NOSTALJİ
Biz nelere inandık nelere
Geçenlerde sosyal medya hesaplarımdan birine yine nostaljik bir takılma düştü.
Üzerinde biraz oynayarak sizlere de sunmak istedim.
Neleri yapardık, neleri yapmazdık, nelere inanırdık, nelerle dalgamızı geçerdik?
Şimdiki gençlere biraz tuhaf gelebilir ama yaşandığı sırada kimseyi rahatsız etmezdi bunlar.
■ Annemiz geceleri dışarı sofra örtüsü silkmenin ve kirli su dökmenin melekleri rahatsız edeceğini söylerdi. Oysa karanlıkta birinin başına dökülmesinden çekinilirdi. Ama öyle söylerse kimse uymaz ki.
■l Anneanneler “Geceleri tırnak kesmek günahtır” derdi. Aslında çok geçmişte mum ışığında tırnak keserken bir yerimizi kesmemiz de mümkündü ama o yıllarda bile gençler buna uymaz korkusuyla günah denmişti.
■ Geceleri ıslık çalınması şeytanları çağırmak demekti.
■ Yine gece sakız çiğnenmezdi, ölülerin etinin çiğnendiğine inanırdı yaşlılarımız.
■ Gece aynaya bakmak da uğursuzluk sayılırdı. Tabii aslında loş ışıktaki görüntü biraz korkutucu olur, buydu asıl kastedilen.
■ Gerçi şimdi de yapılmıyor değil ama başımıza kötü bir şey geldiğinde hemen kurşun dökülürdü tepemizde. Kurşun dökülmeden çocukluk geçiren var mıdır bizim yaşlarda?
■ Ceketimizin paltomuzun bir kenarında mutlaka bir mavi nazar boncuğu iğneli olurdu.
■ Babaannelerimiz okul başladığında, tatile giderken, hastalıktan kalktığımızda başımızdan tuz çevirir dualar okurdu.
■ Kaçımızın iç çamaşırının bir kenarına tutuşturulmuş muskası yoktu ki.
■ Her yıl en az bir kere topluca yatırlara gidilip de çaput bağlamayanımız var mıydı acaba?
■ Yolda, piknik yerinde çişimiz geldiğinde, “Git ağaçların arasına, aman destur demeyi unutma, cinleri toplama başımıza” uyarısını her seferinde duyardık.
■ Kibritle oynamanın uyurken altımıza işeteceğine,
■ İncir ağacına tırmanılmayacağına,
■ Makası açık bırakırsak kavga çıkacağına,
■ Pilav yerken tabağında bıraktığın pirinç taneleri kadar çocuğumuz olacağına,
■ Yemediğimiz lokmalarının ardımızdan ağlayacağını inandırılmıştık.
■ Gidenin peşinden su dökülürse yolculuğu su gibi geçer tez zamanda da dönerdi.
■ Küçükken çiklet çiğnersek sakalımızın çıkmayacağını öğretmişlerdi bize.
■ En çok polisten korkardık, çünkü yaramazlık yaparsak gelip babamızı götürebilirlerdi.
■ Kötü bir şey anlatırken tahtaya vurmayanımız var mıydı, hala da var ya.
■ Su içerken “aklımız kaçmasın” diye yere çömelip elimizle başımıza koymaz mıydık?
■ Dışarıda köpekler uluduğunda babaannem neden terlikleri hemen tersine çevirirdi?
■ Kaybolan bir şeyimizi ararken arkadaşlarla topluca “Şeytan aldı götürdü satamadan getirdi” demez miydik?
■ Sabah yüzümüzü yıkamazsak annemiz “Şeytan bütün gece yüzünü yaladı, öyle mi gezeceksin?” diye azarlardı bizi.
Bütün bunlar aslında ne tatlı anılardır.
Tabii ki hiçbirinin bir anlamı yok ama mantığı var.
O da asıl gerçeği söylemek yerine küçük yalanlarla bizi korkutup tehlikeden korumaya çalışan büyüklerimizin, kendi büyüklerinden, onların da kendi büyüklerinden öğrendiği hoşluklardı bunlar.
Mutluyduk be…
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Kanyon sinema yönetiminin nezaketsizliği
Geçen hafta pazar günü vizyona yeni giren “Allah Yazdıysa Bozsun” filmini yazmıştım sizlere.
Gonca Vuslateri’nin başrolünü oynadığı romantik komedi filmi.
Cuma günü bir arkadaşım aradı, “Senin yazıyı okuyunca merak edip biz de gitmek istedik” dedi.
Sonra başına geleni anlattı.
Kanyon AVM’deki sinemaya gitmişler. Film 13.40’ta başlayacak ilk seans.
Öğle vakti olduğu için lokantalardan birine girmişler, laf lafı açarken biraz gecikmişler, alelacele içeri girmişler, gişedeki kişi “12 dakika oldu başlayalı” demiş.
Çaresiz salona girmişler ama o da ne, içerisi kapkaranlık.
Görevli gelmiş arkalarından, “Bu seansta kimse yoktu, bu nedenle biz de başlatmadık” demiş, arkadaşlarım “Aman ne iyi” deyip yerlerine oturmuşlar ve bir iki dakika sonra film başlamış.
Ama garip bir başlayış, çünkü başrol oyuncusu Gonca Vuslateri yatakta yatıyor ve bir rüya görüyor arkadaşları da başında beliyor.
Hani son zamanlarda bazı filmler jenerik falan göstermeden pat diye başlıyor ya onlar öyle zannetmişler.
Ama film ilerledikçe bir kopukluk olduğunu fark etmişler, çünkü bazı konuşmaların hele filmin son sahnesindeki düğün bölümünün anlamını çözmekte zorlanmışlar.
Peki, ne olmuş?
Film meğer aslında başlamış, ama salon boş diye filmi perdeye yansıtmamışlar.
Seyirciler gelince düğmeye basmışlar ve film beyaz perdede de belirmiş ama 14’üncü dakikasından itibaren.
Müşteriye saygıya bakar mısınız?
KOMİK
Bir “Hiç değişmemişsin” hikayesi
Bu pazar da madem biraz nostaljye takıldı, konunun bir de başka tarafından bakalım.
Yıllar geçse de insanlar yaşlandıklarına inanmak istemezler.
Buna karşı yaşıtlarının ise durumunu hep feci olarak tanımlarlar.
Şimdi size çok ilginç bir hikaye anlatacağım, yaşlanan ama yaşlandığını bir türlü kabullenmeyen Melahat Hanım’ın yaşadığı şoku.
Yıllar sonra rastladığı arkadaşına “Melahat hiç değişmemişsin, hiç yaşlanmamışsın. Hâlâ, maşallah fıstık gibisin” demiş Hatice.
Melahat, “Sen de öyle… Ya da öyle zannediyoruz” karşılığını vermiş.
Hatice, “Zaten umumiyetle böyle oluyor. İnsan yakından tanıdığı bir arkadaşını, dostunu kırk sene görmese bile hemen tanıyor!” diye cevaplamış.
Melahat, acı acı gülüp “Sen öyle zannet!” diye tekrarladıktan sonra anlatmaya başlamış;
Bundan üç ay önce yeni bir dişçiye gitmiştim, oturmuş beklerken, dişçinin duvarda asılı olan diploması gözüme ilişti. Diplomada adamın tam ismi yazılı idi. Birden otuz sene geriye, mektep senelerime gittim. Acaba bu diplomanın üzerinde ismi yazılı olan Hakan Erdem Özşahinbey; benim bir zamanlar aşık olduğum, uzun boylu, gür siyah saçlı, yeşil gözlü sınıf arkadaşım Hakan olabilir miydi?
Diş tabibinin yanına girince bu sualin cevabını almış oldum. Karşımdaki seyrek gri saçlı, yüzü çizgiler ile dolu olan şişman adam, benim Hakan’ım olamazdı.
Her şeye rağmen işim bitince sordum; “Siz hiç Beşiktaş Lisesi’ne gittiniz mi?”
Adam gurur içinde, “Evet. Ben oradan mezunum” dedi
Sordum; “Hangi sene?”
Doktor “1980 mezunuyum” yanıtını verdi ve sonra sordu “Neden sordunuz?”
Ben heyecan ile “Siz benim sınıfımdaydınız!” diye bağırdım.
O kel kafalı, kırışık suratlı, yüz otuz kiloluk şişko herif bana baktı, baktı ve şöyle dedi.
“Kusura bakmayın hocam hatırlayamadım, acaba hangi derse gelirdiniz?”
ÇOK GÜLDÜM
Bu hafta 3 fıkramız var
Keyifli bir pazar günü dileyerek Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla sizleri baş başa bırakmak istiyorum;
Çocuk ayırımı
Anne, kardeşimle beni çok ayırıyorsun, onu ne kadar çok seviyorsan beni de o kadar sevmiyorsun.
Olur mu bir tanem? Nerden çıkarıyorsun bu olumsuz düşünceleri?
Kardeşime sürpriz doğum günü partisi yapacaksın diye bütün balonları bana şişirttin, doğum günü pastasını almak için pastaneye beni yolladın, hediyeyi bana aldırdın.
Ne var bunda? O senin kardeşin ama?
Tamam da anne ama biz ikiziz..!
Doktorda
Adam doktora gitmiş, “Doktor, nedenini bilmiyorum ama tarif edilemez bir sıkıntım var” demiş, “Boğazım bir tuhaf. Çok gergin, sanki görünmez biri beni ensemden tutup çekiyor. Üstelik ensem de buz gibi. Kötü bir şey mi acaba? “
“Sakin olun, endişelenecek bir şey yok” demiş doktor, “Sadece kazağınızı ters giymişsiniz..!”
Uzaydan
İki uzaylı, galaksimizin derinliklerinde bir barda buluşmuşlar.
1. Uzaylı – Buraya gelirken üçte ikisi sularla kaplı mavi bir gezegenden geçtim, keratalar nükleer silahı keşfetmişler. Bütün birikimlerini o silahın geliştirilmesine harcıyorlar.
2. Uzaylı – Ciddi misin? Bu çok tehlikeli bir buluş. Bundan hemen federasyonu bilgilendirmeliyiz. Galaksimiz için büyük risk olabilir.
1. Uzaylı – Gerek yok. Ben de öyle düşünmüştüm ama gerek yok. Silahları hep birbirlerine doğrultmuşlar.
Cumartesi ve pazar günleri, FlashHaber’de hafta içi yayınlanan ana haberlerde yaptığım yorum ve analizlerden özetler sunuyorum. Bütün haftayı bilgi dolu sohbetlerle yeniden değerlendirmek için kaçırılmayacak bir fırsat.
https://www.youtube.com/channel/UCT2Bh5Xd5NLMnO69_QW2UKg
https://twitter.com/can_atakli_