ÇOK GÜLDÜM
Bir de “Dış güçler dese, işte o zaman tam olacak” diyordum ki, dedi vallahi
Türkiye’deki Gezi benzeri bir direnişin tam ortasında şu an Amerika.
Siyah bir vatandaş, polisin son derece kötü muamelesi sonunda göz göre göre can verdi.
Doğal olarak halkın büyük tepkisi oluştu.
Bu tepki çığ gibi büyüdü ve sadece yaşandığı Minneapolis ile sınırlı kalmayıp ülkenin her tarafına yayıldı.
İşin aslı şu ki, bütün gösteriler son derece barışçıl ve doğal.
Ancak büyük kitlelerin katıldığı tüm barışçıl gösterilerde olduğu gibi, bunlarda da araya sızan kimi provokatörler Amerika’da da şiddet görüntülerine yol açtılar.
Tabii şiddet olaylarının çoğunda Amerikan polisinin orantısız güç kullanmaya kalkmasının etkisi de var.
Görüntülerden anladığım kadarıyla Amerika’daki eyaletlerde bizdeki gibi çevik kuvvet benzeri bir polis gücü yok.
Bu nedenle polislerin çoğu, kalabalık kitlelerle karşılaştıklarında tam olarak ne yapacaklarını bilemiyor ve sokak kavgası yapar gibi tekme tokat girişiyor.
Bizdeki gibi su sıkan “TOMA” tipi araçlar da pek yok ama gaz sıkıyorlar.
Bunların ötesinde bir de Başkan Trump’ın açıklamaları, attığı tweetler de ortalığı iyice kızıştırıyor.
Dünkü yazımda “Bunlar ne kadar tanıdık değil mi?” diye sormuştum.
Trump’a göre bu olayları başlatanlar solcular, teröristler, anarşistler.
Trump’ın konuşmalarını izlerken “İster misin şimdi bir de üstüne dış güçlerden söz etsin” diye düşünürken, Trump gerçekten dış güçlerden de söz etmez mi?
Tabii söz konusu Amerika olunca dış güç tanımı da farklı oluyor.
Bizdekiler dış güçler deyince akıllarına önce Amerika’yı getiriyor.
Sonra NATO ülkeleri ve Avrupa Birliği ülkeleri ön plana çıkıyor.
Rusya, İran, Çin gibi ülkeler pek dış güçten sayılmıyor.
Amerika içinse dış güç deyince akla önce iki ülke geliyor; biri Çin, diğeri İran.
Ama Trump, bu kez bunlara bir de Zimbabwe’yi ekledi.
Neresi diye sormayın, Zimbabwe bir Afrika ülkesi.
Beyaz Saray’ın da zehir hafiye gibi danışmanları var, onlar Trump’a demişler ki, “Zimbabwe kaynaklı tweetler de gördük, Çin ve İran zaten ilk baştan beri tweet atıyor.”
Trump da kalkmış bu ülkeleri suçlamış.
Dünkü yazıyı yazarken, “Eline İncil almış mıdır?” diye düşünmedim elbette, aklıma gelmedi çünkü.
Ama aklıma gelmeyeni Trump yapmış.
“Vandallar ortalığı karıştırıyor, halkı zor tutuyorum, çok ağır silahlarla donatılmış polis ve askerleri, göstericilerin üzerine süreceğim” açıklamalarını yaparken bir eline de İncil’i alıp sallamış.
Demek ki kendini vazgeçilmez sanan, otoriter davrandığında kendinden olmayan herkesi hizaya getireceğini düşünenlerin ortak davranışlarından biri de bu elinde kutsal kitabı sallamak.
Bu kural, ülkeler ne kadar gelişmiş olursa olsun değişmiyor anlaşılan.
Her ülkenin yoksul, cahil, eğitimsiz ve tekdüze yaşayan kalabalıkları var ve bu tür popülist propagandalara hep kanıyor.
Bakalım Amerikan halkı çok değil, 6 ay sonraki başkanlık seçimlerinde ne yapacak?
Elde bir kutsal kitabı sallamak, başka ülkelerdeki gibi seçim kazandıracak mı?
Dış güçler masalını anlatmakla, koltuğunu koruyabilecek mi Trump?
Zaman az, hepimiz göreceğiz sonucu.
BUNU YAZMAK GEREK
Amerika’da kimsenin aklına BBC için soruşturma açmak gelmez
Bundan 7 yıl önce Taksim’de Gezi direnişi yaşanırken, iktidar ve yandaşları yabancı ülkelerin televizyonlarının Türkiye’den yayın yapmasına ateş püskürüyordu.
Özellikle halka yoğun saldırıların yapıldığı bir sırada, Amerikan CNN televizyonunun canlı yayın yapması “uluslararası bir komplo” olarak nitelenmişti iktidar tarafından.
Erdoğan’ı yıkmak isteyen dış güçler, yerli hainlerle iş birliği içindeydiler ve CNN de bunun bir parçasıydı.
Tabii yerli CNN, neredeyse o büyük direnişi yok saydığı için orijinal CNN’in gazetecilik yapmasına çok şaşırıyorlardı.
Gezi olaylarından panikleyen yandaş tetikçi medyadaki bazı kalemşörler ise “Böyle bir hainlik olmaz, CNN kendi ülkesinde böyle bir olay yaşansa yayınlar mı?” gibi akla ziyan sorularla Türkiye’deki basın özgürlüğüne indirilmek istenen darbelere bahaneler üretmeye çalışıyordu.
Tabii bu kafaya ne desek boştu.
Öyle coşan tetikçiler vardı ki, “Amerika’da böyle bir olayı yayınlayan gazetecilerin cesetleri, ertesi gün çöpte bulunur, Amerikan devleti hiçbir ihaneti affetmez” gibi ipe sapa gelmez yazılar bile yazdılar.
Şimdi Amerika bir tür Gezi direnişini yaşıyor.
Dünyanın bütün medyası bu ülkede.
İngiliz BBC, Beyaz Saray önünde halka gaz bombalarıyla saldırılmasını canlı yayınlıyor.
CNN, tüm eyaletlerden canlı yayın yapıyor.
“Bu kadın, Türkiye’yi karıştırmak için özel olarak gönderildi” diye suçlanan Christiane Amanpour, Amerika’daki Gezi benzeri olayda da canlı yayın yapıyor ve ekrana çıkardığı polis müdürü, “Trump, yeter artık çok konuşma tahrik etme” diye sesleniyor.
Bazı bölgelerde, her ülkede görülebileceği gibi polis, medyanın çalışmasına engel olmaya çalışıyor hatta bir CNN muhabiri kelepçelendi bile, ancak sonuçta hiç kimsenin aklına, “Televizyonlar bu olayları niye yayınlıyor, gazeteler niye bu haberleri büyütüyor?” demek gelmiyor.
İktidarı korumak kollamak için kendilerini siper eden yandaş tetikçi medyaya bu gerçeği hatırlatmak istedim.
Yine şiştiler çünkü.
Bİ SORALIM BAKALIM
Minare fareleri hâlâ yakalanmadı
Neyse ki, İzmir’de bazı camilerin hoparlörlerinden şarkı yayınlanması görüntülerini paylaşan CHP’li Banu Özdemir serbest bırakıldı.
Sürekli hukuk garabeti yaşanan ülkemizdeki son tuhaflık da buydu.
Her nasılsa, camilerin hoparlörlerinden şarkı çalanlar bulunamıyor ama bunu bir haber gibi duyuran kişi anında tutuklanıyor.
Bakın aradan kaç gün geçti.
Hâlâ hoparlörlere sızan minare fareleri yakalanamadı.
7 yıl önce bir çocuğun attığı tweeti derin bir araştırma sonunda bulan ve “Burada Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret var” diyerek gözaltı uygulaması yapan istihbaratımız, cami minarelerinden müzik yayını yapanları bir türlü bulamıyor.
İçişleri Bakanı, farkında olmadan kendini o makama atayan AKP Genel Başkanı’nı yalanlarcasına “Burada bir provokasyon söz konusu” derken, adamları nedense bunu yapanı bulamıyor.
Yoksa aslında yapanın kim olduğu biliniyor mu?
Bu da mümkün.
Çünkü böyle bir eylem ancak cami içinden yapılabilir.
Ne bileyim, belki kimin yaptığını buldular da “Hay Allah bizden biri çıktı” diye üstünü mü örtüyorlar yoksa?
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bu rakamları yorumlamak çok zor
Artık gevşek günlere geçtik.
Gevşek dediğim, korona günlerinde sıkılaştırılan yaşamlarımızın bir parça rahatlatılması.
Gerçi vatandaşların çoğu “tamam bitti artık” havasında.
Maskeler olmasa, korona günlerini yeni atlatmaya başladığımızı anlamak mümkün değil.
Peki bu musibet gerçekten bitiyor mu?
İkincisi de “Türkiye gerçekten bu sınavdan başarı ile mi çıktı?”
Memduh Bayraktaroğlu dünkü yazısında “Ölüm sayılarında, Türkiye’nin dünyadaki 10’uncu ülke olduğunu” yazmıştı.
Bayraktaroğlu, “195 ülke arasında 10’uncu olmak başarı mıdır?” diye soruyordu.
Ben de başarıyı tam anlamıyorum.
Elbette bu musibetten kurtulalım ve bunun için ne gerekiyorsa yapalım ama bunu bile bir siyasi propagandaya çevirmek ve doğru olmadığı halde “Dünya bize parmak ısırıyor” demek, çok gerçekçi değil.
Bugün ben de bazı dikkat çekici rakamlar vermek istiyorum.
Tüm komşu ülkeler ile Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerdeki vaka ve ölüm sayılarına baktım.
Kabaca bu rakamlara bakınca da çok büyük bir başarı gözükmüyor.
31 Mayıs itibarıyla kayıtlara geçen resmi rakamlara bir de siz göz atın;
Yunanistan: Vaka 2817, ölüm 175
Bulgaristan: Vaka 2515, ölüm 140
Romanya: Vaka 19.257, ölüm 1266
Ukrayna: Vaka 24.012, ölüm 718
Gürcistan: Vaka 794, ölüm 12
Ermenistan: Vaka 9402, ölüm 139
Irak: Vaka 6439, ölüm 205
Azerbaycan: Vaka 5494, ölüm 63
İran: Vaka 151.466, ölüm 7797
Suriye: Vaka 122, ölüm 5
İsrail: Vaka 17.106, ölüm 285
Mısır: Vaka 24.985, ölüm 959
Libya: Vaka 156, ölüm 5
Tunus: Vaka 1077, ölüm 48
Cezayir: Vaka 9394, ölüm 653
Fas: Vaka 7807 ölüm 205
Fransa: Vaka 185.851, ölüm 28751
Türkiye’de ise vaka sayısı (1 Haziran itibarıyla) 164.769, ölü sayısı ise 4563.
NOSTALJİ
Kabataş görüntülerini hâlâ izleyeceğiz
Amerika’da Gezi benzeri olayları görünce aklıma Kabataş yalanı geldi.
Yandaş tetikçi medya, Gezi’den öylesine paniklemişti ki; akıl almaz yalan haberler yaparak algı yaratmaya çalışmıştı.
Bunlardan biri de Kabataş’ta türbanlı bir kadının, bellerinden üstü çıplak, deri pantolonlu, deri eldivenli ve kırmızı bandanalı bir grubun saldırıya uğramasıydı.
Bebek arabasında bebeği olan kadına, hunharca saldırmışlardı, baygınlık geçiren kadının üzerine bir de idrarlarını yapmışlardı.
Bütün bunlar on binlerce kişinin gözü önünde yaşanmıştı ama güya kadının ifadesi dışında her nedense tek görgü tanığı bile yoktu.
Buna karşı, her biri iktidarın tetikçisi gibi davranan yazarlar, saldırıyı ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Bir de utanmadan “Görüntüleri izledik, midemiz bulandı” diyorlardı.
Dönemin başbakanı da “Görüntüleri kısa süre sonra kamuoyu ile paylaşacağız, rezaleti göreceksiniz” diyordu.
7 yıl geçti aradan hâlâ o görüntüler yok ortada.
Ama yandaş tüm yazarların aynı başlığı kullanarak yazdıkları köşe yazıları bütün utanmazlığı ile hafızalarımızda duruyor.
NOT: Sahi bir de camide bira içme ve seks yapma görüntüleri vardı, onlara ne oldu?
https://twitter.com/can_atakli_