BAŞIMDAN GEÇENLER
Bir banka müşterisini dağ başında bırakır mı?
Neredeyse 30 yılı aşkın çalıştığım bankam beni dağın başında bir başıma bırakıverdi.
Adını da söyleyeyim Garanti Bankası.
Hani şu artık İspanyolların olan banka.
Bankam saçma sapan bir gerekçeyle yeni bir uygulamaya başlamış.
Kredi kartınızın bir limiti var. Siz bu limitler içinde harcama yapıyorsunuz. Sonra ekstre geliyor ve harcadığınız paraları geri ödüyorsunuz. Elinde para olanlar kredi kartı borçlarının tamamını yatırabiliyor, ancak çok büyük çoğunluk borcun tamamını değil daha azını hatta asgari ödemeyi yatırıyor.
Şimdi geliyorum saçma duruma; Kredi kartı borcunuzun tamamını yatırdınız. Sonra harcamalar yaptınız ve limitinizin sonuna geldiniz, ama kartı kullanmaya ihtiyacınız var. Bankada da paranız olduğu için kartınıza para yatırmak istiyorsunuz. Hayır olmuyor, banka kartınıza para yatırmanıza engel oluyor.
Başıma gelene bakın: Uzun yolda bir benzinciye girdim. Artık depolar 1000 liranın altına dolmuyor.
Benzin bedeli 1250 lira tuttu. Ancak kartta 800 lira kalmış. Hemen cep telefonundan Garanti Bankası’nın internet şubesine girdim, hesabımdan bir miktar para aktaracağım kredi kartına. Sistem “Aktaramazsın” diyor.
Günlerden cumartesi, bankadaki müşteri temsilcisine ulaşmam mümkün değil, üzerimde nakit para yok, üstelik yakın bir yerde bankamatik de yok.
Kartta kalan son parayı çektirip eşimin “her ihtimale karşı” yanında tuttuğu 500 lirayı nakit olarak ekleyip benzinlikten çıkabildik.
Bu nasıl iştir anlamak mümkün değil.
Kredi kartı benim, bankadaki para benim, istediğimi istediğim yerde ve zamanda harcarım; ama banka diyor ki “Yok öyle şey, nerede ne harcayacağına ben karar veririm.”
Sonra aradım sordum tabii.
Şuymuş: Bazı müşteriler yüksek fiyatlı bir mal alacakları zaman kredi kartına çok bunu yatırıp ardından satın almayı gerçekleştiriyormuş. Böylelikle çok fazla mil ya da bonus kazanıyorlarmış. Bu nedenle banka ekstre tarihi gelmeden karta para yatırılmasını yasaklamış.
Olur mu böyle şey?
Türkiye burası oluyor.
Kaç kişi “mil ya da bonus kazanmak bahanesiyle” yüksek miktardaki alışverişlerini bu yöntemle kullanır.
Baktım Garanti Bankası’nın 11 milyon kredi kartı müşterisi var, bunlardan kaçı böyle bir numara yapmaya kalkar da banka karşı önlem almaya soyunur?
Şimdi bankaya sormak istiyorum.
Diyelim ki 15 bin lira limitli kart var. Bir araç kiralanmış ve kira bedeli 8 bin lira tutuyor. Kredi kartında kalan limit 2 bin lira. Ne yapacak bu kişi? Parası olduğu halde araç kiralayamayacak mı? Ya da otel parası ödeyemeyecek mi? Neden kredi kartına ekstre harici para yatırılamıyor?
Diğer bankalara da bakacağım, eğer onlarda aynı uygulama yoksa 30 yıllık bankamı değiştirmeyi düşünüyorum, İspanyolların beni yolda bırakmasına tahammül edemem.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Ey Mustafa Sandal; sana mı kaldı soru sormak?
Türkiye’de soran, sorgulayan, merak eden kişi olmak çok zor.
İktidarın adamıysanız yine bir parça hakkınız olabilir.
Ama o da iktidarı zora sokmayacak biçimde yapılırsa geçerli.
Politik kimliğini bugüne kadar pek öne çıkarmamış sanatçılardan Mustafa Sandal merak etmiş ve Twitter hesabı üzerinden bir soru sormak gafletinde bulunmuş.
Demiş ki; “Sn. Soylu 200 bin Suriyeli’ye vatandaşlık verildi, 120 bini oy kullanacak dedi. Sn. Özdağ ise, 1 milyon 476 bin 368 kişi dedi. Soru1: Hangisi doğru? Soru2: Kendi ülkesinde geleceği için mücadele etmeyenler, evlatlarımızın yarınına mı karar verecek? Pes!!”
Vay sen misin soru sormaya kalkan.
AKP Grup Başkanvekili Yılmaz Tunç hemen cevaplamış; “Devletin İçişleri Bakanının verdiği rakam ile yalanı meslek haline getirmiş birisinin yalanını kıyaslayarak bu soruyu sorabiliyorsun ya. Ne diyelim, ‘sanatçı’ olmak yetmiyor.”
Gerçi Mustafa Sandal attığı bir başka tweetle bu saçma sapan saldırıya “Sn. Tunç, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının bu kadar kolay bir şekilde Suriyelilere verilmesi zorunuza gitmiyor da benim soru sormam mı zorunuza gidiyor? Yoksa size göre bu ülkenin sanatçısının da vatandaşının da size soru sorma hakkı yok mu?” diye cevap vermiş ama ne fayda.
Dün baktım saray soytarılarının çoğu Sandal aleyhine yazılar döşenmişler.
Utanma hiç olmayınca böyle oluyor.
ŞAŞIRDIM
Bülent Arınç’ı bu hale düşürdülerse gerisini anlayın artık
AKP’nin ilk kurucu 5’inde yer alan Bülent Arınç’ı yıllardır diğerlerinden biraz ayrı tutarım.
Nedenini ben de tam bilemiyorum ama sanki Arınç daha kimlikli kişilikli gibi gelirdi bana.
Gerektiğinde partisini eleştiren, Erdoğan’a bile karşı çıkan özgül ağırlığı olan bir siyasi isim olarak görürdüm Arınç’ı.
Sanki baskılar karşısında eğilip bükülmeyecek biri gibi düşünürdüm kendisini.
Daha kısa bir süre önce “Majestelerinin gazetecileriyle bazen baş başa gelirler, havanın güzelliğinden suyun berraklığından bahsederler. Öksürmenin zamanıdır, bağırmanın zamanıdır. ‘Kral çıplak’ demenin vaktidir” demişti.
Ama şimdi kendi seçim bölgesini ziyaret eden genel başkanına öyle bir sahip çıktı, öyle bir övdü ki, yaptığı eleştirilerin hiçbir hükmü kalmadı.
Ben ise hala Arınç’a verdiğim değeri korumaya çalışarak “Acaba nasıl bir baskı altında kaldı da karakterini bu kadar zayıflattı?” diyorum.
Ama hemen vazgeçiyorum bu duygu ve düşünceden.
Şöyle diyorum kendi kendime: “Bu yaşa gelmiş, siyasi olarak yapılacak her görevi yapmış, iktidarın gücünü iliklerine kadar hissetmiş biri bile korkuya kapılıp yalakalığa soyunuyorsa, bu ülkede iktidar siyaseti bitmiş demektir.”
BUNU YAZMAK GEREK
Otobüs kaza yerine nasıl bu kadar hızlı geldi?
Tarsus-Adana-Gaziantep otoyolunda ikisi gazeteci, biri itfaiye görevlisi 16 kişinin öldüğü kazada belli ki inanılmaz bir hata ve ihmal var.
Bir otomobil şarampole yuvarlanıyor, kazada yaralananlar oluyor.
Asıl kaza ise ilk kazanın olduğu yere hızla gelen otobüsün duramaması üzerine yaşanıyor.
İşte ağır hata ve ihmal burada.
Çünkü otobüs ilk kazanın olmasından hemen bir iki dakika içinde gelmiyor olay yerine.
Kazanın olduğu yere polis geliyor, ambulans geliyor, itfaiye geliyor hatta gazeteciler de geliyor. Yani kazanın üzerinden hayli zaman geçmiş.
Otoyol gibi trafiğin 100 kilometre hızın üstünde aktığı bir yerde, eğer bir kaza oluşmuşsa ilk yapılacak iş geriye doğru gidip gelen trafiği yavaşlatmak hatta durdurmaktır.
Belli ki bu yapılmamış.
Eğer yapılmış olsa o otobüs o hızla gelmeyecek, sürücü panikleyip frene asılmayacak, otobüs dengesini kaybedip yan yatarak sürüklenmeyecekti.
Testi kırıldı artık, ne söylesek boş.
Ama belli ki Soylu’nun yönetimindeki polisin görevini yapma bilicinde hayli erozyon olmuş.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Çok geç bile kalındı
Sanıyorum yazılı medyada ilk yazanlardan biri olmuştum. Bir grup kurdukları bir internet sitesi üzerinden kendilerince “başıboş ve tehlikeli” köpeklerin haritasını çıkarmışlardı.
Hesapta iyi niyetle köpeklerin olduğu bölgeler gösterilerek insanlar uyarılıyordu.
Oysa bir takım kendini bilmezler bu haritalar üzerinden köpek katliamına girişmişti.
Bu durumu yazınca Havritacıların şiddetli saldırısına maruz kaldım.
“Senin çocuğun köpeğin saldırısına uğradı mı, köpeklerin öldürdüğü insanları biliyor musun, sizin tuzunuz kuru tabii” gibi birbirinden yakışıksız sözlerle yoğun kampanya yapmışlardı.
Elbette başıboş bazı hayvanların tehlike saçtığını ve hatta cana bile mal olduklarını biliyorum.
Ancak bunun çözümü bütün sokak hayvanlarını vahşice öldürmekten geçmiyor.
Üstelik bu Havritacılar sadece hayvanları hedef almıyor, bu hayvanları beslemeye çalışanlara da saldırıyor.
Sonunda yapılan uyarılan nihayet bir etkili kurum tarafından ciddiye alınmış.
İstanbul Barosu kimler tarafından yayınlandığı bilinmeyen Havrita isimli internet sitesi hakkında inceleme başlatmış.
Umarım kısa zamanda sonuç alınır ve bir katliamın önüne geçilir.
Tabii bu sayede sokak hayvanları ile ilgili etkili önlem alınabilir ve bu hayvanların istemsiz saldırısına maruz kalanlar da bu dertten kurtulur.
ÜZÜLDÜM
Bir sevgili dostumu kaybettim
Galatasaray’ın en sevilen milli basketbolcularından, iş dünyasının beyefendi kişisi, 35 yıllık dostum arkadaşım kardeşim Muzaffer Demir’i beklenmedik biçimde yitirdik.
Bir kalp-damar rahatsızlığı teşhisi üzerine ciddi bir muayeneye girmişti geçen ay.
Doktorlar hem stent takılması hem aort ameliyatı olması gerektiğini söylemişlerdi.
Çok riskli bir ameliyattı aslında.
İlk başlarda morali bozuktu biraz sonra morali de düzeldi, güle oynaya girdi ameliyathaneye.
Girmeden az önce telefonla konuştum, “Bekliyorum, çabuk çık hastaneden Boğaz’da balık yiyeceğiz” dedim.
Sevgili Muzaffer ameliyatı girdi ama çıkamadı ne yazık ki.
Muzaffer Demir 50 yıl önce Galatasaray’da basketbol oynarken…
Sadece üç gün makineye bağlı olarak hayata tutunmaya çalıştı ama olmadı.
Tek teselli, rahmetli annemin kendisini için hep dileği “çekmeyeyim çektirmeyeyim” duasının yerine gelmesi.
Sevgili Muzaffer aylarca hatta yıllarca komada kalabilirdi ve hiç uyanamadan son nefesini verebilirdi, örnekleri çok.
Merakı cennet olsun, huzur içinde yatsın.
NOT: Ameliyat öncesi çağrıma cevap vererek kan verenlere milyonlarca teşekkür ederim.
https://twitter.com/can_atakli_