Bİ SORALIM BAKALIM
Bu Montrö lobisi de ne ola?
“Kanal İstanbul’u yaptırmayacağız diyorlar. Haydi bakalım göreceğiz, bu hafta ihaleye çıkılıyor, sonra ilk kazma vurulacak” diyor.
Niye bu inatlaşma ve kiminle anlamak mümkün değil.
Bilimsel olarak söylenenler var.
Siyasi olarak öne sürülenler ortada.
Sosyal ve ekonomik yaşama vuracağı darbeler de anlatılıyor.
Oturup bunları konuşmak varken, “Biz bunlara kulak asmayız” anlayışı içinde, “Sadece benim dediğim doğrudur” mantığı ile yürümek aslında Türkiye’ye hançer sokmak gibidir.
Sorun Kanal İstanbul’un yararlı olup olmayacağı değildir, bu konuda sarayın hiçbir şey dinlememesi ve sırf beğenmediği kişiler istemiyor diye inatla bu projeyi gerçekleştirmek istemesidir.
Ben her şeye rağmen son kararı bilimin vereceğine inanıyorum.
Eğer bu kanal, bilimsel açıdan İstanbul’u ve Marmara’yı, sonra da dolaylı olarak Türkiye’nin batı ve Trakya bölgesini çok olumsuz etkilemiyorsa, buna inanırsam bu kez maliyetine ve sosyal yararına bakarım.
Maliyeti ve sosyal hayata katkıları konusunda da ikna edici bilgilere sahip olursam buna niye karşı çıkayım ki?
Ancak tek adam konumundan geri adım atmamak için sürekli inatlaşmayı, toplumu germeyi, kin ve nefret tohumları atarak bundan siyasi yarar sağlamayı uman AKP Genel Başkanı, buna hiç yanaşmıyor. “Bunu ben istiyorsam yapılacak, o kadar” diyor, başka bir şey demiyor.
O halde biraz iddialı da olsa şunu yazmak istiyorum;
“Madem öyle; bu proje olmayacak, bu kanal yapılamayacak.”
Sarayın emrindeki yandaş yalaka tetikçi medya da elbette boş durmuyor ve Kanal İstanbul güzellemeleri ile beyin yıkamaya, özellikle yoksul ve cahil halk üzerinde algı yaratmaya çalışıyor..
“Montrö lobisi” diye bir tanım uydurmuşlar.
Neymiş Montrö lobisi Kanal İstanbul’un yapılmaması için hareket geçmiş.
Peki kim bu Montrö lobisi üyeleri?
Elbette bu kanalın yapılmasını istemeyenler.
Bir an “Tamam, Montrö lobisi var” diyelim.
İyi de bu lobinin amacı ne olabilir?
Örneğin kendimi koyayım ortaya.
Bu proje ile ilgili kafamda sayısız soru işareti varken elbette “Yapılmalı” demiyorum.
Bunun Montrö ile ilgisi ne?
Montrö ne diyor?
“Burası uluslararası sudur. Bu suyolunun (Boğazlar) kontrolü Türkiye’dedir. Sivil gemiler bu suyolundan belli kurallar içinde yararlanırlar. Ancak askeri gemiler için durum farklıdır. Kıyısı olmayan ülkeler Karadeniz’de askeri gemi bulunduramaz.”
Sanıyorum iktidar ve yandaş yalakalarının kafasını bozan Montrö kuralı bu.
Onlar, Amerika’nın Karadeniz’e açılmasını istiyor.
Sanıyorlar ki Kanal açılırsa Amerikan gemileri rahatlıkla Karadeniz’e açılabilecek ve orada kalabilecek.
Karşı çıkanlara, “Bunlar Montrö lobisinin ajanları” demeleri bundan.
Amerika’yı sevmiyorlar ve boyun eğmiyorlar ya.
Bugün kalabalık bir kitle oluşturan cahil ve yoksul halk, bu iktidarın Amerika’ya kafa tuttuğunu sanıyor ve iktidar da bu kesimin desteği ile ayakta duruyor.
Ama eninde sonunda hatta çok kısa bir süre sonra halkın tamamı aslında bu iktidarın tamamen Amerikan desteği ile ayakta durduğunu ve Amerika’nın her istediğini 17 yıldır hiçbir itirazda bulunmadan yerine getirdiğini öğrenecektir.
FIKRA GİBİ
8 yılda 71 kere gelen yerli otomobil
Sarayın bakan olarak atadığı memurlardan teknolojiye bakan Mustafa Varank, üstü örtülü iki otomobil önünde fotoğraf çektirmiş.
Söylediğine göre, üstü örtülü arabalar Türkiye’nin ürettiği ilk yerli otomobiller.
AKP Genel Başkanı da aralık ayı sonuna doğru bu otomobillerin tanıtılacağını söyledi biliyorsunuz.
Açıkçası pek merak etmiyorum.
Niye biliyor musunuz?
Çünkü bana göre böyle bir otomobil yok. Ama ortaya derli toplu otomobile benzeyen bir şey koyabilirler. Ama böyle bir otomobili, bizim Tele1 binasının bulunduğu Seyrantepe Sanayi Mahallesi’nde yapabilecek en az 10 usta tanıyorum.
Mesele prototip otomobil yapmak değil ki. Bunun seri üretimine geçmeniz, çok daha önemlisi de ülke içinde sattığınızdan kat be kat fazlasını dışarı satabilmeniz gerek.
Şu anda en büyük sır, otomobil fabrikasının nerede olduğu.
Bunu bilen yok.
Ama Gebze’de üretilen bir model olması mümkün. Burada merak ettiğim asıl husus da şu;
Bu otomobil özel Türk sermayesi tarafından mı üretilecek, yoksa bizzat devlet mi yapıyor?
Çünkü şu ana kadar “beş babayiğit” olarak tanıtılan isimlerden hiçbir şey duymuyoruz. Onlar çalışıyor, otomobil üretiyor ama nedense açıklamaları sarayın memurları yapıyor. Bu arada Yeniçağ gazetesinde harika bir haber gördüm. Saraya en yakın gazetelerden biri olan Yeni Şafak gazetesi, Erdoğan’ın “Yerli otomobil yapıyoruz” dediği 2011’den bu yana tam 71 kere “Yerli otomobil görücüye çıkıyor, yerli otomobil yollarda” türü haberler yapmış.
Dile kolay, tam 71 kere.
Bu bile, böyle bir otomobilin olmadığını, olamayacağını göstermiyor mu bize?
BUNU YAZMAK mı GEREK
Devrim şehidi Kubilay’ın katledilmesi okul kitaplarında yok artık
Bugün 23 Aralık.
Bu tarih Cumhuriyet döneminin en kara günlerinden biri olarak tarihe geçmişti.
Bundan 89 yıl önce, 23 Aralık 1930’da İzmir Menemen’de, Cumhuriyet’e, medeniyete karşı ayaklanan gözü dönmüş bir gerici grup, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan Kubilay’ı kör testere ile keserek şehit etmişti.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, medeniyete yüzünü dönmek istemeyen bugünün IŞİD’çilerini andıran gericilerin giriştiği sayısız eylem var. Menemen olayı, bunlar içinde sembol haline gelmiş olan çok acı bir olay. Cumhuriyet devrimlerden ve Atatürk’ün sarsılmaz kişiliğinden aldığı güçle yıkılmadan yoluna devam etti. Bugünlerde Cumhuriyet’i yıkmaya, Atatürk devrimlerini ortadan kaldırmaya, Atatürk’ü milletin gönlünden silmeye çalışanlar elbette yine faaliyette. Ama attıkları bütün adımlara, iktidar olmanın sağladığı avantajlara rağmen, hâlâ güçleri buna etmiyor ve yetmeyecek.
Tabii buna rağmen boş durmuyorlar. Sağladıkları bazı avantajların verdiği cesaretle örneğin, yakın tarihimizin bu büyük lekesini kitaplardan çıkardılar. Önceki ders kitaplarında yer alan Menemen olayı, yeni dönemde 8. ve 12. sınıf “TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitaplarından kaldırıldı. Kimi solcuların “aydınlık görüşlü laik bir eğitimci” sandıkları Milli Eğitim Bakanı’nın talimatıyla bu yıl okullarda Kubilay’dan söz edilmesi mümkün değil.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Kanal İstanbul’la ilgili hiç utanmadan yalan söylüyorlar
Sarayın hayali 27 Nisan 2011’den bu yana devam ediyor.
Tam 8.5 yıl önce açıkladı AKP Genel Başkanı bu projeyi, ama bir türlü ihale edip işe koyulamadı. Ne zaman İstanbul’u kaybetti, şimdi yeniden “Yapacağım bu kanalı” demeye başladı. Yandaş yalaka tetikçi medya da yıllardır unuttuğu projenin “ne kadar iyi, ne kadar yararlı, ne kadar güvenli” olduğunu ballandıra ballandıra anlatıp bunu bir de “uluslararası bağımsızlığımızı kazanmamız” yalanıyla yutturmaya çalışıyor. Günlerdir bu medyayı izliyorum.
Neler söylemiyorlar ki. İstanbul Boğazı’ndan her yıl 150 milyon ton tehlikeli madde geçiyormuş, sayı her yıl artıyormuş, kanal yapılınca yük hafifleyecek ve güvenlik artacakmış. Yalan şurada; gemi sayısında artış değil düşüş var, çünkü alternatif taşımacılık gelişti. En önemlisi tanker sayısı giderek azalıyor çünkü artık petrol ve doğalgaz boru hatları ile taşınıyor.
Neymiş, kazalar korkutuyormuş. Maazallah petrol yüklü bir tanker Boğaz’ın orta yerinde patlarsa ne olurmuş. Geçmişte örnekleri varmış, neyse ki bunlar ucuz atlatılmış. Kısmen doğu bu iddia; buna karşı en dar yeri 1600 metre olan İstanbul Boğazı’na karşı, genişliği sadece 250 metre olacak olan kanalın bu açıdan güvenli olacağını söylemek mümkün mü? Projenin maliyeti 75 milyar lira olacakmış. Projenin maliyet kalemlerinden önemli bölümü dövizle satın alınacak, ayrıca kredi kaynakları da dış borç olarak gelecek. Bu durumda kanalın maliyetini bugünkü kurdan TL ile açıklamak, halkı kandırmaktan öte bir şey değildir.
Ama bu yalakalar, kanalın gelirini nedense döviz cinsinden anlatarak, “Yılda 8 milyar dolar gemi geçişinden gelir sağlanacak, proje beş yılda kendini finanse edecek” yalanını uyduruyor.
Hesabı, günde 160 gemi geçişine göre yapıyorlar. Bu durumda gemi başına 130 bin dolar ücret alınacak demektir ki, kim bedava geçiş hakkı olan bir suyolu yerine, fiyatı bu kadar yüksek bir kanalı kullanır ki? Yandaş yalakalar proje bittikten sonra en az 1.5 milyon kişiye iş bulunacağını söylüyorlar. İyi de bu kadar kişiye iş sağlamak için böyle absürt bir proje yerine, üretime dönük projeler geliştirilse çok daha büyük bir kitleye iş bulunur.
NOT: Sanıyorum iktidar ve yandaş yalakaları, Amerikan donanmasının Karadeniz’e çıkmasını sağlamalarının dışında kanalı yapınca, Montrö’nün biteceğini ve Boğaz geçişlerinden de benzer para alabileceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle kanala karşı çıkanlara ‘Montrö lobisi’ diyorlar.
YENİ ÖĞRENDİM
İlk otomobilin rengi mavi
Bize “yerli otomobil” diye anlatılan otomobillerle ilgili aldığım bilgileri sizinle de paylaşayım istedim. (Kesin bilgidir)
Şu anda sadece iki tane yapılan otomobillerin rengi mavi imiş. Otomobillerden biri binek, diğeri SUV modeli olarak kamuoyunun beğenisine sunulacakmış.
Teknik dizayn grubu, Ferrari ekibi ile çalışmış. Motoru Ukrayna’dan tedarik edilecekmiş. Görücüye çıkacak iki otomobilin motoru oradan gelmiş zaten.
Fiyatı aman aman pahalı olmayacakmış. AKP Genel Başkanı, otomobilleri Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 100’üncü yıl dönümü olan 27 Aralık’ta “Bakın yaptığım otomobil bu” diye takdim edecekmiş. Bu Atatürk sevgisi de göz yaşartıyor yani. Sarayın görevlendirdiği 5 babayiğit, “Tamam ustalara bunu yatırdık ama fabrikayı nereye kuracağız, seri üretime nasıl geçeceğiz, bunu bir dünya markası haline getirip nasıl ihraç edeceğiz?” diye kara kara düşünüyormuş. Bence hiç düşünmesinler bile. Her şeyi bilen bir tek adamımız var.
https://twitter.com/can_atakli_