünden olacak "Paralelle mücadele sürecek" diyor ya, o halde birkaç soru sorayım;
1- 17 Aralık'tan bu yana paralelden hesap sorulacağını söylüyorsunuz. Bu hesap ne zaman sorulacak?
2- Cemaatçi olarak nitelediklerinizi "casus, vatan haini" diye suçladınız. Elinizde hangi belgeler var?
3- Şu ana kadar bu konudaki tek icraatınız cemaatçi olarak nitelediğiniz devlet görevlilerini sağa sola atamaktan ibaret. Peki, İstanbul'da "hain, casus" olanlar Samsun'da, Bolu'da, Adana'da ya da atandıkları başka yerlerde "hainlik ve casusluk" yapamaz mı? Yoksa oraları vatan toprağı olarak görmüyor musunuz?
4- Paralel yapı dediğiniz yapılanma ile ilgili açılmış bir dava var mı? Yoksa neye dayanarak suçlu ilan ediyorsunuz?
5- Paralel yapıya karşı kendi partinizden de yeterli tepki gelmediğini söylediniz? Bunlar kimlerdir, onlarla ilgili ne yapacaksınız?
Anladığım kadarıyla Erdoğan sadece gürlüyor, yağamıyor; çünkü biliyor ki gerçekten harekete geçse başına daha büyük iş açılacak.
Yoksa her gün "Paralel yapıdan hesap soracağız" deyip de hiçbir şey yapmamanın başka izahı olamaz.
BREZİLYA'NIN DÜŞTÜĞÜ DURUMU ANLAMAK
Tarih 14 Kasım 1984. O tarihte Günaydın gazetesinin eki olarak yayınlanan 24 Saat gazetesinin başındayım. 24 Saat, spor ağırlıklı aykırı bir magazin gazetesiydi.
Günlük haberlere herkesin baktığı açıdan değil, farklı açılardan bakmaya çalışırdık.
Örneğin, Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde maç fotoğrafları yerine tribünlerden renkli görüntüler vermeyi tercih ederdik.
Gol fotoğrafları yerine örneğin elektrik tellerine tutunarak stada kaçak girmeye çalışan çılgın seyirciler veya giriş sırasında köfte ekmek satan seyyar satıcılar, Şeref Tribününde kocaman purolarını yakanlar öncelikli tercihlerdi.
Türk basınına ayrı bir renk getirmişti o gazete.
İşte 14 Kasım'da İnönü Stadı'nda Türkiye-İngiltere milli maçı vardı. Sonuç İngiltere: 8, Türkiye: 0.
Ertesi gün 24 Saat'in birinci sayfasında sadece şu başlık vardı: "İnönü'de facia; 11 ölü 50 milyon ağır yaralı." Poster gibi İstanbul'un birçok yerine asılmıştı gazete.
Aynı skor 14 Ekim 1987'de bu kez İngiltere'de tekrarlandı. Arada bir tane de 5-0'lık maç vardı.
Niye hatırladım bunu. Önceki gece Almanya Brezilya maçını izlerken o yıllar gözümün önünden geçti.
Bir milli maçta 8 gol yemek büyük bir üzüntü kaynağı. Biz bunu tattık hem de defalarca.
Brezilya ise Dünya Futbol Tarihi'nin en başarılı ülkelerinden biri. Hiç kimsenin aklına bir maçta 7 gol birden yiyeceği gelmezdi.
Yediler. Üzüldüler. Kahroldular.
"Damdan düşenler" olarak biz bunu anlıyoruz.
SURİYELİ DİLENCİLER GÜVENLİK SORUNU OLACAK
Önceleri Eminönü-Sirkeci arasında çoktular.
Şimdi İstanbul'un neredeyse bütün semtlerinde gruplar halinde geziyor ve dileniyorlar.
Suriye'deki iç savaştan kaçan on binlerce kişi İstanbul'da.
Nasıl geldiler, kim getirdi, nerede uyurlar hiç belli değil.
Üç-beş çocuklu aileler var aralarında. Ya köşe başlarında oturup çok dramatik bir aile tablosu çizerek dileniyorlar, ya arabaların önüne geçip para istiyorlar ya da oturduğunuz lokantada, kahvede başınıza dikilip yardım istiyorlar.
Üstelik giderek saldırganlaşıyorlar. Para vermeyince küfredip gidiyorlar, arabanıza tekme atıyorlar.
Bazı yerlerde esnaf Suriyelileri kovalamak için elektrikli şok cihazı bile kullanıyor.
Yakın bir gelecekte Suriyeli dilenciler ile İstanbullular arasında sert kavgalar çıkarsa şaşırmayın.
https://twitter.com/can_atakli_