BUZDOLABINA mı KOYALIM? DERİN DONDURUCUYA mı?

BUZDOLABINA mı KOYALIM? DERİN DONDURUCUYA mı?

Başlıktan yola çıkarsak herkesin listesi ve nereye koyacağı aynı değildir kuşkusuz. İyisi mi herkes bulup çıkarsın ve yerleştirsin kendi konularını! Özetlersek eğer; an itibarıyla her derde deva bir DİB var mı? Var! Görev tanımını dinle sınırlamayan bir DİB var mı? Var! 170’e yakın başlıkla halkı, öğrencileri, aileleri, gençleri; “Evliliğe hazırlık sürecinden aile yapısına, çalışan kadından teknolojiye, ödül ve cezadan sosyal çevreye, boşanma adabından erken yaşta evliliğe” kadar pek çok alana el atan bir DİB var mı? Var!

“Ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır, en tehlikeli olanlar üniversite mezunlarıdır” diyen profesörler var mı? Var! Pazar sabahı saat 7’de çocukları namaza götürmek için okul müdürlüklerine resmi yazı yollayan mülki idare amirleri var mı? Var!

Hukukçularla buluşmak istediği için tüm hukukçuları sabah namazına davet eden adalet bakanları var mı? Var! “Telefon, faks, internet ile eşinizden boşanabilirsiniz.” “Milli piyango haramdır” fetvaları veren din adamları var mı? Var!

Şimdi lütfen buraya sığmayacak kadar uzun olan örneklerden seçtiğim bu yazıyı okumaya ara verin! Ve yazacaklarım üstüne biraz düşün ve düşünün.

Hal böyle iken ben kalkıp erdem, dürüstlük, onur, kültür, çağdaş eğitim, evrensel değerler vb. desem olur mu? Ya da topu size atıp aradan çekilsem! İyisi mi aile boyu kadrolaşmalara, bir günde terfi ettirilen vali eşlerine dalmadan beni ağlatan birkaç olaya gireyim. Daha iyi olur…

Efendim konu şu! Kadınların, hele de kadın yazarların elinden ve dilinden kurtulmanın yolları vardır. Yazdıklarını sonuna kadar okumak gibi, ya da “Baktın deli, dön geri!” deyimine sığınmak gibi! Şimdi anlatacağım olaylar için niye ağladığımı baştan açıklamalıyım ki bana hak verebilesiniz!

İlki şu! 14 Fransız gazeteci Türkiye’de tutuklu ve yargılanan 14 gazeteciyi “yalnız değilsiniz” demek için evlat edindi. Onlardan biri olan Bernard Pivot, evlat edindiği Turhan Günay’a bir mektup yazarak şöyle dedi; “Sizi tanımıyorum, ama işlerinizi takdir ediyorum, ayrıca cesaretinize de hayranım. Her ikimizde edebiyatı, düşünce, okuma ve yazma özgürlüğünü seviyoruz. Candan dayanışma ile.” Gel de teee Fransa’dan gelen bu ilginç buluş ve sıcak jeste ağlama…

İkincisi hapishanelerde halen anneleriyle birlikte kalan 700 çocuktan biri olan ve geçen hafta annesiyle birlikte tahliye edilen Poyraz Ali’ye ilgili haber. Atipik otizmli Poyraz Ali’ni annesi Zeynep Bakır 5 yıl sonra tahliye edildi ve şunları söyledi; “Dışarıda kimse kimseye karşılıksız emek vermiyor. Ama içeride öyle karşılıksız bir emek var ki bu emeğe değer biçemezsiniz. İçeri girdiğimizde oğlum 2 yaşında idi, kimseyle konuşmuyordu. O koğuşta çok sevildi, ona sosyal bir ortam sağlandı, Poyraz Ali’nin uyku zamanı o kadar insandan ses çıkmıyordu. Poyraz Ali ile oynama komitesi kuruldu, olması gerektiği gibi oynadılar onunla. Ona emek veren bütün iyi insanlara teşekkür ederim.” Gel de kadınca bu dayanışmaya gözyaşı akıtma…

Üçüncüsü ise! Birkaç yıl önce Erzurumlu kuaförlerin başlattığı akım adım adım yayılmaya başladı. En son Van ve Yalova’dan sesler geldi. Kuaförler; “çocuk gelinlere saç yapmıyoruz” dedi. Restoran sahipleri; “çocuk gelinlerin düğün yemeğini yapmıyoruz” açıklamasını yaptı. Terziler; “çocuk gelinlere gelinlik dikmeyeceğiz” deyip noktayı koydu. Gel de esnafın bu duyarlığına duygulanma…

Bazılarına göre surat buruşturmalık, bazılarına göre önemsiz ve anlamsız olan bu üç örnek için, yani Fransız gazetecilerin jesti, Poyraz Ali’nin mapusluk yılları ve çocuk gelinler için kendilerine büyük önem atfeden anlı şanlı büyüklerimiz, ne der, ne düşünür bilmem ama!

Bildiğim o ki siz okuya durun! Ben anılar denizine girip kaybolmayı göze alarak, gözlüklerimi silmeye, bana umut veren insanlık ve dayanışma adına yüzümü bilmem kaçıncı kez yıkamaya gidiyorum…