ÇARE YOK, ÖNERİ YOK! YA SONRA, SONRASI da YOK…

ÇARE YOK, ÖNERİ YOK! YA SONRA, SONRASI da YOK…

Bugün artık adına sipariş mi dersiniz, rica mı sayarsınız, ev ödevi olarak mı görürsünüz size kalmış! Bu yazıyı dikkatle okuyun olur mu? 

Öğrencilik yıllarımda “Metin Yazarlığı” dersinde “yazının olmazsa olmazları” için hocalarımız hep şunu söylerdi; “Öneri, çare, sonuç!” Sn. Hocalarım! Dikkat isterim! Gelin de bu formülü günümüze, hele de göze çarpan bir gururla ortalarda tırım tırım dolaşan duvar örme ve kılıf bulma ustalarına(!) uygulayın bakalım!

Artık işin özü değişti, topluma enjekte edilen ve bayağı tutan ayrımcılık, ötekileştirme, siyasiler arasındaki gergin dil toplumu alıp farklı mecralara götürdü. Yok, öyle sonuç, çare, öneri vb gibi kalıplar. Örneğin;

İşin siyasal ayağına girersek; İktidar kanadına hâkim olan aldırmazlık, rahatlık, tavan yapan özgüvenle, muhalefet saflarına yapışıp kalan kayıtsızlık, yakınma, alışkanlıkla karşılaşırız…

İşin toplumsal boyutuna girersek; Umutsuzluk, ağlaşma, bitip tükenmeyen eleştiri, itham etme, elini taşın altına koymadan sabah akşam konuşup durma, suçlama ve öfkeyle karşılaşırız...

İşin demokrasi boyutuna girersek; Yakup Kepenek hocanın; “Parlamento olmayınca, rejimin adı da demokrasi olmuyor” sözüyle karşılaşırız… 

İşin gençlik boyutuna girersek; Ekonomik kriz, işsizlik, yüksekokul mezunlarının bile iş bulamaması, yüzde 20’yi bulan eğitimli işsizlik ve gelecek kaygısı gibi nedenler duyarız. Toplumsal kaygılarla göçen gençlerin; “Artık bu toplumda düşünmek, okumak, araştırmak gereksiz görülüyor, gitmeyip de ne yapalım” yakınmalarını işitiriz…

İşin aile boyutuna girersek; Çocuğunun geleceğini düşünen ailelerin aldığı en zor kararla, ölçü ve adaletten yoksun ülkeden umudunu kesenlerin arayışıyla; “Gitsin ve dönmesin ya da niye dönsün ki!” yakınmalarıyla karşılaşırız…

İşin yönetim ayağına girersek; “Pek güzel” diyemeyiz.  Örneğin CB’nin Eyyy! noktasında herkesin payına düşenleri, gözüne girenlerin çıkmadığını,  gözüne batanların asla unutulmadığını görürüz. Yine, her önüne gelene yüksek perdeden bağırıp çağıranların, yerli yersiz çıkışanların,  net, sert, yüksek perdeden mesaj verenlerin söz konusu ABD olduğunda; “Tarihi önemde anlayış birliğine vardık” gibi sade suyu tirit açıklamalarla, yelkenleri suya indirerek, göstermelik tepkilerle yetindiğini görürüz…

İşin kültürel geri planına girersek; Sanatın ve sanatçının başına gelenlere bakıp susar, sonra da bu durumu dosta- düşmana gururla açıklayıp dağılabiliriz.

İşin liyakat boyutuna girersek; Hak edilmiş sıfatlara, haberiyle, belgesiyle, görüntüsüyle, demeçleriyle bunun altını dolduran ve hakkını verenlere, özellikle de kanmayan ve kandırmayanlara ne çok gereksinim olduğunu duyumsarız…

Sonuncusu ve en önemlisi işin bürokrasi boyutuna girersek; “Mükerrer, sahte, hayali seçmen yok” diye açıklama yaparak noktayı koyan, kendisine çok güven duyulduğu için görev süresi uzatılan YSK başkanının insanın içine sular serpen sözleriyle karşılaşırız…

Bu listeyi uzatmak mümkün! Ancak düşler dünyasından uyanıp gerçeğe dönerek, işin toplumsal boyutuna girersek; 1.2 milyon genç çalışmıyormuş, eğitimli gençlerde işsizlik oranı 22.3’e çıkmış. 20 milyon icralık dosya varmış, kriz mıriz yokmuş,  ancak tüm bunlara rağmen sosyal iklim artık insanları nefes aldırmıyormuş. Geçiniz…

Kılıf ve bahaneden yorulan, hırpalayan, öfkelenen, aşağılayan, bağırıp çağıran, linç eden, hedef gösteren, haykıran üsluptan bıkan,  bunun içinde, bıkkın, sıkkın, umutsuz, kaçıp gitmenin yollarını arayanlar artıyormuş. Geçiniz...

Tahammül, zarafet, hoşgörü, incelik artık çok az, kabalık, sabalık, bağırıp çağırma, parmak sallama, hedef gösterme artık çokmuş. Gelecek kaygısı, belirsizlik rüzgârı, korku imparatorluğu insanları önüne katıp sürüklüyormuş. Geçiniz…

6 ayda yayınlanan CB karar sayısı 656’yı bulmuş, AKP iktidara geldiğinden MB’ına ayrılan bütçe yüzde 17.18 iken, bugün yüzde 4.88’e inmiş. Resmi rakamlara göre 4 milyon, gerçekte 7 milyonu bulan işsizler ordusu her geçen gün artıyormuş. Geçiniz…

İstanbul; Yeşil alanda dünyanın önde gelen 37 kentinin en sonuna yerleşmiş. Belirlenen yasal sınır 15 metrekare iken İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan 8 metrekare imiş. Bu oran Oslo’da 68 metre kare imiş. Geçiniz…

Bu uzun yazıyı ve konuyu daha fazla dağıtmadan soruyla noktalarsam!  Kuru soğana muhtaç olan yiğitler ordusuyla, neşe pınarı olan halkımızla ve koskoca ülkemizle kim baş edebilir? Geçmeyiniz…