'BAŞKANLIK' ŞERİATÇI ÖZLEMİN VAZGEÇİLMEZ PARÇASI

ANALİZ

'BAŞKANLIK' ŞERİATÇI ÖZLEMİN VAZGEÇİLMEZ PARÇASI

Bir solukta yine okudum Halil Nebiler'in kitabını.
90'lı yıllarda okumuştum Nebiler'in “Türkiye'de şeriat” kitabını ilk kez.
Kaynak Yayınları kitabı yeniden basmış.
Okumanızı öneririm çünkü bu kitabı okuyunca Türkiye'deki gerici hareketlerin, laik devlet yapısına başkaldırıların, Atatürk ilke ve devrimlerine karşı savaşın daha cumhuriyetin ilan edildiği günden başladığını hiç aralık vermeden bugünlere kadar geldiğini ibretle göreceksiniz.
Menderes'in ünlü sözü “Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” yani kısaca “insan unutur” sözü aklıma geldi yine.
Gerçekten yaşadığımız olayları çok çabuk unutuyoruz. O zaman da bugünü anlamakta zorluk çekiyoruz.
Halil Nebiler kitabında cumhuriyetin ilanından itibaren karşı devrimcilerin Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı verdikleri amansız savaşı kronolojik biçimde yazmış.
Biz bunları yaşarken dünyada neler olup bittiği de dip notlarla eklemiş. Böylelikle ortaya Türkiye'nin dünyada yaşanan pek çok farklı olay sırasında hangi badireleri atlattığı gerçeği de bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış.
Kitabı yeniden okurken önemli bir nokta dikkatimi çekti.
Nebiler'in “Türkiye'de şeriat” kitabında dünden bugüne siyasal İslamcı ideolojinin hazırlayıp açıkça kamuoyuna sunduğu birçok anayasa taslağının metinleri de var.
Hepsindeki ortak nokta “tek devlet ve tek devlet başkanı” tanımına yer vermeleri.
Siyasal İslamcı ideoloji en başından bu yana hep “başkanlık” sistemini destekliyor.
Tabii burada kastedilen başkanlık aslında halifelik.
Zaten asıl kastedilen halifelik olunca, siyasal İslamcıların üzerinde tepindiği “demokrasi, hukuk, özgürlükler” kavramları da bütün önemini yitiriyor.
Çünkü arzulanan toplumu özgürleştirecek, eşitliği ve adaleti sağlayacak demokratik sistemle seçilen bir başkan değil, din temellerine bağlı kuralları etkili biçimde ve disiplinle uygulayacak “eli sopalı” bir başkan.
İçinde demokrasi ve özgülükler duygusu olmayan bu ideoloji “eşit hakları olan vatandaş” yerine “başkanın/halifenin her istediğini yapacak kullar” olmasını tercih ediyor.
Nitekim bütün siyasal tartışmaların dışında AKP'li ideologların başkanlıkla ilgili beyanlarına bakarsanız, arzulanan başkanlık sisteminin aslında demokrasiye ve özgürlüklere değil, bağlılığa ve itaate yönelik olduğunu görürsünüz.
Saray ve çevresi bugün başkanlık sistemi için yoğun çaba harcıyor.
Ne çare ki bunu halka da kabul ettirmek için yeterli çoğunlukları şimdilik yok.
Bunu buldukları anda, “Türk tipi” diye adlandırdıkları “güce ve otoriteye” dayanan, demokrasi ve özgürlüklerle ilgisi olmayan, toplumu “kul yerine koyan” ve “biat etmesi için dayatacak” bir sistemi hemen uygulamaya sokacaklardır.
Türkiye'deki karşı devrimin kısa tarihini okuduğunuzda bu gerçeği iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Artık herkesin gözü açık olmalı.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

OBAMA “IŞİD YAPTI” DEMEYİNCE ÇOK SEVİNDİLER

IŞİD'li olarak tanınan kişi barda katliam yaparak 50 kişiyi öldürünce bizim yandaş çevrelerde “İşte görüyor musunuz terör her yerde olabiliyor, ama Amerika'da kimse hükümet istifa diye bağırmıyor” demeye başladı.
Ne alaka tabii?
Orası Amerika, istifa derler ya da etmezler ayrı da bakalım bir yılda benzer 10 saldırı olsun da o zaman “istifa” diyorlar mı demiyorlar mı görürüz.
Amerika'daki olayın altından IŞİD'in çıkması da bizim yandaşları biraz telaşlandırdı.
Ancak Obama'nın “IŞİD izi bulamadık, bu kişi kendi adına yapmış eylemi” demesiyle de rahat bir nefes aldılar.
Aslında Türkiye'de de aynı duygu içindeler. Bir bomba patladığında akıllarına ilk gelen şey “Aman altından IŞİD çıkmasın” oluyor.
Çünkü bir yandan din istismarı ile kitleleri etkilemeye çalışırken, herkesin dengesini alt üst eden dinci terör eylemlerinin amaçlarına zarar verdiğini biliyorlar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

ŞİMDİ DE LİSELİLERE TAKTILAR

Önce İstanbul Erkek Lisesi'nin mezuniyet töreninde öğrencilerin “yandaş müdüre” sırtlarını dönmesiyle başladı sessiz isyanın ipuçları.
Sonra Galatasaray Lisesi, derken çok sayıda “nitelikli lise” protestoya katıldı.
İlk anlarda, her zaman olduğu gibi iktidarın yandaş yalakaları sessiz kaldılar.
Onlar da haklı, ne diyeceklerini bilemiyorlar ki.
Sonunda saray konuştu, liseliler üzerinden “yeni bir Gezi yaratılmak istendiğini” söyledi.
Yandaşlar da rahatladılar ve ekranlar bir anda “liselileri tartışan” garip adamlarla doldu.
Neler söylemiyorlar ki. Örneğin bakınca medeni zannettiğiniz bir saray danışmanı milletvekili var. Bu çocukları Ensar Vakfı skandalındaki tacize uğrayan çocuklara benzetti.
Bir tanesi çıkmış “mini eteği, içkiyi dayatanları desteklemeyiz” diyor.
Bir başkası “Bunlar imam hatip düşmanları” diyor.
Oysa bu çocukların talepleri çok basit.
Hepsi nitelikli okullarda, bileklerinin hakkıyla, sınav kazanarak okuma hakkı elde etmişler.
Daha özgür olmak istiyorlar.
Atatürk ilke ve devrimlerini benimsediklerini söyleyerek, iktidarın kaliteyi düşürmek amacıyla atadığı tetikçi yöneticilerin üzerlerinde baskı kurmasına karşı olduklarını söylüyorlar.
Ancak iktidar ve çevresi darbe paranoyasına kendini o kadar kaptırmış ki, liseli çocukların bile hükümeti devirecek kıvılcımı yakacağına inanarak müthiş bir karşı saldırı taktiği uyguluyor.

ŞAŞIRDIM

YENİ BİR “NAMAZ KILMAYAN HAYVANDIR” OLAYI DAHA

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı “eksantrik” olmak istediğinden olsa gerek, Twitter üzerinden meşru hiçbir anlamı olmayan “Metroda kadınlara özel vagon olsun mu?” anketi yaptırdı.
Yüzde 50'nin biraz üzeri
“evet” çıkmış.
Konu manasız biçimde tartışılıyor elbette.
Savunanlar “kadını tacizden korumak” bahanesine sığınıyor.
Yani bu ülkenin erkekleri tacizci, fırsat buldukları an kadınları rahatsız ederler.
Peki, nerde o “bu ülkenin yüzde 99'u Müslümandır, siz halkı tanımıyorsunuz, hakaret ederek aşağılayarak bir yere varamazsınız” sözleri.
Erkeklere en büyük hakareti bu iktidar zihniyeti yapıyor ve
alkış alıyor.
Geçelim.
Kadın vagonu tartışmasında, en eski dinci militanlardan Mehmet Şevki Eygi'nin sözlerini irkilerek okudum.
Çünkü Eygi “Taciz isteyen kadın karma vagonlara binip özgürlüğünü yaşayabilir” diyor.
Tıpkı “Namaz kılmayan hayvandır” gibi bir söz bu. “Kadın vagonu nereden çıktı?” diye mi soruyorsun demek ki tacizden hoşlanıyorsun.
Kimin tacizinden? Yüzde 99'u Müslüman olan toplumun erkeklerinin tacizinden.

BUNU YAZMAK GEREK

TEK MARİFETLERİ KURNAZCA POLEMİK YAPMAK

CHP Genel Başkanı'nın “Peki Amerikan sistemine var mısınız, getirin onu” sözleri tam tahmin ettiğim gibi anında istismar edildi.
Başbakan “Ona da varız, hodri meydan” deyiverdi.
Kılıçdaroğlu Amerikan sisteminin özelliklerini sıralayıp “Bunları kabul ediyor musunuz?” diye sorduğunda ise zeytinyağı gibi üste çıkıp “Yine çark etti” demeye başladılar.
Yıllardır yazdığım bir gözlemimi bir daha tekrarlayayım.
İktidar zihniyetinin temelinde akıl ve zekâ fazla yok.
Ancak kurnazlık had safhada.
Polemik yapmak, laf çarpıtmak, tongaya düşürmek bu zihniyetin genetiğinde var.
Bu nedenle ne yaparlarsa yapsınlar üzerlerine hiçbir şey yapışmıyor. Ne kadar başarısız olurlarsa olsunlar bir bahane buluyor ve hatta başarısızlığı başarı gibi göstermeyi bile başarıyorlar ki zaten kurnazlığın temeli de budur, baş edilmesi kolay değildir.
Binali Yıldırım'ın “Amerikan sistemini de getiririz, hodri meydan” sözlerini “Kılıçdaroğlu resti görse Yıldırım fena bozum olur çünkü önce sarayın tepkisini çeker” diye yorumlayanlar da var.
Hayır, bu mümkün değil. Çünkü saray ve çevresi ne pahasına olursa olsun Meclis'te 330'u bulacak bir metni sunmak istiyor.
İş “Amerikan tipi başkanlık” diye başlar, Meclis'e geldiğinde son dakika bir değişiklikle her şey rayından çıkar, muhalefet yine bir kurnazlık sonucu tuzağa düşer.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu “Yine çark ettin, haydi sen de hodri meydan desene” söylemlerine kulak tıkayacaktır mutlaka.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

TÜRKİYE RUSYA İLİŞKİLERİ DÜZELMESİN Mİ?

Yandaşlar Erdoğan ve Yıldırım'ın Rusya'ya gönderdiği “Milli gün kutlama mesajlarına” temkinli yaklaştı.
Ortak merak “Türkiye Rusya ilişkileri düzelme yoluna girecek mi?” şeklinde.
Mektupların gittiğinin öğrenilmesinden sonra konuştuğum bir AKP'liye “Bak Türkiye'nin onuru bir kere daha yaralandı” dedim.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi “Ne yani Türkiye Rusya ilişkilerinin düzelmesini istemiyor musun, Erdoğan karşıtlığı gözünüzü karartıyor” deyince ben de “kardeşim ben Rusya ile ilişkiler kötü gitsin istemiyorum ki, ama neden bu hale getirdiniz diye sormamdan niye bu kadar telaşlanıyorsunuz” karşılığını verdim.
Rusya'dan dün cevap geldi.
Cevabı veren kişi de diplomat olduğu için buna da ihtiyatla yaklaşmak gerektiğinin önce altını çizeyim.
Cevaba bakınca “ilişkilerin düzelmesi için atılan adıma kötü olmayan bir karşılık geldiğini” söyleyebilirim.
Çünkü mektuplar üzerine resmi açıklama yapmayan ama görüş bildiren Kremlin Sözcüsü Peskov, “Protokol gereği gönderilen bir mektuptu. Ulusal günlerde böyle mektuplar gönderilir. Bu uluslararası ilişkilerde protokol gereği olan olağan bir uygulama. Böyle mektuplara cevap vermek gerekmez. Nitekim mektubun içeriğinde de cevap gerektiren bir bölüm yok” diyor.
Aslında “cevaplanmaz” dediği bir mektubu dile getirerek bir ayrıcalık tanımış oluyor.
Ancak Peskov daha sonra “Biz de ilişkilerimizin normalleşmesini ve karşılıklı yarar getiren bir işbirliği yaptığımız döneme geri dönmek isteriz. Ama bizim için, olup bitenin ardından, Ankara belirli eylemleri gerçekleştirmeden ilişkilerin normalleşmesi mümkün değil” demeyi ihmal etmiyor.
Rusya düşen uçağı için özür ve tazminat istiyor. Bu sözlerden “en azından bunlar yerine getirilsin” mesajı çıkıyor.
Sanıyorum Erdoğan bunu yapacaktır kısa süre sonra, alanın daraldığını ve Türkiye'nin bu işten daha zararlı çıkacağı kendisine söyleniyordur mutlaka.


https://twitter.com/can_atakli_