BU BAKIŞ DEĞİŞİR mi? ACİLEN DEĞİŞMELİ…
Karşı karşıya olduğumuz ve her geçen gün dozu artan baskı ve açıklamalara bakınca! Yoksulun borcunun, varsılın servetinin günbegün arttığını görünce! Gözümüzün içine baka baka parmak sallanana sallana yapılan açıklamaları duyunca! Hele de varsıl ya da yoksul herkesin ülkemizin kaderinden kendine düşen keder payını, karınca kararınca aldığına tanık olunca! Eyvah diyorum…
MEB’in bütçesini ve yatırımları azaltarak, tarikatlara dolaylı destek verdiğini okuyunca! Bitip tükenmek bilmeyen ve bitmeyeceğe benzeyen zam haberleri yağmur gibi yağınca! (bıktınız biliyorum) Bu koşullarda ülkenin dikensiz gül bahçesine dönmeyeceğine bir kez daha inanınca! Eyvah ki ne eyvah diyorum…
Ben getirdim, ben götürürüm diyenlere bakınca! Kendi kendime bi sakin ol, bi derin nefes al, bi içinden 10’a kadar say, bi rahatla, bi ya sabır çek diyorum. (Hani bünyeyi zorlamaması açısından!) Ve sonra kendi kendime mırıldanıyorum, kırıp dökmede sınır tanımayan kadrolar, keşke biraz da koruyup kollayabilseydi daha az mutsuz olurduk sanki. (Kimlerin korunup kollandığı ortada da!)
Bir zamanlar bu ülkede; “Artık konsolosluklarda, başkonsolosluklarda, büyükelçilik kapılarında beklemek yok. Korkarak, ürkerek, baş eğerek teslim olmak yok” denilirdi. Gelinen noktada sorum şu! Tüm bu böbürlenmeler için bilimsel araştırmalar yapıldı mı? Bu havadan atıp tutmalar için sosyolojik temel arandı mı? Bu yüksekten bakmalar psikolojik tabana dayandırıldı mı? Yoksa laf olsun torba dolsun babından mı söylendi? Sorumun yanıtı evetse yandık. Neden mi yandık? Şu nedenle yandık! Biri, öteki, beriki değil tüm batı tekmili birden birlik olmuş bizi kıskanıyor! Kim bilir bizim için daha neler planlıyor bu zalım batı(!) onun için yandık…
Hal ve gidiş böyle iken gel de dertlenme şimdi. Ya da dert içeren deyimlere sarma, sarılma! “Dertli söyleyen olur.” “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.” “Dert bir olsa çekmeğe ne var” gibi. Sözcükleri özenle seçerek ve tane tane anlatarak sormak isterim. Vefa, değerbilirlik, saygı, tevazu, hakça paylaşım, derde deva olmak neden bu toprakları terk etti? Hem ülkesini seven, hem milletin hem de ümmetin istikametini çizen dünya liderlerine sahipken neden işsizlik alıp başını gitti, neden dış dünyada itibarımız azaldı, niçin turizm can çekişmeye başladı?
Hukuku hiçe sayarak, sorgusuz sualsiz insanları toplayarak, coplayarak, demokrasinin sesini kısarak, yargı bağımsızlığını unutarak, talimat-emir komuta üçlüsüyle karar vererek bir yerlere selam çakılır ama yarınlara sadece is kalır iz değil desek etkili olur mu? Bir yere ait olmak güç gerektirir doğru! Öne çıkmak cesaret ister doğru! İçimizdeki çekinceleri, çekmeceleri, bagajları günü geldiğinde kullanırız o da doğru! Ancak “Kandırıldım, saflığıma geldi” gibi artık kabak tadı veren ama yufka yürekli seçmeni can evinden vuran sözler hala prim yapıyorsa yazıp da ne olacak?
Yine eğitimin felsefesi yokken devrimi nasıl olur? Ya da yönetimin halkına, çocuklarına, gençliğine layık gördüğü sistem bu mudur? Kaş kaldırıldığında başbakan, gözler açıldığında bakanlar, parmak sallandığında belediye başkanları, el havaya kaldırıldığında taban, saraya çağırıldığında partililer, uçağa aldığında basın hizaya giriyorsa bunun adı beden dili midir? Otoriterlik mi? Yorumu size kalmış…
Çok sevilen kürsülerden AT tolgalı beylerbeyi edasıyla ve hamaset soslu cengâverlik masalları anlatılarak bir yere varılamayacağını bilen bilir de, yere göğe koymayanlara ne demeli? Burada ciddi bir durum var desek!