Aydınlanma Devrimi'nin Önderi, Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk'ü 77 yıl önce bugün kaybettik.
Devrimlerini sürdürmek bir yana, iyice uzaklaştık...
Geldiğimiz yer ortada, tersanelerimize kadar girdiler!..
Onu saygı, sevgi, minnet ve utanç içinmde anıyorum.
Aslında dört sözcükten oluşan bir cümle yeter:
- Devrimlerini tamamlamak boynumuzun borcudur...
***
“Tarım ve hayvancılığın çöküşü Özal’la başladı!..”
Coğrafi yapısı gereği bir tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye, tabiatına aykırı olarak1984 yılında et ithalatını serbest bıraktı. İlk bakışta basit bir ticari tedbir gibi görünmekle birlikte etkileri itibarıyla çok önemliydi...
Et ithalatının serbest bırakılması üzerine bazı kurumlar ve firmalar miadı dolmak üzere veya dolmuş olup imha edilmesi gereken etleri kilosu 1 Mark’a ithal ederek Türk halkına yedirdi. İç piyasada et ucuzladı ancak, hayvancılık hızlı bir şekilde azaldı. Ve bugün hayvan ithal eder duruma geldik... Hayvancılık bitme noktasına gelince, tarım yan ürünleri ve yem fiyatları düştü, dolayısıyla da tarlalar ekilmez, dağlarda ot biçilmez oldu. Hayvancılığı takiben tarım da bitti. Tarım ve hayvancılığı biten bir ülkenin yaşaması mümkün değildir. Anadolu insanı iş için topraklarını bırakıp büyük şehirlere yığıldı. Dağları, yaylaları çobanların yerine başkaları sahiplendi.
-İşte Türkiye bu noktaya böyle geldi!..
1986 yılının Temmuz ayında rahmetli Turgut Özal Erzurum gezisine çıktı. Köylü ve hayvan sahipleri Özal’ı soğuk karşıladı. Özal nedenini sorunca. “et ithalinin serbest bırakılmasına halk çok kızgın, dağda çoban kalmadı” cevabını alınca, şu karşılığı verdi:
-Dünyada serbest piyasa koşulları var. Dağlar boşalsa da bildiğimiz yolda devam edeceğiz!..
Tarım ve hayvancılık entegre bir olaydır. Biri olmazsa öbürü de olmaz. Türkiye et ithalini serbest bırakarak, Türk hayvancılığının dolayısıyla da tarımının çökmesine neden oldu. Arjantin, Şili, Avustralya, Yeni Zelanda gibi coğrafi yapısı bize benzeyen ülkelerin en büyük gelir kaynağını hayvancılık ürünleri ve ona bağlı endüstriler oluşturur...
-Biz ise küresel ticari bağlantılara en değerli stratejik sektörümüzü kurban etmekten çekinmedik.. (Daha da vahimi) durumu görenler Özal’a gidip, “efendim et ithalini durdurun, dağlar boşaldı” dediğinde, şu yanıtı verdi:
-Ben de zaten dağları boşaltmak istiyorum!..
İşte Türkiye’nin çöküşü böyle oldu! Binlerce yıldır tarımla uğraşan, üreten Anadolu insanı önce perişan, sonra da tüketici durumuna düştü. Köyler boşaldı, şehirler koca bir köy oldu, binlerce işsizle doldu... Terörün artması, ekonomik sıkıntılar, işsizlik, kapkaç gibi olayların temelinde yatan sorun budur!..
Bu et ithalatının neticesi olarak çobanlar, Doğu ve Güneydoğu’da dağdan çoban olarak inen gençler, inikleri şehirde iş bulamadıkları için tekrar dağa çıktılar,
-Ancak bu kez PKK’lı olarak!..”
Yukarıdaki çarpıcı analiz, Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar dönemindeki önemli isimlerinden eski bir siyasetçiye ait. Bu analizi bana ulaştıran kaynak, bu fikirlerinden dolayı ünlü siyasetçinin Özal’ın gözünden düştüğünü, hatta aforoz edildiğini de söyledi.
-Evet ama ne yazık ki çok ama çok haklı çıktı!..
CHP’nin pek demokrat yöneticileri!..
Seçim bitti, muhalefet çakıldı...
Demokrasinin adam gibi işlediği ülkelerde, yenilen partiler ne yapar? Çok basit; önce çıkar bir özeleştiri yapar, sonra koltuğunu boşaltır gider, öyle değil mi? Ama güzel ülkemizde siyasetçiler istifanın “de” halini kullanırlar:
-İstifade!..
Her durumdan istifade ederler, gitmemek için bin bir dereden su taşırlar. Sonuçta, her defasında bir şekilde adamlarıyla birlikte işin içinden sıyrılmayı becerirler!.. MHP’den söz etmeyi bile lüzumsuz buluyorum; peki ya CHP?. Defalarca seçim kaybeden(artık sayısını şaşırdım) Kemal Bey ve ekibi, bu kez de oyunu koruduğu, hatta üç yüz bin dolayında artırdığı gerekçesiyle koltuğa yapışmış oturuyor. Onunla da kalmıyor, kendine CHP’li sıfatını yakıştıran bir takım haddini bilmezler, durumu eleştiren gazetecilere terbiyesizce saldırıyor.
Twitter’da, facebook’da en ağır saldırılarda bulunanları geçtim ki, biz zaten Ak trollerden alışığız, CHP’nin İzmir İl Başkanı Bedri Serter’e ne demeli?. Uğur Dündar’la Yılmaz Özdil’in eleştirilerine tahammül edemeyen Bedri Bey bakın ne dedi:
-Gazeteciyim diye köşe yazıp Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret eden Yılmaz Özdil ve Uğur Dündar’ı kınıyor, daha da yazılarını okumuyorum. Herkes haddini bilecek.
Şu üsluba bakın; herkesin en doğal hakkıdır bir yazarı okumak ya da okumamak. İyi de “herkes nasıl haddini bilecek?” Ne yapacak Bedri Başkan, bu laf bir CHP’liye yakışır mı diye düşünürken İzmir’den yanıtını öğrendim:
-Meğer arkadaş 1919’a hazırlanıyormuş!..
Hem belediye başkanlığına, hem de milletvekilliğine adaymış, hangisi çıkarsa bahtına... Bunlar da ısınma hareketleri tabii!..
Aydın Doğan’a bir tavsiye daha
Seçim sonrası Hürriyet’in iktidar mahfillerine yazdığı “pamuk mektup” sonrası Star gazetesi yazarı Cem Küçük’ten Aydın Doğan’a gerçekten yenilip yutulması zor “talimatlar” gelmiş, ben de “değer miydi bunca aşağılanmaya” demiştim.
Yanılmışım, beterin beteri varmış! Bu defa sahneye Tuğçe Kazaz çıktı ve tavsiyelerini sıraladı:
-Hiç bir gelişmeyi doğru okuyamayan tetikçilerini susturmalı. Yazdıkları yazılarla insanları itibarsızlaştırmalarına izin vermemeli...
https://twitter.com/umit_zileli