BUGÜN SOMA ve ÇORLU’dayız…
Bu yazı! Kaşıkla verip kepçeyle alanlar, gelir dağılımını bozanlar, ülkenin fabrika ayarlarını yerle bir edenler ve derin dip akıntılarını görmezden gelenler için kaleme alınmıştır.
Bu yazı! Somalı madencilerin haklı direnişini, babası madende ölenlerin yollara düşüşünü, hayatını işçilere adayan sendika başkanlarının yıllara ve yollara dayanan özverisini, evlatlarını yitiren annelerin feryadını yansıtmak adına kaleme alınmıştır.
Bu yazı! Başkente sokulmayan, güvenlik gerekçesiyle durdurulan, mola yerinde betonda yatan, yol kenarında zeytin- ekmekle karnını doyuran, göçük altında gözlerini, ellerini, parmaklarını, babalarını, evlatlarını kaybeden, ömürlerini ocaklarda çürüten, gencecik arkadaşlarının tabutlarını omuzlayanlar için kaleme alınmıştır.
İlk durağımız Soma! Bu yazı! Yer altında ezilerek, grizu faciasında parçalanarak, göçük altında yanarak ölen, akıma kapılan, yetim büyüyen, büyüyünce babasıyla aynı kaderi paylaşarak evlatlarını yetim bırakan, direnişten direnişe koşan, tazminat hakları için yollara düşen, adına iş kazası denilen cinayetlerde yitip giden emekçiler için kaleme alınmıştır.
Bu yazı! Ayaklarında ayakkabı yerine terlik olan, yaralı koyuldukları sedyeyi kirletmemek için ayağındaki yırtık lastiği çıkarmaya kalkışan, yarı aç yarı tok çalışan, madenden pek de sağ ve sağlam çıkmayanlar için kaleme alınmıştır.
Bu yazı! “Yerin altında yıllarımızı, ayaklarımızı, gözlerimizi, ciğerlerimizi kaybettik.” Diyen, “Biz madene; gelirsem lokma yap, ölürsem helva yap diyerek inenleriz.” şeklinde açıklama yapan Somalı madencilerin sözlerinin o ruh halini göstermesi açısından çok çarpıcı bulunduğu için yazılmıştır.
Bu yazı! Seçimlere az kala alt yapı bitirilmeden anlı şanlı törenlerle açılışlar yapılarak kazalara davetiye çıkarmak, “Ben yaptım oldu” mantığının kayıplara yol açan acı ve onulmaz faturasını dile getirmek, siyasi showların mal olduğu bunca kazanın hesabını kim verecek sorusunun bir kez daha yinelemek içini yazılmıştır.
Bu yazı! Yine epeydir kamusal alana hakim olan bilgi, yeterlilik, deneyim, yetenek gibi kıstasların artık yönetim katında aranmadığının ve önemsenmediğinin kanıtı olarak yaşanan acıların, Pamukova’da, Soma’da, Samsun’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta, Aladağ’da, Konya’da ve Ankara’da yitip gidenlerin acısına ortak olma adına yazılmıştır.
Bu yazı! Herkesin gözü önünde, herkesin bilgisi dâhilinde, herkesin tepkisine rağmen artan bu görünmez kazalar için (görünür mü demeliydim?) bundan sonra ne gibi önlemler alınacağının bilinememesi üzerine duyulan kaygıları ifade adına yazılmıştır.
Bu yazı! Yaygın denetimsizlik, artan liyakatsizlik, çıldırtacak düzeydeki kayıtsızlık tavan yapmışken her kazadan sonra olduğu gibi, sorumluluğu ve sorumluları perdeleme, buharlaştırma, klişe cümlelerle dikkatleri dağıtma çabasının gerçekten işe yaramadığının altını çizmek adına kaleme alınmıştır.
Özetle bu yazı! Dost sırtını masa yapanlar, haklı dava için yollara düşenler için, onları selamlamak, acılarını bir kez daha paylaşmak adına kaleme alınmıştır.
Bu yazı! YHT acaba Yüksek Hızlı Tedbirsizlik demek midir diye sormak için, yersiz ve gereksiz özgüven patlamasının halka maliyetinin sonuçlarını yansıtmak için kaleme alınmıştır.
Şimdi Çorlu’dayız! 8 Temmuz 2018’de yaşanan, 25 kişinin hayatına mal olan tren kazasında 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden anne Mısra Sel, haber ekranlarda donup kalırken; “Artık ölenlere rahmet dilemeyin. İstifa edin. Binmeyin şu trenlere, yönetemiyorlar” demişti. Yıllar sonra şöyle diyor; “Bütün hayatım değişti. En başta benden oğlumu çaldılar, hayatımı çaldılar, hayallere dolu bir ömrün yerini mücadele ile geçirdiğim bir başka hayat aldı. İnsan evladının doğum gününde mezarlıkta olur mu?” diye soruyor.
Aynı kazada iki kızını kaybeden anne Funda Dikmen; “Tren kazasıyla birlikte ben başka bir boyuta geçtim. Bizi hayata bağlayan kızlarım yok, hayatlarımızın anlamı yok. Biz düzenimizi çocuklarımızla kurup şekillendirmiştik. Şimdi boşluktayız.” diyor.
Sena Köse’nin annesi Aysun Köse; “Acı aynı acı, hep taze ilk gün gibi. Özledikçe daha da artıyor. Bu facia olmasaydı kızım üniversite sınavına girecekti. Sınav günleri berbat oluyorum. Her şeye, en çok da hayallerine yandım.” Şeklinde dile getiriyor onulmaz acısını.
Özetle demem o ki; Giden her canın arkasında ne çok emek, ne çok çaba, ne çok uğraş, ne çok didinme, ne çok umut vardı. Ve bundan sonra ne çok gözyaşı olacak. Hayatlarımızın siyasi çıkarlara feda edilmesi bir kader olmamalı! Bilmem anlatabildim mi? Evet sanki anlatabildim…