BAYRAM BİTERKEN, NELER KAYBOLDU?..
Dünle bugün arasında "rüzgâr gibi geldi geçti" dediğimiz "anı"lar nelerden uzaklaştırdı bizi?.. Her şeyin artık "sanal" olduğu şu dünyanın bitmeyen koşuşturmasında nasıl erozyonlar yaşadı insan ilişkileri?..
Konu artık "mazi"yse, eskiyse, tarihse ve geçmişse, çok sorular vardır bize "dün"ü özletenler konusunda...
Örneğin; içimizdeki hangi özlemleri eskitti, elinde o zalim törpüsüyle pervasız zaman?..
Mutluluk anılarından hangi sayfalar sararıp tükendi zamanın o ezeli acımasızlığı içinde?..
Eski günler, dönüşü olmayan zamanların içinden neleri alıp götürdü beraberinde?..
"Mazi" denilen "zaman"ın zulmü ne kadar acımasız oldu yaşamlarımızın bitmeyen karmaşası içinde?..
Aynaya baktığımızda, "ömür" acaba ne kadar tüketmiş çehremizdeki, yüreğimizdeki, benliğimizdeki, zihnimizdeki neşeyi, canlılığı, sevinci, güzelliği, çekiciliği, özellikleri ve de yaşama direncini?..
***
Ömrü tüketen değirmen!..
Biz yaşamın devinimi içinde ekmek ve can derdine düşmüşken, ayakta durmak için çırpınırken sorduk mu hiç kendi kendimize;
"Kaç takvim eskitti ömür denilen can değirmeni, kaç albüm doldu yaşanmışlıklardan ve neler olup bitti bizi "biz" yapan benliğimizin bağrında?.."
Evet; yaşanan her gün mecburen "dün" olsa da, zamanın kahredici devinimi içinde "eski"dir artık her şey... Ne yaparsak yapalım "antika" oluyor zaman, "mezat"a değil mezara düşercesine!!!
Kim bilir, "yalan dünya sözcüğü" de bu yüzden çıkmıştır belki ortaya, kim bilir bu yüzdendir belki de "dünya bir sahne, hepimiz oyuncuyuz" denilmesi?..
Çünkü nerede ve hangi koşullarda, neler yaşarsak yaşayalım; güzel de olsa, kötü de olsa, kendi içerisinde dönüşü olmayan bir hayaldir "dün..."
Velhasıl, bazen renk cümbüşüyle gözlerimize takılan kısa ömürlü bir kelebek, bazen son göçündeki bir kuş ya da bazen evrenin gizeminde kaybolan "hoş bir seda" gibidir ömrün sıraya girmiş ve de hiç durmadan birbirini kovalayan günleri...
"Ömür" de külliyen budur işte...
İnsanlığı çalan zaman!!!
Herkes farkında aslında, "dünyanın bin türlü halleri"yle ilgili...
Her yaşanan "gün" geçmişe özlemi artırırken, özellikle "bayram" dediğimiz güzelliklerde eski insanlar mı şanslıydı, bizler mi diye düşünüyor insan... Yozlaşmalar, kayıplar ve özlemler düşündürüyor böylesine insanı...
Bayramdan artık eski tadların kalmadığını iyice anladığımızda; ağzımızda ister bir akide şekeri olsun isterse bir parça kurban eti, "zaman"ın bıraktığı izler açısından sonuç hiç değişmeyecektir... Çünkü bayramın tadı kalmamıştır yaşamın olduğu gibi...
Yinelemek lazım o halde, çok önemli o kahredici soruyu; "Dünyanın tadına varmaya çalışırken eskiler mi şanslıydı, bizler mi?.."
Aslında bu soru bile abestir artık, her şeyi acımasızca tüketen şu garip ve gizemli yaşamın içinde...
Çünkü "yenilik" diye sevindiğimiz "teknoloji devrimi"nin insanı insandan uzaklaştırdığı şu zamanlarda, "insan"dan bile eser kalmamışsa şanslı olabilir mi insan?..
Baksanıza; ne tuhaf ki, çok sevdiğimiz, uğruna "tüketim toplumu" olduğumuz "teknoloji" insanı Ay'dan sonra Mars'a bile taşıyor ama komşudan, hatta aynı evin içindeki insandan bile uzaklaştırıyor "bilişim!.."
Apartmandan sonra "site"nin ve sonra "plaza"ların komşuluk ilişkilerini de iyice yok ettiği bir dünyada, Ramazan davulu da uzaklaşıyor yaşamdan, kurbanlıkların anlamı da, bayram yerleri de, çocukların "bayram coşkusu"ndan çıldırmış o masum ve heyecanlı çığlıkları da...
***
Bizi bizden koparan esaret!..
Evet; ne kadar "ah-vah" etsek de, sitemlere sığınsak da, beyaz mendiller-kırmızı pabuçlar arasında mutluluklar tükeniyor tadını iyice yitirmiş bayramlarda...
Çünkü ne limonlu şekerin tadı, ne salıncakların keyfi, ne bayram sabahlarının neşesi ne de bizzat bayramın kendisi var artık!!! Harçlıklar bile heyecanını yitirdi bu zamanlarda...
Çünkü teknoloji, yenilik, endüstri devrimi, bilişim, internet şoku, android telefon salgını Harran'la Harward arasında bile insanı birbirine yaklaştırırken, gelenekleri-görenekleri, ilişkileri, "insanı insan yapan" o muhteşem değerleri de hızla uzaklaştırıyor bizden...
Ve biz zamanın değirmeni içinde anılarımızla birlikte çaresiz bir çavdar tanesi gibi giderek tükenirken, yalnızca zamanımız sağlığımız, dostluklarımız, ilişkilerimiz, güvenimiz sarsılmıyor, her kırgınlığı unutturan bayramlarımız da yitip gidiyor...
İşte bakın, bir Kurban Bayramı daha geldiği gibi geçiverdi...
Artık bugün de, "dün" gibi mazidir akreple yelkovanın kovalamacasında, birbirini iten takvim yapraklarının hazin kavgasında...
Bugün bayramın son günü... Söyler misiniz; mesajdan, görüntülü aramadan, Facebook'tan, Twitter'dan ve İnstagram'dan kendimizi kurtarıp bir bayram görüşmesine gittiyseniz, sizi esir alan telefonlarınızı ellerinizden bir an olsun bırakabildiniz mi?.. Hiç sanmıyorum...
Çünkü ne yaparsak yapalım; mesajla, maille ya da "bi zahmet" telefonla bayramlaştığımız günler, teknolojinin sözde sınırsız hazzını ortaya koyarken, soğuk iletişim, cansız selamlaşmalar ve ruhsuz bayramlaşmalar zamanıdır artık...
Ne yazık ki bizi yalnızca bayramdan değil; aslında bizden de koparıyor onlar... Velhasıl, eskiden "yalan"dı "dünya", şimdi ne yazık ki "sanal!.."
O halde söyler misiniz; akide şekerine, beyaz mendile, öpülmeyi-sıkılmayı bekleyen ellere, sevgiye-saygıya ve içtenliğe, teknolojiye sarıldığımız kadar sarılabildik mi bayramda?..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac