Biliyor musunuz, bu ülke, bu ülkenin insanı bu dünyada öteki dünyanın cehennemini yaşıyor!..
Kaldırın kafanızı, etrafınıza bakın lütfen... Saklandığınız, sindiğiniz kuytulardan, kendi kendinizi kuşattığınız “dehşet çemberinden”, adeta gönüllü girdiğiniz “korku tünelinden” çıkıp nerelere doğru götürüldüğünüzü görün... O müthiş özdeyişi anımsayın:
-Korkunun ecele faydası yok!..
Bu ülkede yaşayan 80 milyona yakın insan, küçücük, tuzu kuru bir azınlık dışında kendi cehennemini yaşıyor; üstelik cehennem ateşi giderek harlanıyor, aşılması güç, olanaksız bir duvar oluşturuyor her birimizin çevresinde!..
İşçisi, memuru, emeklisi, akademisyeni, öğrencisi, işadamı, gazetecisi hatta siyasetçisi dahi kendi meşrebine göre bu cehennemden payını alıyor...
Türkiye istatistik Kurumu(TÜİK) 2015 gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasını yayımladı. İktidarın emrinde olan bir kurum bile ülke insanının nasıl bir zavallılık içinde kıvrandığını gözlerden saklayamadı!.. Önce oranlara bakalım:
-Toplumun en zengin yüzde 20’sinin toplam yıllık gelirden aldığı pay yüzde 46.5, en yoksul yüzde 20’lik kesimin aldığı pay ise yüzde 6.2!..
Bu ne demek? Şu demek: zenginlerin geliri, yoksulların gelirini yaklaşık 8’e katlamış durumda!.. Haa, en zengin yüzde 20’nin de katmanları var tabii; üst dilimlere çıkıldıkça, yoksulları 18’e, 28’e hatta sonsuza katlayanlar da mevcut haliyle!..
Araştırmaya göre toplumun yüzde 15’i, yani 12 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor... Ben bu orana da kuşkuyla yaklaşıyorum. Adam gibi sendikaların raporlarında bir de açlık sınırı altında yaşayanlardan söz ediliyor; birlikte bakıldığı zaman bırakın çoluğunu çocuğunu okutmayı, ailesini bile besleyemeyen 20 milyonun üzerinde bir kesimden söz ediliyor!..
-Bu işçinin, memurun, emeklinin ve işsiz milyonların cehennemi!..
“Beyni” yoksullaşan Türkiye cehennemi!..
Ya toplumun diğer kesimleri?..
Ne demiştim; herkes kendi cehennemini meşrebine göre yaşıyor!.. Bakın, önceki gün bir gazete haberi ne diyordu:
-25 bin şirket iflas etmek üzere!..
İşadamları, sanayiciler fabrikalarını ya kapatıyor, ya satıyor ya da taşıyor... Nereye mi? Yunanistan’a, Romanya’ya, Bulgaristan’a!.. Kimileri Çin’e ya da kucak açan herhangi bir başka ülkeye!.. Bu aynı zamanda işsizliğin katlanarak artması sonucunu doğuruyor...
Biraz parası, malı, mülkü olanlar, çocuklarını bir an önce yurtdışına gönderme planı yapıyor. Bir bölümü ailece gitmenin yollarını arıyor, bulanlar ardına bakmadan gidiyor!.. Parası olmayanların yapacağı tek şey ise kendi cehennemini biraz daha katlanılabilir hale getirmek; onu da nasıl yapacaklarını bilemiyorlar, kölelik sistemi giderek yaygınlaşıyor!.. Ancak çok daha vahim, çok daha acıklı bir kaçış daha var:
-Beyin göçü!..
Bu ülkeyi ileriye taşıyacak akademisyenler de öyle birer ikişer değil toplu halde başka ülkelere gitmenin yollarını arıyor... terör soruşturmaları, darbe sonrası temizlik harekatı, “fırsat bu fırsat” deyip tüm muhaliflerden kurtulma cingözlüğü derken Türkiye yüz yıla yaklaşan tarihinde rekor bir beyin göçüyle karşı karsıya!..
Ben söylemiyorum, Avrupa Uluslararası Eğitim Derneği konferansında bir konuşma yapan Sarah Wilcox söylüyor!.. Wilcox, Temmuz ayındaki darbe girişimi sonrası başlayan temizlik harekatıyla birlikte Türkiye’den yüzlerce akademisyenin kendilerini tehdit altında hissettikleri gerekçesiyle “Bilim İnsanı Kurtarma Fonu” adlı kuruma başvurarak Batı ülkelerine göç etmek istediklerini açıkladı!.
New York merkezli yardım kurumunun yöneticisi, kurumun 95 yıllık tarihinde hiç bir ülkeden bu boyutta bir başvuru ile karşılaşılmadığını da ekledi konuşmasına... İngiltere’de bulunan “Risk Altındaki Akademisyenler” adlı kurumun yöneticisi Stephen Wordsworth da Türkiye’den haftada en az 15-20 başvuru aldıklarını, akademisyenlerin yardım çağrısında bulunduklarını anlattı... En büyük Türk büyükleri ne kadar övünseler yeridir yani!..
-Bu da işadamlarının, parasal durumları ortalamanın üzerinde olanların ve akademisyenlerin cehennemi!.. Geriye ne kaldı?..
Nasıl bir Türkiye isteniyor?..
Gerçekten anlamıyorum, siz anlayabiliyor musunuz bilemiyorum...
Bu ülkeyi yönetenler ya da yönettiğini zannedenler nasıl bir Türkiye istiyorlar?. Yoksa nasıl bir Türkiye yarattıklarının farkında bile değiller mi?!. Bu şekilde yoluna devam eden(aslında edemeyen) ülkenin sonunda varacağı yerin neresi olduğunu göremiyorlar mı, yoksa umurlarında değil mi, çözemiyorum?..
Terör ile yatıp kalkan, hiç bir şekilde müdahil olmaması gereken bir “mini dünya savaşına” boğazına dek batmakta olan, bırakın ülkenin refahını kendi insanını bile doyuramayan, üstüne 5 milyon mülteciyi besleyen, binlerce, on binlerce şirketin art arda iflas ettiği, öğrencisinden akademisyenine ülkenin geleceğini inşa edecek pırıl pırıl beyinlerin yalnızca ülkeden kaçmaya odaklandığı bir ülkeyi yönetseniz ne olur, yönetmeseniz ne olur be muhterem zevat!..
-Bu gidişle zaten yönetebileceğiniz bir ülke bile olmayacak!..
Son sözüm de ülke yangın yerine dönmüşken hala başbakan sıfatlı muhterem zatla “yeni anayasa” görüşmesi yapan, ana muhalefet liderine: