BAŞBAKAN FARKINDA DEĞİL AMA ALMANYA'DA TARİHİ BİR HATA YAPTI

İyi akşamlar iyi haftalar sevgili izleyiciler; Başbakan Erdoğan hafta sonunda Almanya’daydı biliyorsunuz. Kapalı bir salona toplanan Avrupa’daki AKP’lilere konuştu. Her zaman olduğu gibi Başbakan’ın konuşmaları içte ve dışta farklı tepkilere ve algılara yol açtı.

İçteki tepkiler, AKP’nin seçmen kitlesini ayakta tutması, daha da kemikleştirmesi ve kutuplaşmayı artırıcı özelliği açısından mükemmel.

Zafer konuşması gibi

Yandaş medya Almanya konuşmasını tarihi bir zafer konuşması gibi sundu doğal olarak. Onlara göre Başbakan Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerine “Bundan sonra halkıma parmak sallattırmam, artık yeni Türkiye’ye alışacaksınız, sizin önünüzde boyun eğmeyiz, sizde demokrasi yok” mesajları vermiş gibi sunuldu.

Oysa sevgili izleyiciler, Başbakan’ın Köln konuşması, daha doğrusu Köln’deki mesajları Türkiye adına talihsizliktir. Bana göre Başbakan belki iç siyasette hiç de hakkı olmayan bir prim yapmıştır yapmasına ama yarattığı algı orta ve uzun vadede hem kendisi hem de Türkiye için yarardan çok zarar getirecektir.

Köln’deki şov

Başbakan’ın Köln’deki temel amacı şuydu; Ben ülkemin yarısına yakın desteği ile seçilmiş bir başbakanım. Halkım beni dünyanın her yerinde bağrına basar. İstersem Almanya’ya gelirim, orada yaşayan Türkler’i ayağa kaldırırım. Bana gösterilen sevgi ve bağlılığı iyi hesap edin. Sonuçta beni destekleyen milyonlar sizin ülkenizin siyaset ve ekonominizde de etkili olacak güçte. Ayağınızı denk atın.”

Ancak ortaya çıkan gerçek bu değil. Çünkü Erdoğan Almanya’da, son derece dinci, hatta şeriatçı, Erbakan günlerini hatırlatan Milli Görüş temsilcilerinden oluşan 15-20 bin kişilik heyecanlı bir kalabalığa karşı konuştu ama, dışarıda kendisini protesto edenlerin sayısı salondakilerden kat kat fazlaydı.

Kamuoyu neye bakar?

Bir yabancı ülkede, o ülkenin siyasetçisi de, medyası da, kamuoyu da, konuk gelen bir başka ülke liderinin o ülkede yaşayan soydaşlarının kendisini ne kadar desteklendiğine değil ne kadar muhalifinin olduğuna bakar, kendi politikalarını buna göre belirler.

Erdoğan farkında olarak olmayarak, Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde sevilmekten ziyade hoşlanılmayan, protesto edilen lider imajı çizdi.

Başbakan’ın konuşmaları, ne iç ne dış siyasetten bihaber, hamasi nutuklardan hoşlanan, aşağılık duygusunu bir avantaj gibi kullanmaya çalışan kitleler tarafından elbette çok beğenildi. “Dik duran, Avrupa’ya bile ayar veren, kimseden korkmayan Başbakan” propagandası doğaldır ki bu kesimlerde çok etkili oldu.

Demokratlar toplantısı mı ayin mi?

En başından başlayalım. Başbakan Avrupalı demokratlar Birliği’nin 10. Kuruluş yıldönümü törenleri bahanesiyle Köln’e gitti.

Çoğunuz muhtemelen cumartesi günü canlı yayınlarda da izlemişsinizdir. O toplantı bir demokratlar toplantısı mıydı, yoksa dini bir tören hatta bir ayin miydi?

Kuran’ı kerim’le açılış yapıldı. Ardından kasideler okundu. Sonra sıra Ezan’a geldi. Ezan namaza çağrıdır. Neden gerek görülmüştü acaba? Bu da kesmedi yarısı Türkçe yarısı Arapça dua da edildi. Üstelik bu duayı devletin bir resmi görevlisi Diyanet İşleri ikinci başkanı okudu.

Şimdi bunları söyleyince “Nedir bu alerji, Kuran okunması, ezan okunması, dualar edilmesi seni niye rahatsız ediyor?” diye soranlar var.Elbette ne Kuran okunması, ne ezan ne de dua beni de başkasını da rahatsız etmez. Ancak her şeyin bir yeri yok mudur?

Demokrasi diye toplanıp Kuran’ı Kerim okumalar, ezan okumalar ne anlama gelir ki? Bunun tek anlamı vardır, o da dini siyasete alet etmek.

Din resmi ideoloji oluyor

Bu iktidar son bir iki yılında din istismarının da ötesinde dini neredeyse devletin resmi ideolojisi haline getirme konusunda çok ileri adımlar attı. Dediğim gibi “Niye rahatsız oluyorsun?” türü gerçekten çok rahatsız edici sorularla bu din istismarına karşı çıkanlar da terörize edildiği için, bu devleti dincileştirme operasyonu da doludizgin devam ediyor.

Bakın koca Genelkurmay’ı bile aynı amaçlarla istismar etmekten çekinmediler. Soma’yı hatırlayın. Genelkurmay Başkanı ve komutanlar Soma katliamında can veren işçilerin mezarlarını ziyaret ettiler. Orada çekilen fotoğrafları gözünüzün önüne getirin. Başta Genelkurmay başkanı olmak üzere bütün komutanlar mezar başında ellerini havaya kaldırmış Fatiha okuyorlar.

Komutan dua edemez mi?

“Efendim Genelkurmay Başkanı ve komutanların dua edemezler mi, bu seni neden rahatsız ediyor?” Kimsenin dua etmesinden rahatsız olmam ama kimse de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dini bir ritüeli yerine getirirken gösteremez. Ben ordumun Mısır ordusu gibi fotoğraf vermesinden rahatsız olurum o kadar.

Aynı şekilde Milli takımı da götürdüler Soma’ya. Aynı fotoğrafı milli futbolcularımızla, teknik direktörümüzle de çektirdiler. Bunların hepsi din istismarından başka bir şey değildir.

Ancak ne yazık ki en önemli kurumlarımız Başbakan’ın şiddet ve öfkesinden nasiplerini almamak için, hiç gereği olmadığı halde dini görüntü vermeye kendilerini adeta zorunlu hissediyorlar. Tehlike budur.

Bir ayar bir övgü

Dönelim yine Başbakan’ın Köln konuşmasına. Türkiye’deki kurnazlık Köln’de de kendini gösterdi. Başbakan bir cümlesinde Almanya’ya hakaret ediyor, kalabalıktan yuh sesleri yükseliyor, hemen arkasından bir başka cümleyle Merkel’e övgüler yağdırılıyor, aynı kalabalık bu kez az önce yuhaladığı kişiye alkış tutuyor.

Başbakanın bir cümlesi “Avrupa bize karışamaz, parmak sallayamaz, biz şöyle ülkeyiz böyle ülkeyiz” şeklinde. Ama hemen arkasından “Avrupa Birliği bizim için çok önemli, zaten Avrupa’nın da bize ihtiyacı var” türünden alttan alan bir cümle geliyor. İşin garibi oradaki kalabalık birbirine zıt bütün cümlelerden sonra alkış tufanı koparıyor.

Muhalifleri hesaplamadı

Sonuç; Başbakan iç politikada çok rahat kullanabileceği bir söylemle Avrupalıların karşısına çıktı, ama hesaplamadığı, bu ülkelerde yaşayan ve kendisine muhalif olanların tepkisiydi.

Avrupalı şunu gördü son Köln ziyaretinde; “Türk başbakanı bizim anladığımız anlamda bir demokrasi ve hukuk düzenini yöneten biri değil, Türk başbakanı vatandaşını ikiye ayırmış, kendinden olanlara çok bonkör davranan, kendisine karşı olanlara karşı ise bir diktatör gibi davranan tuhaf bir lider.”

Bazı konuları anlatmak zordur. Şimdi sanıyorum beni dinleyenlerden bazıları “Eskiden hep boynu bükük değil miydik, hiç olmazsa bu Başbakan cesur konuşuyor, Batılıların hatalarını yüzlerine vurmaktan korkmuyor, biz de artık başımızı dik tutabiliyoruz” diyorlardır.

Böyle diyenlere şunu söyleyeyim; “Bu bir illüzyondur. Başbakan’ın Batı’ya kafa tuttuğu falan yok. Tam tersine, bugüne kadarki başbakanlar arasında batının taleplerini eksiksiz yerine getiren, hep boyun eğer biri aslında. Zaten böyle olduğu için bugüne kadar batı tarafından hep desteklendi, hep arkalandı.”

Türkiye tek medeni ülke

Bakın sevgili izleyiciler, batı bugüne kadar bizi demokrasi, hukuk, insan hakları konusunda çok sıkıştırdı. Karakollarımızdaki tuvaletlere kadar gelip inceledi. Bunun tek nedeni var. Türkiye Müslüman coğrafyadaki tek medeni ülke. Toplum yaşamıyla, eksik de olsa uyguladığı demokrasi ile bin yıllık devlet geleneğinin getirdiği hukukla ve en önemlisi Atatürk ilke ve devrimleriyle diğer bütün İslam ülkelerinden farklı olan bir ülke.

Ve Türkiye yüzyıllardır ısrarla ve inatla Batı dünyası ile yakın işbirliği içinde olmak isteyen bir ülke. Bu durumda batı ülkelerinin Türkiye’deki demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda hassas olmaları çok normal. Eğer Türkiye Avrupa ile birlikte hareket edecekse, bunu istiyorsa, o halde kurallarına da uymak zorunda. Madem bir kulübe girmek istiyorsunuz, o halde oraya aykırı davranmayacak, kendi kurallarınızı koymaya çalışmayacaksınız.

Bizden istediklerini istemiyorlar

Avrupa bizden talep ettiklerini Mısır’dan, Suriye’den, Irak’tan istiyor mu? İstemiyor. Çünkü onların da zaten Avrupa ile birlikte olmak gibi bir arzuları kaygıları yok ki.

Avrupa’nın dünyadaki gücü ekonomik ve askeri gücünden kaynaklanıyor. Bu gücü de insan kaynaklarından alıyor. Daha eğitimli, bilime, teknolojiye, sanat ve edebiyata önem veren bir toplum dünyada da güçlü oluyor.

O halde güçlüler arasında yer almak isteyen Türkiye’nin de bu özellikleri taşıması gerekiyor. Almanya’nın gayrı safi milli harcaması 5 trilyon Euro, kişi başına düşen milli geliri 50 bin Euro iken sizin 850 milyarlık gayrı safi milli hasıla ve kur oyunları sayesinde henüz 10 bin dolara çıkmış milli gelirinizle baş etmeye kalkmanız mümkün olamaz.

İçerde belki yutturabilirsiniz

Siz lafla dik durduğunuzu, dünya devlerine ayar verdiğinizi kendi halkınıza yutturabilirsiniz ama Avrupa, gelişmiş ülkeler bunu yutmaz.

Bu açıdan bakınca Erdoğan’ın Almanya’da bize hoş gelen efelenmeleri “sizde demokrasi yok, çünkü Mısır’daki darbeye darbe bile diyemediniz” diye ayar vermeye kalkmaları Avrupa’da önce gülümsemeye neden olur belki de, sonrası bizim aleyhimize bir fırtınaya dönüşür.

Ciddi bir hesap hatası

Konuşmamın sonucuna geleyim. Erdoğan, bence çok ciddi bir hesap hatası yaparak Almanya’da çok güçlü olduğunu anlatmaya çalışan bir şova soyundu. Ancak bu ters tepti. Aynı ülkede kendisine çok daha büyük bir Türk tepkisi olduğu gerçeğini de gözler önüne serdi.

Şimdilik Türkiye’de bunu oya tahvil edebilir hatta yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri için iştaha da kapılabilir. Ancak bu iktidarın kayışının koptuğu ve yokuş aşağı son hızla indiği gerçeğini değiştirmez.

Çift Vuruş’ta ayrıntılar var

Sevgili izleyiciler, bu konuda anlatacağım, detaylandıracağım daha çok şey var. Bu akşam biliyorsunuz Çift Vuruş programımız var Halil Nebiler’le birlikte yaptığımız. Orada daha ayrıntılı konuşacağız.

Sadece bu konu mu? Soma olayı, Soma madenlerinin patronu hakkında yürütülen kampanya, Okmeydanı olayları, polisin sabrı tartışması, yaklaşan Gezi olaylarının yıldönümü, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın zaferinin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği konularını de ayrıntılarıyla ele alacağız.

Sakın kaçırmayın derim. Çünkü pek sık duymadığınız bazı konuları ve bilgileri sizlerle paylaşacağız.

Bir saat sonra tekrar görüşmek üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın.