BİR URFA HİKAYESİ; KANLI GÖMLEĞİNDE KURU EKMEĞİ!..
Tandır dediğim, içinde kömür ateşi bulunun bir mangal, onu çevreleyen çemberden yapılmış bir kubbe ve üzerine örtülmüş bir yorgan...
1950’li yıllarmış sanırım...Geçimlerini kaçakçılık yaparak sağlayan Kötüler Mahallesi sakinleri, bir temmuz sıcağında, gözyaşlarını bile kahreden bir çığlığa hapsolmuşlar!..
O gün Kötüler’den tam 18 kişi, mayınlı arazileri aşıp Suriye’ye gitmiş...
Birkaç gün sonra, dönüş yolunda jandarma sınırın tam ucunda fark etmiş onları... 17’si atlarına binerek bölgeden kaçmayı başarmış, ancak garip Reşit mayınlı araziden bir türlü çıkamamış...
Anlatılana göre, Urfalı Reşit oldukça yoksuldu... Babası Halil, kayınbiraderiyle tütün getirmek için Antep’e giderken bindikleri teknenin Fırat Nehri’nde batması sonucu ölmüş!..
Reşit, amcasının kızı Gerha ile evliydi... Bir kızı vardı adı Şefika... Eşi ikinci çocuğuna hamileydi...
İşte sınırda, namlu üzerindeyken küçük Şefika ile hamile karısını ve 4 kız kardeşini düşündü Reşit...
O temmuz günü, öğle saatlerinde güneş ortalığı kavururken, mayınlarla çevrili bir tarlanın ortasında, üzerine namlular tutulmuşken Reşit belki de az sonra toprağa düşecek canına değil, mayına mahkum ailesine ağladı!..
Reşit’in yalvarıp yakarması sonuç vermedi... O an; uçsuz bucaksız ovada, yerden buhar kalkarken, sıcağı yarıp geçen bir mermi, zulme sığınmış bir öfkeyle savruldu ve Reşit’i bacağından vurdu...
Ter boşalmış teni hisseti ki, ölüm son darbeyi vuracak bir gaflet arıyordu bedende!..
Ölüm bir mayının sinsiliğinde, ayakları altındayken, kan dökülen bacakları onu daha fazla ayakta tutamadı...
Yere düştüğünde de aman diledi Reşit;
“Yapmayın kardaşlar, bu yarayla ölmem ben!.. Bırakın gideyim...”
Razıydı Reşit, bacağını takatsız bırakan mermiye!.. Sürüklenip geçecekti sınırı ama, jandarmalar insafı güneşin kavurucu ateşine terk etmişlerdi...
Kaçakçılar çok uzaktan “4 bacının tek kardaşı” Reşit’in can havliyle gökyüzüne savurduğu çığlığını duymuşlar, yerde aman dileyen yoldaşlarını çaresizce izliyorlardı...
Onların yapacağı pek bir şey yoktu... Az sonra jandarmanın namlusu yine Reşit'in üzerindeydi...
Merhamet gözleyen kuşlar!..
Ölüm bir mayın tarlasıyla, elli metre ilerideki jandarma namlusunun arasında öfkeden merhamet dilerken, ovanın üzerinde uçuşan kuşlar Mezopatamya’nın tarihine nakşolacak yeni ve de kanlı bir öykünün yazılışına tanık oluyordu!..
Reşit toz toprak içinde, gözyaşları terine karışırken son bir kez daha haykırdı; “Durun ula vurmayın, 4 bacının tek kardaşıyam ben!.. Vurmayın beni!..”
Ekmeği mayına köle eden yoksulluk, canı kaçağa mahkum eden çaresizliğe ağladı...
“Hükümet emri”ydi vurulmak ve belki de devletin onurunu kurtarmak!..
Reşit’in son “aman”ı da çare olmadı... Az sonra bir mermi ölüme en hızlı koşusuyla, kara gözlü o delikanlının göğsünün tam ortasına indi!..
O anda... İşte o anda, anladı ki kuşlar, bir yürek toprağa düştü, bir can yoldaşsız kaldı!..
Reşit vücuduna ihanet eden o merminin alçaklığıyla sırtı üstü düştü...
Cansız bedeni saatler boyu mayın tarlasının tam ortasında kalırken, arkadaşları dörtnala gittiler Kötüler Mahallesi’ne...
Kötüler’de herkes, her zamanki gibi damlarına çıkmış kaçakçıların yollarını gözlerken kara haber, kara atlar üzerinde ulaştı!..
Anladı ki Kötüler’in kadınları, bir yürek eksikti eve ekmek getiren terli atların üzerinde!..
En acı çığlık!..
Reşit’in ölümü Kötüler’i ağıda sürükledi... Kadınlar göğüslerine vurarak şivan ederken, genç kızlar saçlarını yoldu garip Reşit için...
Kaçakçı ağası Hasano, bir cipe binerek Suriye sınırındaki Parapara Köyü’ne gitti... Reşit’in cesedi mayınlı araziden çıkarılmış, köy meydanına bırakılmıştı.
Hasano, cenazeyi Kötüler Mahallesi’ne getirip, meydandaki kayalığın üzerine bıraktı...
Reşit’in yarasına bakmak için beyaz gömleği aralandığında, koynuna sakladığı kuru ekmeğine dadanmış karıncalar göründü...
İşte o zaman şivanın en acı çığlığı, en bela tonunda öylesine yankılandı ki, çevredeki mağaralarda hem kuşlar hem de kurtlar isyan etti o zalim ölüme...
Dört bacı, altı amca kızı garip Reşit’in cesedi üzerinde saatlerce gözyaşı döktü...
10 kilo tütün, 10 kilo çay ve birkaç metre kumaş için toprağa düşen yalnızca Reşit’in bedeni değildi... Kendi yurttaşına aman vermeyen devletin babalığı da gömülmüştü kara toprağa!..
Reşit öldükten birkaç ay sonra doğan kızına Reşide adını verdiler...
Gerha’nın birkaç yıl sonra evlendiği kaçakçı hamalının ise zaten Suriye adında bir kızı vardı!..
Kötüler Mahallesi’ndeki onlarca kadın gibi Reşide ve Suriye de, çocuklarına Reşit adını verdiler...
İşte o çocuklar, mayına ve öfkeye inat Kötüler Mahallesi’nde yaşamaya devam ediyorlar!..
OKURLARA NOT;
Suriye'de iç savaşın kışkırtıldığı 2011'in ortalarında kaleme aldığım bu yazı bir gerçek yaşam hikayesidir... Ne tuhaf ki, Reşit'in kara toprağa düştüğü sınırdan 60 yıl sonra geçerek Urfa'ya gelen binlerce Suriyeli onun mahallesinde de ekmek ve yaşam peşindeler... Hepsi gelirken tütünlerini ve çaylarını mayınsız getirmişlerdi!..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac