ASFALTTA VURULAN KADIN!..

ASFALTTA VURULAN KADIN!..

Şiddet adını sadece "terör" yüzünden bir coğrafyanın kaderine kanlı harflerle yazmıyor!..

Toprağı- taşı kadar, feodal ilişkileri ve cehaletin kıskacında şekillenen sosyal yasaları da serttir o coğrafyanın...

Acımasızlığın en vahşice eylemlerle adını kara tahtalara yazdığı bir düzende; en basit tartışmaların (çocuk kavgalarının, komşunun koyunlarının kapıdaki kumları dağıtmasının, ineklerin komşu tarlaya girmesinin) bile cinayetlere- katliamlara yol açtığı bir coğrafyadan yükselen ağıtlar, o keskin acısını bir türlü yitirmiyor!..

Ağalığın feodaliteyi, cehaletin gericiliği, aşiretçiliğin ise zaman zaman barbarlığı dayattığı bir coğrafyada, sürekli kan kokan haberlerin yayılması rastlantı değil...

Sadece terör olaylarının, ayrılıkçı ya da dinci geçinen örgütlerin değil; "töre"ye sığınan feodal ve bağnaz örgütlenmelerin de sürekli medyaya malzeme olduğu bir coğrafyada, şaşırtıcı olan yalnızca sosyal çarpıklığın şiddete dönüşmesi de değil...

Düşünsenize; en eski üniversitelere, en eski ibadet merkezlerine, en eski tarihi kalıntılara ve hatta "Göbeklitepe" gibi 12 bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski yaşam alanına ev sahipliği yapan Doğu ve Güneydoğu'da, neden sürekli öfke, şiddet ve terör haberlerinin yanısıra, sosyal çatışmaların yol açtığı "töre cinayetleri" ve "kan davaları" gazetelere manşet oluyor?..

Feodalitenin kanlı düzeni!..

"Azdan az gider- çoktan çok gider" şeklindeki meydan okumayla, küçüğünden büyüğüne, aileden aşirete, herkesin birbirine rest çekebildiği bir coğrafyada, müzikten el sanatlarına, kültürden tarihe kadar bütün dünyayı kıskandıracak muhteşem sosyal unsurlar varken, tüm bunların ortasına neden kan deryası kıpkırmızı bir leke olarak düşebiliyor ki?..

Çünkü toprak ağalığının ezelden beri kendine sessiz- itaatkar bir maraba düzeni kurmaya çalıştığı bir coğrafyada, diğer yandan da her türlü tarikat ve cemaatlerin rant düzeni uğruna mürit orduları oluşturması Doğu ve Güneydoğu'yu oldum olası cehaletin ve bağnazlığın girdabında tutuyor...

Toplumların uygar dünyaya ve aydınlanmaya entegre olması da işte sürekli engellenmiş oluyor...

Ne yazık ki hem feodaliteyi, hem aşiretleri, hem de tarikat ve cemaatlerin egemenliklerini ayakta tutmak için kız çocuklarının okula gitmesini engelleyen, erkek çocuklarının aydınlanmasını önleyen bir çarpık zihniyet, milyonlarca insanın yaşadığı Doğu ve Güneydoğu gibi coğrafyalarda toplumu kendi egemenlikleri uğruna dizayn etmeye çalışıyor...

İşte bu sistem, vahşete varan sosyal yasaları ya da sözde "töre"leri uygulatmak için de insanlığı kanlı bir çemberde tutmaktan kaçınmıyor...

Kadına şiddet ve töre ilgili kitaplarımızda vurguladığımız bir gerçeğe bir kez daha dikkat çekelim;

Kız alıp verme meselesi, kadın tartışmaları, su- arazi kavgaları ya da çocuk uğruna didişmelerin kan davasına dönüşmesinde tetiği çeken asıl mekanizma toplumun ta kendisidir!..

Peki, tüm bu saptamaları neden yaptık?.. Ne yazık ki "kan davası" kılığındaki çok vahim bir vahşet bu satırların sebebi oldu...

Urfa'daki vahşetin ötesi!..

Evet; cehalet ve bağnazlık buluştuğunda tetiği çeken mekanizmadır "kan davası..."

Feodal barbarlık ve gericiliğe sığınan kolonicilik aynı hat üzerinde egemenlik kurmaya çalışırken, insanlığı bir tarafa bırakıyor ve şiddet serseri bir mayın gibi güçsüzü vuruyor, yoksulu eziyor, sahipsizin kökünü kazımak için her türlü vahşete imza atmaktan da kaçınmıyor...

Oysa toplumu bir arada tutan "gelenek ve görenekler"in adına verilen "töre"nin içine saklanmış bir pusudur "kan davası..."

İşte bu davalar özellikle Doğu ve Güneydoğu ile Karadeniz Bölgesi'nde sadece insanı insana değil, gelecek nesilleri de birbirine düşman eden bir vahşet zincirinin paslanmış halkalarından başka bir şey de değil...

Evet; dünyanın her tarafında düşmanlığın körüklediği olaylar insanları karşı karşıya getiriyor, cinayetler işleniyor...

Ancak, "töre" denilen olgunun içerisinde bile toplumsal bir ahlakın da olduğu Anadolu, kararmış çarpıklıklarda boğulmaktan bir türlü kurtulamıyor...

Kendi içinde çelişkiler de barındıran "töre" gerekçeli eylemler "namus" cinayetlerinde kadını kolaylıkla hedef alırken; kan davalarında kadına sopanın kalkmasına da, namlunun çevrilmesine de izin vermiyordu ama, artık öyle olmuyor...

Baksanıza; Urfa gibi sözde "töre" gerekçesiyle onlarca kadının meydanlarda katledildiği bir şehirde, kız alıp verme meselesi, alacak- verecek tartışması ve özellikle de su ve arazi kavgaları nedeniyle yaşanan dehşet verici olaylar, "Doğu yakasında yeni birşey yok" dedirtiyor!..

Toprak için beş kurban...

17 Nisan 2008'de, Karageçili ailesinden "beş kardeş"in su ve tarla tartışması nedeniyle katledildiği olayın bir benzeri yaşandı önceki gün...

Yukarıdaki olayın yaşandığı Urfa'nın Bozova ilçe sınırı yakınlarında, önceki gün asfalta uzanmış cesetlerin görüntüleri yansıdı medyaya...

20 yıl önceki bir "arazi anlaşmazlığı" yeniden alevlenmiş ve "yakın akraba" iki aile arasındaki tartışma bir karayolu üzerinde silahlı çatışmaya dönüşmüş...

Aynı aileden biri "kadın" 4 kişi, karşı taraftan da 1 kişi yaşamını yitirirken, iki de yaralı varmış...

Kurbanların adını- soyadını yazmaya gerek yok... Doğunun bildik olaylarının vahşete varan sonuçlarına kurban gidenlerin arasında bir kadının olması, bu tür barbarlığı "töre"ye sığdırmaya çalışan cehaletin yüzüne utanç verici bir kare leke olmuştur!..

Rant kavgasının bir avuç "toprak" uğruna kan davasını körüklediği bir coğrafyada, feodal eşkiyalık her fırsatta ilkelliğini sergilerken, bir kadına bile namlu çevirmişse, sadece töreler ve sosyal ahlak sırtından vurulmamış, insanlık da başlı başına utanç batağına saplanmıştır!..

İnsanoğlunun nihayetinde iki metrekarelik mezara mahkum olduğu bir dünyada; toprak- tarla-arazi uğruna insanlıktan çıkanların, gidecekleri yerin de toprak olacağını unutmaları, cehalet ve gericilik cenderesindeki gafletin çok ötesidir... Yazıklar olsun!..

https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac