BİN YILIN RÖVANŞI!..
Önce başkent Ankara’nın kalbinde patlattılar intihar bombacısını...
Kinle, nefretle, cennet vaadiyle yoğrulmuş bedenine sardığı bombanın pimini çektiğinde, çoluk, çocuk genç, yaşlı103 kişinin yaşamını aldı götürdü... En yüksek korumalı kentin tam göbeği, Milli istihbarat Teşkilatı’na üç dakika mesafedeki Tandoğan/Gar mevkii kızıl kana boyandı...
Sonra, ismi değişik, duyguları aynı bir başka intihar bombacısını İstanbul’un kalbine saldılar... Kentin turist merkezi, vilayete iki, Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne beş dakika mesafedeki Sultanahmet meydanında, çekilen pimin sesini duyan bir rehber sayesinde facia en azından sayısal olarak düşük sonuçlandı; 10 Alman yurttaşı havaya uçtu...
Katliam sonrasında faili bulmakta pek başarılı olan güvenlik ve istihbarat güçlerimiz, öncesinde, facia yaşanmadan engel olma hususunda sıfır çekiyordu... Bu durumu tespit eden karanlığın uşakları, bir kez daha Ankara’nın kalbinin tam ortasına yöneldi... Bu kez çıtayı yüksek tuttu, intihar bombacısını hedefe bomba yüklü araçla gönderdi. Meclis’in, Genelkurmay’ın, kuvvet komutanlıklarının, bakanlıkların, kum gibi kaynayan polis ve askerin arasında, askeri havaya uçurdu bu defa...
Güvenlik güçleri faili yine büyük başarıyla buluverdi; Suriye vatandaşı Salih Neccar!.. ufak bir kafa karışıklığı oluşmadı değil tabii, bu adam YPG’nin elemanı mıydı, yoksa El Muhaberat’ın adamı mı?.. Yoksa her ikisinin birden mi?.. Neyse büyük Türk büyükleri nasıl olsa bir açıklama daha yapıverirler...
Yandaş medya, “alçaklar”, “kahpeler”, manşetlerini art arda sıraladı, ancak bir tanesi dahi, “madem bilinen bir teröristti, neden izlenmedi?” “Ankara’nın kalbinin ortasına bomba yüklü araçla nasıl ulaşabildi?.” Gibi “önemsiz detayları!” sormadı... Hem de bir büyük facianın üzerinden henüz bir kaç ay geçmişken... “İçişleri Bakanı Efkan Ala ne yaptı peki?” diye soracak olursanız; twitterdan saldırıyı kınadı... Şaka yapmıyorum, “bu akşam Ankara’da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum. Bu ülkemize karşı yapılmış bir saldırıdır” dedi. Aferin, en azından Türkçe açısından yeterli!..
O fotoğrafları gördünüz mü?. Neresi olduğunu bilmeseniz, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de bir yer sanabilirsiniz... O fotoğraflara yüreğim kanayarak bakarken bu kez Diyarbakır’dan geldi haber; mayın tuzağına düşen askeri araçta 6 Mehmetçik daha şehit...
-İşte koca Türkiye Cumhuriyeti’ni taşıdıkları yer burası!..
Büyük resim!..
Binlerce kez yazdık, söyledik, arşivler ortada ama nafile...
Hala, “ABD, Türkiye’nin Suriye’ye girmesini istemiyor”, “alçak YPG”, “kahpe IŞİD”, “arkasında Rusya var”, “hayır Suriye var” klişeleri havada uçuşuyor... “Büyük resmi” görmeye çalışan, doğru dürüst bir analize yanaşan yok, ne yazık ki!..
-Rövanş alınıyor, rövanş!..
Önce yüz yılın rövanşı alınmak isteniyor... Tam da Sykes-Picot, Sevr antlaşmalarının realize olacağı bir dönemde, bir kahramanın kişiliğinde, bir milletin şahlanabileceğini öngöremeyen emperyalistler, Lozan Antlaşması ile yedikleri şamarın acısını hiç unutamadılar!..Lord Curzon’un büyük bir öfke ve acıyla, imza töreni esnasında İnönü’ye söylediği, “para bizde, bir gün karşımızda diz çökeceksiniz, o zaman cebimizdekileri bir bir çıkaracağız” sözlerinin 100 yıl sonraki tezahürüdür yaşadıklarımız!..
Dikkatinizi çekerim; Türkiye’nin “yalnızlaştırılma operasyonu” ,yalnızca dünün meselesi değil; Türkiye Cumhuriyeti’nden ilham alan, bölgede yapabileceklerinin en fevkine olanı yapıp “Baasçı” yani cumhuriyetçi-laik rejimler kuran, dinci, gerici ideolojiye set çekmeye çalışan bütün yönetimler, kanla, şiddetle yok edildi. Mısır, Libya, Irak hep aynı yöntemlerle yok edildi, parçalandı, kabile devletlerine dönüştürüldü. Hepsi gerici kuklaların eline teslim edilip, karşılığında ekonomik kaynakları gasp edildi!.. Şimdi sıra Suriye’de...
-Vahşi kapitalizmin en kanlı, en çirkin ve en bilinen yöntem ve yalanlarıyla!..
Hedef hep Türkiye’ydi!..
Evet ama yalnızca Yüz yılın rövanşı da değildi...
Taa, en başından bu yana, Türklerin Anadolu’ya girişleri, zapt edişleri, yerleşmeleri Batı’nın hep canını acıttı. İstanbul’un, İzmir’in kaybı hep içlerinde bir alev topu olarak kaldı. Hatırlasanıza; ABD Başkanı Wilson, o ünlü, Sevr’i aratmayan prensiplerinde ulufe dağıtır gibi Anadolu topraklarını, Ermeni’ye, Yunan’a dağıtır, Kürtlere “özerkliği” yeterli görürken, Türkler için ne diyordu:
-Türkler önce Küçük Asya’ya(Orta Anadolu), sonra da geldikleri yere defedilir, bu iş böylece biter!..
Hiç unutmayın, tarihin gördüğü en zalim liderlerden, eski ABD Başkanı George Bush , 11 Eylül saldırıları sonrası,“Crusade”sözcüğünü bilerek, isteyerek, söylemişti.. Neydi o sözcüğün bin yıllık anlamı?..
-Haçlı seferi!..
Batı’nın kafasında Türkiye, eşsiz ama dokunulamayan yeraltı kaynakları, stratejik mevkii ve bizim bir türlü kullanmayı beceremediğimiz verimli toprakları, denizleriyle hep “ele geçirilmesi elzem” ülke oldu. 1950’lerden bu yana iktidar olan, Batıcı, çapsız ve milli olmaktan uzak yönetimlerle kukla misali oynayarak tuzak derinleştirildi. Biat kültürü dışında bir tek “parayla macera” konusunda yetenekli bu iktidar ile 14 yılda ülke tam kıvamına getirildi!.. Aynı süreçte hem yüzyılın, hem bin yılın rövanşını almak için geriye bir tek satranç hamlesi kaldı; Türkiye’yi asla çıkamayacağı bir bataklıkta boğmak... İşte o bombalar bunun için patlıyor, Türkiye bu nedenle destabilize ediliyor...