‘AYDIN’ ÇATIŞMASINDA SARSICI SORULAR!..

‘AYDIN’ ÇATIŞMASINDA SARSICI SORULAR!..

Toplumdaki ayrışmalar, öteleyici politikalar, siyasal dengesizlikler, çıkar kavgaları, ikiyüzlü yaklaşımlar ve gelir-gider dengesinin bozulması...

Yaşamın kısır döngüsündeki gel-gitler, insanlık alemindeki güven kaybı, gerici politikaların inançlarda yarattığı o kahredici yozlaşma...

Sosyal travmalar, ideolojik erozyon, siyasal bunalım, kimlik kaybı, ihanet, kalleşlik ve mide bulandırıcı işbirlikçilik...

Terör ve şiddet, göç ve çöküş, işsizlik ve açlık, yolsuzluk ve hırsızlık, rüşvet ve vurgunculuk, duyarsızlık ve sinsice büyüyen bananecilik...

Köşe dönmecilik, çıkarcılık, yalakalık; düzene uymanın, rantiyeye bulaşmanın, hırsızlık yapmanın ve her meydanda pervasızca at koşturmanın yüzsüzlüğü...

Adamcılık, aşiretçilik, yandaşlık, yalakalık, satılmışlık, omurgasızlık, eğilmeler-bükülmeler ve de sürekli çark etmeler...

Sizce yukarıda sıralananlar, şu kısacık dünyada insan üzerinde nasıl travmalar yarattı?.. Yaşamı, insanı ve sosyal ilişkileri nasıl vurdu bu gerekçeler?..

3 denizin ortasındaki dünyamız bu yozlaşma ve şaşkınlıklar nedeniyle ne kadar bozuldu?..

Aldığımız nefes, harcadığımız enerji hangi erozyonları yaşadı acaba?..

Benden, senden, bizden, sizden, onlardan yani herkesten ve hepimizden neler götürdü bu saptamalar?..

Bilinçaltında hasıraltı!..

Çoğumuz farkında bile değiliz belki... Yaşamın zorlukları, sosyo politik ve sosyo ekomomik sıkıntılar, yukarıda sıralanan çıkmazları “bizden ne kadar gizledi” diye sorabildik mi acaba?..

Biz; terör-şiddet-kaos sarmalında ayakta durmaya çalışan belki de dünyanın en zor koşullarındaki toplumu olarak yaşamın dolambaçlı yolları, çıkmazları, açmazları ve kör devinimi içinde bocalarken neler yapıştı yakamıza?..

Zihnimizden, ideolojimizden, duruşumuzdan, kararlılığımızdan, irademizden ve en önemlisi de insanı insan yapan siyasal mücadelemizden neler eksildi bu sıralarda?..

Çok zor sorular değil yukarıdakiler... Bunlar, birçoğumuzun farkında olduğu ancak ülke insanlarının büyük bölümünün bilinçaltında hasıraltı ettiği çıkmazların, sosyal yozlaşmanın ve erozyonun en büyük, en sarsıcı nedenleri...

İşte yukarıda sıralanan tüm gerekçelerin merkezinde, toplumu vuran hastalıkların en tehlikelisi yakamızdan tutarak hepimizi sarsmaya devam ediyor!..

Artık sıradanlaşan köşe dönmecilik değil o vahim hastalık!!! Artık legalleşen vurgunculuk da değil o yıpratıcı illet...

Bizi vuran gerekçe!..

Kusura bakmayınız ama “bana değmeyen yılan bin yaşasın” mikrobu da değil, hastalık yayan balçığa bulanmış o zifiri kaynak!..

Bananeciliğin yol açtığı yıkımcılık salgın halde insanın tüm değerlerini kemirse de o da bizi vuran asıl gerekçe olmaktan çoktan uzaklaştı...

Onlarca yozlaşmaya ve değişime rağmen; “yeni”lik adı altındaki insan mühendisliği projeleri toplumu erozyona alıştırırken bu çıkmaz bile sinsi hastalığın ölümcül mikrobu olarak artık çok gerilerde kalıyor!..

Evet, ne yazık ki son yıllarda çok daha büyük bir hastalık kimi omurgasız bedenlerde, deriden kaslara kadar nükseden, vurucu, yıkıcı ve adeta ideolojileri öldürücü bir salgın gibi, iki ayak üzerinde zikzaklı ve de rotasız voltalar atıyor!..

O halde siyasal yaşamın içinde en büyük hastalık nedir biliyor musunuz; Gerçek dostun ve asıl düşmanın kim olduğunu iyice şaşırmak... Yani siyaset çıkarcılarının eski ortakları ve yeni “düşman”ları, bizi bize düşürmeyi de çoktan başardılar...

İşte o yüzden siyaset çağımızın en büyük hastalığı gaflet ve ihanetin sırtında dörtnala koşmaya devam ediyor; “Düşmanımın düşmanı dostumdur!..”

Başka ‘düşman’ın safı!..

Kimse çark etmesin o zaman... Kimse kaçmasın gerçeklerden; Beceriksizliğin, cephesizliğin, çapsızlığın, mücadeleden kaçmanın, direnememenin, karşı duramamanın, strateji yaratamamanın, siyaset üretememenin, halka inememenin ve bölünerek gösteriş gardropçuluğu yapmanın yaydığı mikropların sonucudur bu hastalık!..

Tamam o zaman; Eninde sonunda, “sandıkta mağlup olacağını bile bile” cephe aldığımız siyaset kurumuyla “kendi ideolojik mücadelemizi” bırakalım!!! “Düşmanın düşmanı”nın safına geçelim o zaman!!!

O saflar ki; bölücüler olsun, gericiler olsun, ikinci cumhuriyetçiler olsun, cemaatçiler olsun, tarikatçılar, Atatürk düşmanları ve Ergenekon kumpasçıları olsun hiç mi hiç fark etmesin!.. Yeter ki karşı olduğumuz güce “düşman” olsunlar!!!

Asıl karşı olduğumuza karşı ya bunlar, o halde aydın- maydın, solcu- molcu, ilerici- milerici, devrimci- mevrimci, şair- mair, yazar- mazar, ressam- messam ve de vs. vs!..

Hep birlikte o safların, yani “düşmanın düşmanı”nın safına geçelim ve AKP ile mücadele ettiğimizi zannedelim!.. Oh ne ala?..

Devrimcilik ne zaman kaybetti biliyor musunuz; AKP’ye düşmanlık yapmak uğruna, Aydınlanma Devrimi “düşman”larıyla işbirliği yapıldığı zaman...

Soralım o zaman; “düşmanımın düşmanı dostumdur” zihniyeti uğruna hangi hatalara sürüklendi son dönem aydınlarımız?..

Sokaklarda, insanların arkadan vurulmasını legalleştirmek, Doğu ve Batı’nın huzuru için -hukuk içinde terörle mücadeleye karşı olmak, “basın özgürlüğü” iddiasıyla kumpas kalemşorlarına sahip çıkmak, “Erdoğan’a karşı durayım” derken Fethullah’la saf tutmak ve “AKP’yi devirmek için” siyasallaşan bölücülüğe baraj aştırma gafleti “düşman” sayılanı ne kadar sarstı acaba?.. Seçim sonuçları ortada!!!

Evet; devrimciler saf tutacaksa Altıok ve Aydınlanma Devrimi’nin rotasında saf tutsunlar...

Aksine; AKP’ye, faşizme, yolsuzluğa, rüşvete, gericiliğe, vurgunculuğa, özelleştirme talancılığına, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı olmak her aydının göreviyken cumhuriyet “düşman”larının safında kılıç sallamak, AKP’den “mazlum” yaratmaktan ve “düşmanın düşmanı”nın ekmeğine yağ sürmekten ileri gitmeyecek!..


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac