BU YAZIYI YAZMA NEDENİM mi? OKUYUN GÖRECEKSİNİZ…

BU YAZIYI YAZMA NEDENİM mi? OKUYUN GÖRECEKSİNİZ…

Bu tür yazıları yazma nedenimi sıkı okurlarım zaten bilir. Yok, bilmiyorlarsa bilsinler, bilmeliler, bilmelisiniz.(!) Ülkemizin aydınlık yüzünü karartma çabaları tüm hızıyla devam ederken, umudunu Katar’a bağlamış bir yönetim pembesi gitmiş tozu kalmış hayallerini yaymayı ve inandırmayı sürdürürken, TBMM yumruklu kavgalara sahne olurken! Gel de yazma!

“Bu akıl tutulmaları arasında artık İstanbul’da yaşamayacağımızı anladık. Telafisi olmayan şeylerin tesellisi de olmuyor. Tenhalarda küçük harflerle, kalabalıkta büyük harflerle konuşan siyasilerimiz biraz da yaşamsal konulara el atsalar ya!” Diyenlerin sayısı arttıkça gel de yazma!

Geçmişten, olumlu örneklerden ders almayan, hiçbir derde derman olmayan, buna gerek bile duymayan, tecrübe biriktirmeyen, her şeyi bildiğini sanan, tabanını da buna inandıran, ek baskıyla, ek basınçla raf ömrünü uzatanlar arttıkça gel de yazma!

Üretimden, yatırımdan, istihdamdan uzaklaşıp, faiz, döviz, borsa, dolar sarmalında boğulan, ihracat yerine ithalatla övünen, sık sık intikam butonuna basarak geçmişi karalayanlar çoğaldıkça gel de yazma!

Bu öznel (!) girişten sonra gelelim sorulara…

Özelleştirme adı altında elimizde ne var ne yoksa yabancıya sattık mı? Ülke içinde üretimi azalttık mı? İhracat yerine ithalata ağırlık verdik mi? Dış borcu ödenemez hale getirdik mi? Üretmeyen ama tüketen bir toplum yarattık mı? Borçla yürüyen bir ekonomiye sahip olduk mu? Babaların evlatlarına; “Ceketimi satar seni yine okuturum!” sözü ceket satarak eve ekmek götürmeye dönüştü mü? Okuduğumuz, dinlediğimiz, değer verdiğimiz tarihsel direnç noktalarımız tek tek kitaplardan, tabelalardan ve gündemimizden çıkarıldı mı? Cevabınız evetse gel de yazma!

Halk koltuğunu, buzdolabını, klimasını, çamaşır makinasını satarak ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyor mu? Bunun sonucu olarak sosyal patlamalar, boşanmalar, intiharlar, dağılan aileler arttı mı? Keskin U dönüşleri, yanlış ve yanlı uygulanan hatalı ekonomik ve tarım politikaları çiftçiyi köylüyü bitirdi mi? Borçla yürüyen bir ekonomiye sahip olduk mu? Cevabınız hayır değilse gel de yazma!

MSB’nın ifadesiyle ülkemizde 9 milyon Suriyeli var mı? 9 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapmak her babayiğidin harcı mı? Durmadan ve hız kesmeden betona yatırım yapmak, yeşili, ormanı, ağacı, yeraltı sularını bitirdi mi?

Nicelik, nitelik, demokrasi, birey hakları, adalet, ekonomi, çevre bilinci gibi yaşamsal konularda giderek büyüyen sorunlarımız ve havada asılı kalan sorularımız var mı? Başka diyarlara ve dimağlara seslendiği için toplumsal sorunları öteleyen, kişisel sorunları önceleyen biri yönetimimiz var mı?

Budur, bu kadardır dedirten yazarları okurken duygulanan! Bu kadar olur, ötesi yoktur dediği konuşmaları dinlerken heyecanlanan! Anlatarak ya da yazarak paylaşırken aşka gelip gözlerini fal taşı gibi açıp, uzun süre kapatamayan vazife kuşağı tek tek kayıp gidiyor mu?

Akşamdan sabaha, dünden bugüne artan zamlar karşısında araç sahipleri hele de şoför esnafı “arabaya binmeye korkar olduk! Daha ne kadar dayanırız?” diyor mu?

Yerli ve milli diye diye günler geçerken, şahlanıyoruz, şaha kalktık, destan yazdık, batı bizi kıskanıyor edebiyatıyla aylar geçerken, en az 3 çocuk önererek doğan her çocuğun kundağına altın yerine 6 bin dolar borç takarak yıllar geçerken olan ülkeye ve yarınlarına oluyor mu?

Özellikle eğitim yoluyla çocuklara ve gençlere dayatılan zihinsel kalıplar, kalıp yargılar onların ruh dünyasında zihinsel şartlanmalara yol açarak düşünsel ve duygusal hasarlar yaratıyor mu?

Kurslar yoluyla küçük çocukların beynini yıkayarak, burslar yoluyla gençlerin kimlik arayışlarını yönlendirerek, iş vaadiyle yetişkinlerin yaşam isteklerini biçimlendirerek özetle zihinsel istismar yoluyla yarınlar ipotek altına alınıyor mu? Böylece sormayan, düşünmeyen, eleştirmeyen, yargılamayan bir toplum yaratılıyor mu?

Hal böyle iken bu soruyu sormak zorundayız! Çare ve çözüm için, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmek, onun değerlerine sağlam ve sıkıca tutunmak, cumhuriyetçilerle bir araya gelmek gerekmiyor mu?

Doğrusu son zamanlarda olup bitene, ağızdan çıkana, düşünülüp konuşulana aklıselimin tepkisi daha çok gülümsemek şeklinde oluyor. Buruk ve acı da olsa!  Yerli ve milli mazeret aranmıyor ama! İki kere ikinin beş etmediği de artık biliniyor. Nokta…