“BİR de BİZDEN DİNLEYİN”!

“BİR de BİZDEN DİNLEYİN”!

Başlık emekli büyükelçi ŞEFİK ONAT’ın yeni çıkan kitabının adı. Eski bir diplomat olan Şefik Onat, diplomat, yani eski deyimle hariciyeci eşlerinin, özetle 12 sefirenin dünyasını kendi ağızlarından dinleyerek yazmış. İnce uzun bir yolu aşarken kendisini yüreklendirenler olmuş, bana da kitabını imzalı olarak gönderme inceliğinde bulunmuş. Öncelikle teşekkür ediyor, kitabın bana duyumsattıklarına geçiyorum.

Dünden bugüne nelerin değiştiğini, kimlerin hangi görevlere nasıl getirildiğini, işin arka planını bilenler, görenler ve izleyenler derin ahlar çekerek okumuşlardır kitabı diye düşünüyorum, çünkü ben öyle yaptım! Bir kısmını ismen, bir kısmını cismen, bir kısmının evinde ve sofrasında ağırlanacak kadar tanıdığım sefirelerimizin anlattıklarından çok etkilendiğimi peşinen söylemeliyim.

Kitap benim sevdiğim türden olduğu ve sefirelerin hatırı sayılır bir anlatım akıcılığı olduğu için elimden bırakamadım. Ayrıca değişik coğrafyalarda gezindim, kadın olarak ülkeyi temsil etmenin “yaşamı kartonlara koyarak yaşamanın, gönüllü sürgün olmanın” yanı sıra görüş açısının, algı dünyasının, sorumluluk duygusunun, yoktan var etmenin adreslerinde dolaştım.

Oya Akıncı’yla Rusya’da yaşanan baş döndürücü olaylara tanıklık ederken, Rusya’da oyuncakların çocuklar kadar kutsal olduğunu, Rus ailelerin çocuklarını oyuncaklara boğduğunu, kızlara gürbüz köylü bebekler alınırken erkeklere daha çok vinçler ve traktörler alındığını öğrendim. Ve görev hayatından geriye kalan hiç eskimeyecek anıların, kutular dolusu fotoğrafların insana yıllar sonra neler çağrıştırdığını hatırladım…

Zeynep Akıncı’yla Strazburg’da önce öğrenci, sonra eş, sonra da anne olmanın izlerini sürerken, daha sonraki görev yerleri olan Suudi Arabistan’da kadın olmanın zorluklarını soludum. Çok sevdiğim Paris’in geniş caddelerinde, çok merak ettiğim Fas’ın giysilerinde, geleneklerinde, yemeklerinde, alışkanlıklarında, takılarında ve el sanatlarında dolaştım.

 Esin Alptuna ile kültürün ve sanatın derinliklerinde dolaşmanın insana neler kattığını bir kez daha görürken, diplomat eşlerinden beklenen kültürlü, vakur, görgülü, zarif, şık, hoşsohbet, güler yüzlü ve becerikli olma koşullarının ayrıntılarına daldım. Konuk ağırlama, protokol kurallarını bilme, menü oluşturma, masa düzenini bilme, personeli idare etme, bütçeyi tanzim etme, yabancılarla iletişim kurma gibi inceliklerin bir okulu olup olmadığını merak ettim! Kraliçe II. Elizabeth’e “itimatnamelerini” sunmak için saraya gittiklerine bindikleri ve 4 atın çektiği atlı arabaya binmek ve çocukluğumun Kars’ına gitmek istedim!

Lale Şen Apakan’la diplomatik yalnızlığın, mesleki deformasyonun tehlikelerinin nelere mal olduğunu hissettim. Devleti zarara uğratmamak ve bin bir zorlukla alınan ödeneği azami derecede değerlendirmek adına en ucuz perdeyi, en ucuz fayansı, en ekonomik mobilyaları bulabilmek için harcanan çabayı alkışladım!

Nezihe Bilhan’la Etiyopya’yı keşfe çıkarken, yabancılara anlatılan Cumhuriyetimizin, devrimlerin arkasındaki gerçeği dinleyenlerin başarı öykülerimiz karşısındaki tepkilerini hayretle, rejimler değişse de sorunları aynı kalan Etiyopya’nın değişmeyen kaderine üzüldüm!

 Zeynep Ersavcı’nın “Zaman Kapsüllerinin ilginçliğine dalıp gittim. 40 yıla 10 ülke sığdırılan diplomatik hayat yolculuğunun labirentlerinde dolaşırken heyecan, mutluluk, özlem, korku, sevinç, üzüntü, gurur ve düş kırıklıklarının izini sürdüm.  Özellikle de Ersavcı’nın; “Avustralya’da bulunduğumuzda Türklere bu kadar saygı duyan başka bir ülke olmadığını, Atatürk’ün ANZAC annelerine hitaben söylediği sözlerin çok kişinin ezberinde olduğunu ve bu metnin düşmanlıkları duygusal bir bağa dönüştüren bir diplomasi örneği olduğunu, her 10 Kasım’da anma töreni yapıldığını anlatan tümcelerinden çok etkilendim.

Handan Ünlü Haktanır’la çok merak ettiğim Hindistan’ın egzotik havasını, kültürel toplumsal yapısını, örf ve adetlerini solurken, modernizmle ortaçağın çarpıştığı bu ülkeyi, hele de Yeni Delhili falcıların kehanetini, Ganj Nehri’nde kayıkla gezmeyi, tüm cesaretimi toplayıp fillere binmeyi çok istedim!

 Lemis Elagöz Okandan’ın Rusya ve Washington anılarını okurken kadın olmanın, pratik çözümleri bilmenin ona ve çevresine kazandırdıklarına bir kez daha tanık oldum. Rezidansları (İngilizce olan “residence” sözcüğü dilimize “rezidans” olarak geçmiştir. Büyükelçinin konutu demektir) eve ve yuvaya dönüştürmenin, konutta kedi besleyerek, ana vatandan her gelene maydanoz siparişi vererek mutlu mesut yaşamanın inceliklerini öğrendim. (ne işime yarayacaksa demeden!)

Dilek Pamir’le hem dostum arkadaşım Demet Taner’in kardeşi olarak baştan tanış olmanın kazancı,  hem de Newyork’taki konuşmamdan sonra konsolosluk binasında benim için verdiği yemekte ülkemizden ABD’ye uzanan yolculuğunun kültür ve sanat kokan anılar senfonisinde dolaştım. Elia Kazan’dan Robert de Niro’ya, Al Pacino’dan Carrol Baker’e, Michael Douglas’tan Catherine Zeta Jones’e, Barbara Walters’ten Robin Williams’a uzanan tanışıklık ve dostluklarını alkışladım…

Kitabın tek yabancı gelini olan Jülide Taşkent’le aşkın, âşık olmanın, engelleri sevdiği adam için aşmanın ve sevdanın nelere kadir olduğuna bir kez daha şapka çıkardım. Kazakistan’da görev yapan bir Türk sefiresinin başarılarını, yaptıklarını çabalarını görüp duygulandım. Hele de Rusya’daki Türk büyükelçiliğinde görev yapan 4 hizmetliyi sponsorlar aracılığıyla Antalya’ya tatile gönderdikten sonra bir hizmetlinin kendisine teşekkür ederken; “Cennetin neye benzediğini bilmiyorum. Ama ben cennete gidip geldim” şeklindeki sözlerini tüm emekçiler adına içim burkularak okudum…

Güniz Tümer’le taşınmaların insan ruhunda yarattığı travmaları, haftalar, aylar sonra gelecek eşyaların yolunu beklemeyi,  her taşınmayla yaşamın kapanan bir parçasını, bu taşınmalardan çocukların nasıl etkilendiğini, Bern, Tahran, Sofya, Bratislava’da geçirilen yılları okurken en zor anlarda bile bir ışığın aniden parlayabileceği gerçeğini yakaladım…

Füsun Utkan’la yeni bir elçilik nasıl açılırmış,  bunun için hangi yollardan geçmek gerekirmiş, bir otel odası Kançılarya’ya ( Elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili görevlilerin çalıştığı yer demek) nasıl dönüştürülürmüş, duruma göre diplomat eşinin sekreteri, santral memuresi, şoförü nasıl olunurmuş bunların inceliklerini ve yöntemlerini öğrendim.

Bu sorumluluk bilincine işaret eden, alçakgönüllü, müthiş emek, sabır ve duyarlılıkla ele alınan çalışma için emeği geçenleri alkışlıyorum. Şefik Onat’a, okuyanı alıp bir yerle götüren, okurun önünde bir yol ve yolculuk açan bu yapıt için görkemli bir selam yolluyorum. Teknik yatkınlığını, sağlam dil yapısını ve ustalığını iyi bildiğim Editör Kemal Kırar’ı kutluyorum. Daha fazla ipucu vermemek için susuyorum. Bu kitabı okuyun bahse varım, bana katılacaksınız!

Bu kitaptan sana kalan ve seni en çok etkileyen neresi oldu derseniz! Yanıtım şu olur; Kurmacaya değil, yaşanmışlıklara yer veren, içimizden birilerinin anlattığı bu anılar demetini demli bir çay tadında, gevrek bir simit lezzetinde zevk alarak okuduğumu söylerim…