BU ANAYASA MAHKEMESİ'NE BEN DE GÜVENMİYORUM

ANALİZ

Bu Anayasa Mahkemesi’ne ben de güvenmiyorum

Cumhurbaşkanı Erdoğan Anayasa Mahkemesi’nin iki gazeteci hakkında verdiği karara karşı “Bu Anayasa Mahkemesi’ne güvenmiyorum, kararına saygı duymuyorum, uymuyorum” dedi.
İki üç gündür bu sözleri tartışıyoruz.
Öncelikle herkes şunu bilmeli; Cumhurbaşkanı böyle bir açıklama yapamaz.
Anayasa Mahkemesi kararını “beğenmemek” ya da “eleştirmek” başkadır, “saygı duymamak” başka ama “uymamak” bambaşka bir şeydir.
Anayasa’nın bir numaralı teminatı olması gereken Cumhurbaşkanlığı makamının, bırakın en yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesi kararına, normal mahkeme kararına saygı duymaması bile söz konusu olamaz.
Eğer zaten oluyorsa o anayasa fiilen ortadan kalkmış demektir ki bunun adına da “darbe” denir.
Konunun bu tarafı zaten hararetle tartışılıyor.
Ben bugün farklı bir noktaya değinmek istiyorum.
Bu mahkemeye ben de güvenmiyorum.
Çünkü bu mahkeme, iktidarın cemaatle birlikte yürüttüğü, devleti ele geçirme operasyonu sırasında, kurulan kumpasların, yapılan sahtekârlıkların sonucu, bir meşruiyet kazanması için yeniden yapılandırılmıştı.
Yanlarına aldıkları sözde liberal, demokratların desteği ile Anayasa Mahkemesi, iktidarın tekerine çomak sokmaması için yeniden ele alındı. Üye sayısı artırıldı. Bir tehlike yaratmasın diye de bugünkü iktidarın kontrolüne devredildi.
Bunu da referandum ile halka kabul ettirdiler.
Yeni Anayasa Mahkemesi oluşurken dönemin Cumhurbaşkanı Gül ile dönemin Başbakanı Erdoğan kafa kafaya verdiler ve kendilerine en bağlı isimlerin seçilmesine özen gösterdiler.
Şimdi bazı yandaşlar “Anayasa Mahkemesi üyelerini Gül seçti, hepsi cemaatçi, zaten bu nedenle bu kararı aldılar” diye veryansın ediyorlar.
Ama seçildikleri gün kimsenin böyle bir tepkisi yoktu.
Ve eğer Erdoğan’la cemaatin arası açılmamış olsaydı Anayasa Mahkemesi’nden kimse şikâyetçi olmayacaktı.
Edindiğim izlenim şudur; Anayasa Mahkemesi son kararını tamamen hukuka ve hakka dayandığı için böyle vermemiştir.
Ara not; Bu cümlem Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliye edilmelerinin yanlış olduğunu anlamına gelmez. İki gazeteci zaten hiç tutuklanmamalıydı. Anayasa Mahkemesi kararı doğrudur ama bu mahkemenin siyasi davranmadığını göstermez.
Eğer iktidar eskisi gibi cemaatle iç içe olsaydı. Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir karar vermesi düşünülemezdi bile.
Bunu yazarken mahkeme üyelerini hedef almak istemiyorum. Çünkü bizler bu durumu anayasa referandumundan önce aylarca dilimizde tüy bitene kadar anlatmaya çalıştık.
Bu anayasa maddesinin iktidara yargıyı tümden ele geçirme fırsatı vereceğini söyledik.
Oysa şimdi buruşturulup birer birer çöplüğe atılan sözde liberal demokratlar “yetmez ama eveeeeet” çığlıkları atarak halkın beynini yıkadılar.
Görünen o ki şu anda cemaatçilerin elinde olduğu söylenen Anayasa Mahkemesi saraya esaslı bir darbe vurmuştur.
Ama unutmayalım, tokmak henüz iktidarın elinde. Yarın onun da bir numarası ortaya çıkacaktır.

BUNU YAZMAK GEREK

“Uymuyorum” demek mahkemeye “sen de uyma” talimatıdır

Saray, Anayasa Mahkemesi’nin iki gazeteci hakkında verdiği karara çok öfkelendi.
Belli ki önce öfkesini gizlemek istedi. Kendisi konuşmadı.
AKP Grubu’nun “kararı sevinçle karşıladık” açıklamasına karşı sözcüsüne kararı eleştiren bir açıklama yaptırdı.
Sonra bekledi. Hükümetten bir adım gelmesini umdu muhtemelen.
O da gelmeyince, bugüne kadar gördüğümüz en “kötü” konuşmalardan birini yaptı.
Anayasa Mahkemesi kararına saygı göstermeyeceğini daha da ötesi “uymayacağını” söyledi.
Tabii nasıl uymayacak bilmek zor. Çünkü karar Cumhurbaşkanlığı ile ilgili değil, uymama gibi durum da olamaz.
Bu olsa olsa “uymayın” talimatıdır. Yargıya “Anayasa Mahkemesi kararına uymayın, savcı harekete geçsin, tahliyelere itiraz etsin, bir başka mahkeme tekrar tutuklama kararı versin” emridir bu.
Bu emri uygulayacak karakterde midir davanın savcısı şu anda bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki Can Dündar ve Erdem Gül için “tahliyelere itiraz” gelme olasılığı yüksektir.
İki gazeteci tekrar tutuklanabilir.
Şaşırır mıyız? Hayır burası Türkiye. Sarayda da Erdoğan oturuyor.

FIKRA GİBİ

Yalçın Akdoğan “Ben bilmem beyim bilir” havasında

Televizyonların unutulmaz haberlerinden biridir. Kimin yaptığını hatırlamıyorum ama akılda kalan laf, cahil bir kadının televizyon muhabirinin sorusu üzerine “Ben bilmem beyim bilir” cümlesidir.
Dolmabahçe’deki o ünlü toplantıyı düzenleyen, poz poz fotoğraflar çektiren, ertesi gün yandaş medyanın manşetlerine “tarihi zafer, büyük barış” manşetleri attıran Yalçın Akdoğan Erdoğan’ın aylar sonra gösterdiği tepkiden sonra sus pus oldu.
Akdoğan “Dolmabahçe mutabakatı, Erdoğan’ın bilgisiyle mi yoksa ona rağmen mi yapıldı?” sorusuna “Cumhurbaşkanımızın açıklaması olmuştur. Liderimizin ötesinde söz söylemeyi doğru bulmuyorum” karşılığını verdi.
İyi de toplantı Cumhurbaşkanı’nın da çalıştığı ofiste yapıldı. Zafer kazanılmış gibi sunuldu. O sıralarda Erdoğan hiçbir şey söylemedi. Ne zaman ki oy için açılımın rafa kalkması da şart oldu, o toplantı da tu kaka edildi.
O günün kahramanı Yalçın Akdoğan’ın bugün söyleyecek bir lafı yok. Tıpkı o ünlü haberdeki gibi “Valla ben bilmem, reisim bilir.”
Türkiye bu halde işte.

DEDİKODU

Afrika gezilerinin ardında ne var?

Cumhurbaşkanı Erdoğan fırsat buldukça Afrika ülkelerine seferler yapıyor.
Kamuoyu Erdoğan’ın gittiği bazı ülkelerin adını bile bilmiyor. O gidince vatandaş da dünyada böyle bir ülke olduğunu öğreniyor.
Peki, Erdoğan neden sıklıkla Afrika ülkelerine ya da isimlerini bilmediğimiz ülkelere gidiyor?
Bu konuda rivayetler muhtelif.
En çok konuşulan şu; “Erdoğan’ı Batılı demokratik ülkeler artık konuk olarak ağırlamaktan fazla haz etmiyorlar. Erdoğan da bu durumda küçük ülkeleri tercih ediyor.”
Bunun için sarayda çok ciddi çalışmalar yapıldığı da söyleniyor. Dışişlerine sürekli “Sayın Cumhurbaşkanımızı davet ettirin” baskısı yapıldığı ileri sürülüyor.
İşin kötüsü, bazı küçük ülkeler de dahil bu taleplere hep olumsuz yanıtlar geldiği de belirtiliyor.
Afrika ülkelerinin anlamı ise bir başka.
Fethullah Gülen cemaatinin en çok iş yaptığı ülkeler genellikle Afrika’da. Burada okulları olduğu gibi, ki zaten okullar bu ülkelere giriş için en önemli fırsatlar olarak görülüyor, çeşitli yatırımları var.
Altın ve elmas madenleri, diğer değerli madenler işleten cemaatçi iş adamları son yıllarda çok büyük servetler kazandılar.
Kağıt işi yapıyor örneğin cemaatçi işadamları Afrika ülkelerinde.
Cemaatle kavgaya tutuşan ve devlet gücünü kullanarak bu yapıyı ezmeyi neredeyse “birinci hedef” yapan Erdoğan’ın bu küçük Afrika ülkelerindeki yöneticilere “cemaatle olan ilişkilerini kesmelerini” söylüyormuş.
Peki, başarılı oluyor mu?
Oldukları varmış. Bazı Afrika ülkelerindeki cemaat okulları ya kapatılmış ya da başkalarına devredilmiş veya el konulmuş. Ayrıca madencilik, sanayi ve ticaret alanında iş yapan cemaatçilere de bazı ülkelerde artık büyük zorluklar çıkarılıyormuş.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Turizmdeki sıkıntıyı dile getirince kızanlar şu rakamlara baksın

Suriye’deki hatalar nedeniyle iyice batağa saplanmamız ve Rus uçağını düşürmemizden sonra en büyük darbeyi biliyorsunuz turizm yedi.
Hem bölgedeki savaşla, hem de kendi içinde terörle dünyanın her ülkesinde konuşulur hale gelmemiz, turizmimize büyük zarar verdi.
Tabii bunu AKP iktidarına ve özellikle yandaş yalakalarına anlatmak da çok zor.
Çünkü onlara göre hayat toz pembe devam ediyor. Saray biliyorsunuz bir hafta önce yaptığı açıklamada 1000’in üzerindeki otelin satışa çıkarıldığını görmezden gelerek “yabancı yatırımcıların taleplerini karşılayamıyoruz” açıklaması yapmıştı.
Duyan da zanneder ki bütün dünya Türkiye’ye gelmek için can atıyor.
Bu gerçekleri yazınca bize çok kızıyorlar ama türlü yalanlarla gerçeklerin üstünü örtmek de mümkün değil ki.
İşte turizmdeki çok büyük gerilemeye basit rakamsal bir örnek.
Geçen yıl Şubat ayında Antalya’ya 8 bin 307 Rus turist gelmiş.
Bu yıl şubat ayında gelen Rus turist sayısı ne kadar biliyor musunuz?
55. Yazıyla ellibeş.
Başka yazacak bir şey var mı?
Yok. Nokta.


https://twitter.com/can_atakli_