ATATÜRK’ün ORDU-SİYASET İLİŞKİSİNE BAKIŞI
27 Mayıs 1960 devriminin 58. yıldönümündeyiz. Neden bir devrimdir?” sorusuna yanıt aramayacağım. Yanıtını aradığım soru: “ordu mensubu siyasetle ilgilenmez ve hükümet işlerine karışmaz mı?”
Bu soruya Atatürk üzerinden yanıt vereyim.
Bağımsız devlet, bağımsız ekonomi fikirlerinden dolayı saraydan uzaklaştırmak için Şam’a sürülen Atatürk, Vatan ve Hürriyet cemiyetini kurar. Selanik’te de şubesini açarak buraya Selanik’e tayin için uğraşır ve gider.
Atatürk, 2. Abdülhamit’in üzerine yürümek istedi
Gazeteci-yazar Taylan Sorgun “Devlet Kavgası (İttihat Terakki)” kitabında Fahrettin Altay Paşa’nın anlatımıyla Atatürk’ün “işte şimdi başlıyor”[1] dediğini nakleder. Dahası Atatürk amacını şöyle açıklar:
“Selanik’e tayin edilip sonra oradan teşkil edilecek bir orduyla İstanbul üzerine yürümek.”[2]
Padişahı devirmek yetmezdi. Atatürk 2. Abdülhamit’in devrilmesine odaklanıp Meşrutiyet’in ilan edilmesine odaklanılan anlayışı şöyle eleştirmişti:
“Mesele sadece Hürriyet’in ilanı ise bu yalnız başına bir şey değildir. Bunu yeni iktisadi vaziyetler, yeni düşüncelerle beraber hale getirmek lazımdır. Bunların hepsini biraraya koyduğumuz vakit belki elimizdekini kurtarabilmemiz mümkündür. Ama mutlaka birşey kurtarılacaktır. Bu ne olacaktır, ne olabilecektir? Gördüğüm bir taraftan inkılap düşüncesi bir taraftan yılgınlıktır. Siz yılgınlığın farkında değilsiniz. Görünmese de var…İlan-ı Hürriyet’ten sonrası için iyi düşünmek lüzumludur.”
O “yeni bir idare” diyordu ve bu idare Cumhuriyet’in kurulmasıyla sonuçlanmıştı.
Ordu ve hükümet arasındaki ilişkiye dair fikri
Harp Akademisi 1. sınıftayken bir gün yine kapitülasyonların zararlarından bahsederken 2. Abdülhamit’in hafiyelerince gözaltına alınarak Yıldız’daki mahkemeye götürülür. Mahkeme heyeti sorar:
“Siz askersiniz. Kapitülasyonları tenkit etmişsiniz. Siyasete karışamazsınız. Neden öyle konuştunuz?”
Atatürk ise sırf asker işin içinde olduğu için 27 Mayıs 1960 Devrimine “darbe” diyenlere de yanıt verircesine şöyle konuşur:
“Erkânıharp [subay] olacağız. Bir kumandan memleketinin siyasi ve iktisadi meselelerini bilmezse harpte muvaffak olamaz” diye yanıtlayarak mahkeme heyetini ikna etse de[3] 11 Ocak 1905’te Harbiye’den mezun olduktan sonraki günlerde yine gözaltına alınarak mahkemeye çıkarılır. Mahkeme heyetinin “siyaset yapmak” ile suçlamasına şöyle yanıt verir:
“ ‘Memleketin vaziyeti iktisadiyesi aynı zamanda siyasi hali de bizim vazifemizdir. Çünkü harpler artık siyasi ve iktisadi karakterlerini bütün vaziyetiyle ortaya koymaktadırlar. Meseleyi sadece vuruşmak olarak gören, memleketin siyasi iç vaziyetiyle ve tabii iktisadi vaziyetiyle münasebet kurmayan zabitanın muvaffak olması kabil değildir. Bana siyaset yapıyorsunuz ithamında bulunuyorsunuz. Hayır, bu siyaset yapmak değildir. Siyaset yapmak ayrı şeydir, memleketin vatanın umumi halini bütün meseleleriyle görmek ayrı şeydir…’
‘Memlekette yabancı nüfuzu hâkimdir, demişsiniz.’
‘Memleket yerine ben ‘vatan’ demeyi tercih ediyorum. Avrupa’nın müdahaleleri iktisadi vaziyetimizden dış vaziyetimize kadar bir müdahale olduğu belli değil midir? Böyle bir vaziyeti herhalde biz ortaya çıkarmadık. Böyle bir vaziyet yeni de değildir. Ama istikbalimiz bu vaziyetin tehdidi altındadır.’ ”[4]
Ordu, parti işlerine karışmamalıdır ama tehlikeye karşı dikkatli olmalıdır
İttihat ve Terakki içindeki eleştirileri iki cemiyetin birleşmesinden bir süre sonra yeniden şekillenen İttihat ve Terakki programına değil bazı yöntem ve siyasi uygulamaya yöneliktir. Atatürk, cemiyetin bir toplantısında ordu üyeleri ile cemiyetin birbirinden ayrılmasını, herkesin kendi görevini yapmasını söylediği vakit öteki delegeler “ordu mensupları vatan meseleleriyle münasebet içinde olmamalımıdır?” diye sorarlar. Ordu ile hükümet ve subayların siyasetle ilişkilerine dair şu yanıtı verir:
“Ordu mensuplarımızın vatan meselelerini düşünmeleri tabidir. Buna bigâne kalamazlar. Fakat fırka meselesiyle bunu ayırmak lüzumu vardır. Vatanın tehlikeye düşmesi halinde şayet memleketi idare edenler vazifelerini yapmıyorlarsa yahut kendi mevkileri için ihanet içindelerse o takdirde ordunun vaziyet alması da ötekinden ayrı meseledir.
“Meşrutiyet için gösterdiğimiz gayret ve hareketle kısa bir müddet önce vuku bulan gerici, mürteci isyana karşı aldığımız vaziyet de aynı şekilde mütalaa edilmelidir. Buna müsaade edemezdik. Yine de vatanın tehlikeye düşmesiyle böyle isyanlar karşısında sessiz kalınması gibi bir durum bahis mevzusu olamaz. Ama demin de ifade ettim ki fırka meselesiyle bunları birbirinden ayrı tutmak icap eder.”[5]
Görüldüğü gibi çok Atatürk çok net. Memleket ne olursa olsun siviller çözüm üretsin” demiyor. Vatan tehlikeye düşünce, özgürlükler elden gittiğinde yöneticiler görevini yapmıyor veya ihanet içindelerse sivillerle beraber ordunun müdahil olmasını savunuyor. Hatta padişahı indirmekten bahsediyor.
Kanaatimizce bir hareket ordudan geldi diye “darbe” olmaz. Önemli olan vatanın, özgürlüklerin önemli ölçüde tehlikede olup yöneticilerin tepkisiz, onaylar hatta ihanet içinde olmasıdır. Dahası askeri müdahalenin özgürlükleri, üretimi geliştirme yönünde ilerici nitelik taşıması onu devrimci kılar. Zaten böyle bir durumda ordu halk tarafından göreve çağrılır. Aslında ordunun müdahil olması halkın da müdahil olmasıdır. Böyle bir durumda zaten tek başına ordu hareketi de olmayacaktır. 31 Mart Vakasını bastıran ordunun komutanlarından biri Atatürk’tür ve bu ordu İstanbul’a girdiğinde halk tarafından coşkuyla karşılanıp yiyecek ve içecekler sunulmuştur.
27 Mayıs da ordu-halk işbirliğiyle gelişmiştir.
[1] Taylan Sorgun, Devlet Kavgası (İttihat Terakki), 7. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2018, s.82.
[2] Age, s.77.
[3] Age, s.58.
[4] Age, s.60-61.
[5] Age, s.209-210.
Tarihçi-Yazar Mustafa Solak
https://twitter.com/karahuseyinler