BİZE DÜŞEN NE midir?
Bir yanda durmadan yeni hamleler yaparak, bıkıp usanmadan yeniden diriliş, şahlanış destanları yazarak, bir türlü yeniden doğuşlara doymayarak, her daim hayati reformlara(!) imza atarak ülkemize çağ atlatan bir yönetim…
Diğer yanda 4 kişiden 1’inin işsiz olduğu, 1.8 milyon çocuğun aile reisinin evinde boş oturduğu, işsizler ordusunun 12 milyona dayandığı, kriz ve işsizliğin salgın hastalığı düşündürecek hal bırakmadığı, salgının toplumun sadece 10.8’i için en önemli sorun haline geldiği, geriye kalan milyonların öncelikli sorununun iş ve aş olduğu bir ülke...
Bir yanda 20 yıldan beri Büyük Türkiye yürüyüşünü başlatan, yeni bir süreç, yeni bir dönem için tarihi kararlar alan, enerjiden aşıya, yerli otomobilden yerli ve milli sanayiye yeni keşifleri hayata geçiren, önemli gelişmeleri ekonomik hamlelerle süsleyerek durmadan ilerlediğini savunan siyasi erk…
Her yanda “eskiden evdeki hesap çarşıya uymazdı, şimdi yapılan hesaplar hem çarşı pazara, hem salgına uymuyor!” diyen bir halk! “Yapılan tüm hesaplar allak bullak oldu, tablo karamsar, tedbirler yetersiz, bıktık, usandık, mücadele uzun soluklu, yol uzun, tünelin ucundaki ışık henüz görünmüyor” diye yakınan milyonlar…
Bir yanda 750 milyon dolara mal olan ve çöpe giden Ankapark’ı yapanların vicdanen son derece rahat olduğu bir ülke! Diğer yanda icra dosyası sayısı 22 milyona yaklaşan ülkemizde, aylardır kirasını ödeyemeyenlere üç kuruş yardımı, borçlarını ödeyemeyen esnafa destek paketini çok gören siyasi irade…
Avrupa’nın çöp deposu olan ülkemiz…
Bir yanda Avrupa’dan Türkiye’ye her gün 241 kamyon dolusu plastik atık gelmesine göz yuman, İngiltere’den geçen yıl 210 bin ton plastik atık gelmesini önemsemeyen, Almanya’nın, İngiltere’nin plastik çöpünün Adana’nın su kanallarını, tarlalarını, yollarını sardığını görmezden gelen bir yönetim! Diğer yanda 4 yılda 18 kat artan plastik atık ithalinin başımıza ne işler açtığını ve açacağını, çöp ithalatında yıllık 600 bin tonla neredeyse dünyanın atık deposu, çöp kutusu olduğumuzu görmeyen bir yönetim…
Bir yanda İzmir’in, İstanbul’un, Adana’nın sokaklarında karşınıza çıkan Almanya’nın, İngiltere’nin çöpleri! Diğer yanda kent merkezinden uzaklaştıkça önünüze çıkan çöp dağları! (Geçtim Avrupa’nın çöp deposu olmanın yarattığı moral bozukluğunu tarım alanlarına dökülen atıkların halk sağlığı açısından büyük bir tehdit olduğunu gören yok mu, gelinen noktanın çok acınası olduğunu bilen yok mu? Kaygıların gelecekle, keşkelerin geçmişle ilgili olduğunu düşünen yok mu? Güzel ülkemizin batının çöp deposu olmasından rahatsız olan yok mu?)
Bir yanda Avrupa’nın en büyük plastik atık çöplüğü olmaktan duyduğumuz övünç! Diğer yanda gelen çöpleri dönüştürmeyen, yollara, tarlalara, su kaynaklarına atarak çevre kirliliği ve doğa katliamı yaratan bir anlayış… (Keşke durmadan bizi kıskanan “EY Batı’nın” çevre bilincini alsaydık çöpünü değil)
Bir yanda çığlıkların duyulmadığı, acıların görülmediği, yoksulluğun, çaresizliğin ne olduğunun önemsenmediği bir bakış açısı! Diğer yanda pazarlardaki çürük sebze ve meyveleri toplayanların hiçe sayıldığı bir düzen! Bir yanda ekonomik krizden çıkmanın yolunu halkına İBAN vermekte gören bir anlayış! Diğer yanda hayatı haram olanlardan istenen helallik…
Bir yanda genç işsiz sayımızın 11.1 milyon ile Bulgaristan ve Belçika’nın nüfusunu geride bıraktığını bilmeyen, görmeyen, duymayanlar! Diğer yanda iki gençten birinin mutsuz olduğu, ne eğitimde, ne istihdamda olan genç oranının yüzde 28’i geçtiği, gençlerin hayalinin yurtdışına kaçmak olduğu bir ülkede gelinen (getirilen mi demeliydim?) bu hazin noktanın sorumlu makamları ilgilendirmediği gerçeği…
Bir yanda genç işsizlikte dünyanın en kötü 18 ülkesi arasında yer alan, 2019 verilerine göre ülkemizden göç eden nüfusun yüzde 41’i genç olan, 2002- 2019 yılları arasında 15-29 yaş arası binlerce gencin intihar ettiği ülkemiz…
Diğer yanda geçinemeyen, işsiz kalan, dükkânını kapayan, kepengini indiren, tezgâhını açamayan, personeline yol veren, borçlarını ödeyemeyen, ruhsal bunalıma giren, kendini değersiz, işe yaramaz, yalnız hisseden günde ortalama 9 kişinin kendi eliyle kendi hayatına son vermesinin ülkeyi yönetenlere hiçbir şey ifade etmemesi…
Bir yanda uyarılara kulak tıkayan, yakın tarihi doğru okuyamayan, gelmekte olan tehlikenin farkına ısrar ve inatla varmayan, hatada ısrar eden, “bana ne” diyen, “bir de bunu denesek ne çıkar” diyen, “bir kereden bir şey olmaz” diyebilenler! Diğer yanda “insanların günah işleme özgürlüğü vardır” şeklinde açıklama yapanların, “Türkiye’nin şahlanışından rahatsız oluyorlar!” diye konuşanların neden olduğu tıkanan yollar için çözüm önerisi olanların yok sayıldığı bir ileri demokrasi…
Teselli notu: Görünürde de olsa; Sosyal desteklerin ciddi oranda arttığını, uluslararası değerlendirmelerin sosyal desteklerimizi iyi bulduğunu, sağlık hizmetlerinde destan yazıldığını, yatırım ve istihdam alanlarında ülkeyi aydınlık yarınların beklediğini, batının bizi kıskandığını savunan bir anlayış! Doğrusu bu toz duman içinde tüm bunları içi boş da olsa, kulağa hoş da gelse, inandırıcı bulmasak da sevindirici bir sonuç olarak görüp oh diyerek rahatlıyoruz da!
Da’sı şu; Her şey madem böyle tozpembe o halde; Mart ayında aralarında 14- 15- 16- 17 yaşlarında 13’ü çocuk olan 112 kişi neden intihar etti? Bu çocuklar- gençler yaşamın çok başında, hayatlarının baharında arkalarında bir ömür boyu unutulmayacak acı ve boşluk bırakarak neden intiharı seçti? Gerginliğin, umutsuzluğun, kederin, üzüntünün nelere yol açtığı, o dramların ardında yatanın ne olduğu bu ülkeyi yönetenlerin ilgi ve sorumluluk alanlarına girmiyor mu, ya da onları ilgilendirmiyor mu?
Özetle liste uzar gider. Biz hayalleri ve hedefleri olanlara da şaşırmak, düşünmek ve üzülmek kalır…