CAM TAVANLARI KIRAMASA da ZORLAYANLAR…
Yazı başlığı çok yönlü ele alınacak türden! Açmaya çalışalım; Bazı zihniyetlerin dosyasının her daim kabarık olduğu gerçeğinin farkındayız! Bazılarıyla düşünce yapımızın da, bakış açımızın da örtüşmediğinin ayırdındayız. Bazılarımızın olmazsa olmazı saydığı, hayatını adadığı ne kadar değer varsa yerle bir edildiğinin canlı tanığıyız. Bazılarının her daim geçiş üstünlüğü olmasının, bariyer ve kariyer planlarının sınır tanımadığının şahidiyiz…
Dolayısıyla tanım ve tarif olarak bu bir adrese teslim yazısı mıdır? İşsizliğin 8 milyona dayandığı ülkemizde CB’nın; “Hamdolsun çalışmak isteyen herkesin, iş bulabildiği bir ülkede yaşıyoruz!” demesine dikkat çekmek midir?
Sesini soluğunu hayatın ve sorunların içinde kaybedenlerin; Sorunların üstünü örtenlere, ormanları yok edip, kentleri yaşanamaz hale getirenlere, denizleri doldurup, gölleri, akarsuları kurutanlara, gerilimden, ayrışmadan, kavgadan, intikamdan beslenenlere “biraz da gerçekleri görün!” diye seslenmek midir?
Dişiyle tırnağıyla gelse bile hiç beklemediği bir anda kendini kapı önünde bulanların, arkasında parasal, siyasal, ailevi destek olmadığı için birden bire hayalleri yerle bir edilenlerin kendi kendisiyle hesaplaşıp, “değer miydi, buraya kadar mıydı, neden ben?” diye sorup durmasına “haklısınız!” demek midir?
Çok misafirperver olduğumuzu her adımımızla kanıtladığımız özel konuklarımızdan Suriyeliler 2021 yılında 750 bin bebek yaparken, geri dönmek istemeyenlerin oranı yüzde 80’i bulurken kendi kendimize “hayallere dalmayalım!” uyarısı mıdır?
“Sevinç çığlıklarım yerini hıçkırıklara bıraktı! Çocuklarım aç, ben borçlu iken intiharı düşünmekten başka çarem yok!” yok diyen annenin feryadına kulak vermek midir?
Ülkemizdeki işleyişe, olup bitenlere, atamalardaki liyakate bakınca ister istemez akla gelen sorulara cevap bulmaya çalışırken; “Tarih mi bizimle eğleniyor, talih mi elimizden tutmuyor?” sorusuna yanıt vermekte zorlanmak mıdır?
Hayaller Paris! Gerçekler Pasinler…
“Keşke bir hayalim olsaydı. Bir şeylerin düzeleceğine inancım kalmadı. Zamanında gençliğini doya doya yaşayanlar, bugün bizim yaşamamıza engel oluyorlar!” diyen gençlere hak verirken utanmak mıdır?
Memleketin havasına, suyuna, taşına toprağına, aşına ekmeğine, emeğin ve emekçinin hakkına, deresine bahçesine, geleceğine cansiperane sahip çıkanların, bu uğurda toplumsal mücadele verenlerin başına neler geldiğine tanıklık ettiğimiz Gezi Davasının sonuçlarına bakıp şaşırmayarak utanmak mıdır?
Kadına şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla kadına şiddet uygulayanlara cesaret verilirken! Şiddet mağdurların da devletin kendilerini korumayı düşünmediği iradesi oluşurken! Kadın katillerine cüret ve kadın cinayetlerine alt yapı hazırlayanlara; “Tehlike yanı başımızda, mutluluk bizden çok uzakta!” diyen kadınların sesini duyurmak mıdır?
Yurttaşın alamadığı, esnafın satamadığı, ağır zamlar altında ezilen emeklilerin sesini duyuramadığı, alım gücünün düşüp borçların katlandığı ülkemizde! Bakan Muş’un; “İhracattaki başarımız çıtaları aşa aşa devam ediyor” sözüne “ithalattaki başarımız da kıtaları aşa aşa ilerliyor!” diye açıklık getirmek midir?
Yoksa! “Düğün masrafları göz korkutunca gençler kendi kendilerine gelin güvey olabilecekler!” diyen Erdinç Utku’ya!
“Eskiden her mahallede yoksul insanlar vardı. Artık yoksul mahalleler var.” diyen Günel Altıntaş’a!
“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar. Ya da kente bir yabancı gelir.” Diyen Tolstoy’a! Hak vererek sözü işin ustalarına bırakıp aradan çekilmek midir? Bilemedim.
Bildiğim o ki; Son yıllarda sık sık iç yolculuklara çıktığımıza göre, kenti yabancılarla doldurduğumuza göre sırada muhteşem hikâyeler mi var? Usta sözüne kulak verirsek sanki…