ATATÜRK, DEMOKRASİ ve KAYYIM
Atatürk, demokrasinin, milli egemenlik olduğunu şu şekilde belirtir:
“Demokrasi temeline dayalı hükümetlerde, egemenlik, halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi ilkesi egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olmayacağını gerekli bulur. Bu bakımdan demokrasi ilkesi, siyasi kuvvetin, egemenliğin, kaynağına ve yasallığına değinmektedir.”[1]
Bağımsızlığın sağlanması, padişah, ağa, şeyh egemenliğinin millete devredilmesi yani cumhuriyet, demokrasidir. Bunun için “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz”[2] demiştir.
Atatürk 1 Mart 1923’te TBMM’de şunu demiştir:
“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüce eşitlik ve adaletin yerleştirilmesini ve korunmasını sağlamak ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasıyla sürekli olur. Bundan dolayı özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.”[3]
Ne demektir ulusal egemenlik?
Vatanın bağımsızlığı, milletin bütünlüğü, devletin üniterliğidir. Atatürk’ün belirttiği gibi ulusal egemenliğe dayanmayan her özgürlük, eşitlik, adalet talebi bölünmeye hizmet eder.Bağımsızlığın sağlanması, padişah, ağa, şeyh egemenliğine karşı Cumhuriyet’in kurulması en büyük demokrasidir.
Emperyalizm milli egemenliğe dayanan; etnik, dinsel, mezhepsel temelden soyutlanmış olan milli devletleri parçalamak istiyor. Bu bakımdan eşitlik, özgürlük, adalet talebimiz milli devletin yaşaması, milli birliğin, milli egemenliğin sürmesine hizmet etmelidir.
Özgürlüğün, demokrasinin ölçütü emperyalizme, bölücülüğe ve dinle aldatanlara tavırdır. Örneğin müritlik ilişkisine dayanan cemaat ve tarikatların varlığı demokrasi adına doğru bulunamaz. Anayasanın 10. maddesinde hukuk önünde yurttaşların eşit olduğu ifade ediyorken, hala anayasaya “eşit yurttaşlık” ifadesini koymak doğru değildir. Bu durum anayasanın 10. maddesini kabul etmemektir ki etnik kimlikleri milletle eşit seviyede görüldüğü kaygısına neden olmaktadır. Oysa Anayasanın 10. maddesi “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyerek çözümü ortaya koyuyor.
Atatürk 20 Mart 1923 tarihinde Konya Türk Ocağı’nda gençlere bugün bazılarının pek sevdiği ama ne olduğunun netlikle belirtilmediği demokrasi, adalet, insan hakları gibi hangi adla olursa olsun bozgunculuk yapanlara hoşgörü göstermenin milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara hoşgörü olacağını şöyle açıklamıştır:
“Bütün iyi niyete, gösterilen bütün sabra, kararlılığa ve dayanıklılığa, gösterilen bütün birlik ve dayanışmaya rağmen yine en güzel, en yanılmayan, en doğru düşünceleri ve ülküleri bozmağa çalışacak insanlara rastlanılacaktır. Öylelerine karşı bütün millet fertleri çok şiddetli karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir birlik kitlesi olarak ortaya çıkmamız en gerekli bir vicdan görevimizdir.
Zira bu konuda bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü göstermek, büyüklük göstermek terbiye eseri değil, belki bir milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara hoşgörüdür ki, hiçbir vakit, hiçbir birey buna izin veremez.”[4]
“Basın susturulamaz”, “ifade özgürlüğü”, “demokrasi engellenemez” söylemi tehlikeli ve soyuttur. Tehlikelidir, çünkü her şeyi demokrasinin, ifade hürriyetinin içine koyup istediğinizi savunabilirsiniz. Soyuttur, çünkü herkese göre tanımı değişik olabilir. Bunlardan ne anladığınızı belirtmeliyiz.
Atatürk’ün belirttiği gibi ulusal egemenliğe dayanmayan her özgürlük, eşitlik, adalet talebi bölünmeye hizmet eder. Bireysel hürriyeti, toplumsal hürriyetten üstün tutmamış, aksine toplumsal hürriyete, milletin ve devletin ortak çıkarına bağlı tuttuğunu şu şekilde açıklamıştır:
“Bireysel hürriyeti düşünürken, her bireyin ve elbette ki bütün milletin ortak menfaati ve devletin varlığı göz önünde bulundurulması zorunludur. Anlaşılıyor ki, bireysel hürriyet yalnız olamaz. Diğerinin hak ve hürriyeti ve milletin ortak menfaati bireysel hürriyeti sınırlar…bireysel hürriyet derecesi, devletin çalışmasını zayıflatmaması gerekir.”[5]
Mustafa Kemal Atatürk, “tekke ve zaviyeleri kapatmayayım, bunlar bireysel hürriyet, fikir hürriyeti kapsamındadır” demedi. Atatürk Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı milletin bölünmez bütünlüğüne aykırılıktan kapattırdı. Kimilerin dediği gibi “gasp edilen halk iradesidir”, “şu kadar oy aldı, halkın iradesi” demedi. HDP’li belediyelere kayyım atanmasına da Atatürk’ün bu tavrıyla yaklaşmak gerekir. HDP, “adayları Kandil belirledi, Öcalan’ın heykelini dikeceğiz, sırtımızı PKK’ye yaslıyoruz, PKK’nin tükürüğünde boğulacaksınız” dedi mi dedi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde PKK marşı okudu. Anayasamızda üniter devlet olmaktan bahseder. HDP’nin bu tavırları anayasamıza, yasalarımıza yani hukuka aykırı değil mi?
Özetle demokrasi ayrı, milli egemenlik ayrı, emperyalizme, yobazlığa, bölücülüğe karşı mücadele ayrı hususlar değildir. Hepsi birbirine ve en temelde bağımsız ve üniter devlet olarak yaşamaya bağlıdır. “Demokrasiye uygun ama üniter devlete, laikliğe aykırı” bir durum savunulamaz. Zaten böyle bir cümle sakattır. Birbirine bağlı hususun zıt anlamlar içermesi olasılığı olamaz.
Bu bakımdan ifade özgürlüğü, demokrasi, adalet, özgürlük, eşitlik, halk iradesi gibi kavramlar soyuttur ve ancak milli egemenlikle anlam kazanır. Dahası milli egemenliğe; yani bağımsız, laik, üniter devlet şeklinde çağdaş uygarlığı geçme hedefi içinde yaşama iradesini bozucu yönde yorumlanamaz.
Tarihçi-Yazar Mustafa Solak
https://twitter.com/karahuseyinler
Kaynak: Teori.com
[1] Mustafa Kemal Atatürk, Yayına Hazırlayan: Afet İnan, Medeni Bilgiler, 2. Basım, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2010, s.52.
[2] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I, 3. Baskı, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1997, s.225.
[3] Age, s.326; Sami N. Özerdim, Atatürkçü’nün El Kitabı, 2. Baskı, ADD Yayınları, 2014, s.159.
[4] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.2, 3. Baskı, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1997, s.146.; Hâkimiyeti Milliye, 26.3.1923.