CESARET VEREN, İLHAM VEREN DOSTANE ve İÇTEN SÖZLERE NE ÇOK İHTİYACIMIZ VAR…

CESARET VEREN, İLHAM VEREN DOSTANE ve İÇTEN SÖZLERE NE ÇOK İHTİYACIMIZ VAR…

Ders verdiğim okulda arkadaşlarla son 19 yılda yetişen kuşakların en çok duyduğu, tanık olduğu, ezber ettiği, onunla birlikte yaşamayı öğrendiği (!) kavramları konuşurken önümüze upuzun bir liste çıkınca kala kaldık…

Neleri görmüşlerdi gençler? Soygundan vurguna, israftan talana, yolsuzluktan hırsızlığa, lüks araç merakından şaşaalı makamlara, her kademede torpilden kayırmaya, kamu parasını har vurup harman savurmadan hesap vermemeye, hukuksuzluktan yapanın yanına kar kalmasına, akademiden belediyelere aile boyu işe yerleştirmelere, çürümeden çökmeye liste uzayıp gitmez mi?

Listeyi görünce bu kez de son yıllarda gençlerin duymadıklarını, görmediklerini, özlemini duyduklarını sıralamaya çalıştık! Listemiz yine uzadı durdu!

Neleri görmemişlerdi gençler? Aklıselimi, saygıyı, sükûneti, hoşgörüyü, dikkate alınmayı, adam yerine konmayı, önemsenmeyi görmemişlerdi maalesef! İçimizden ah bi değişseniz ah bi kabullenseniz, ah bi bağırmasanız, ah bi parmak sallamasınız! Her şey daha güzel ve çekilir olur demek istedik!

Sonra da aklımıza yönetimin her alanda uçuşa geçtik diye sabah akşam, yatsı imsak durmadan bağırdığı günümüzde gençlerin bir fırsatını bulup ilk uçakla ülkeden ayrılmayı düşündükleri geldi. Yarınlarımız adına kaygımız katlandı…

İnşaat mühendisinden mimara, hemşireden ebeye, diş hekiminden mütercim tercümana, tarih öğretmeninden edebiyat öğretmenine, çevre mühendisinden bilgisayar mühendisine, endüstri mühendisinden gıda mühendisine sınava giren çoğu işsiz gençleri görünce! Bir kez daha; “Ben yaptım demeyen, biz yapabiliriz!” diyen Büyük Atatürk’ü dönüp dönüp okumak ve izinden ayrılmamak gerektiğini düşündük…

Saptama ve örneklerimizin havada kalmaya mahkûm olduğunu, 10 üniversiteliden 9’unun yurtsuz olduğunu, üniversiteyi kazanan gençlerin parklarda sabahladığını, polisin gençleri parklardan yaka paça toplayarak gözaltına aldığını düşününce olanın da;  Boynu bükük, gözü yaşlı ailelere, hayalleri ve umutları yerle bir olan gençlere olduğunu düşündük…

Hal böyle iken olup biteni sineye çekip “bravo, şahane, yaşasın mı” diyelim? Sıra dışı hayatlarına rağmen sabrın sınırlarını zorlayan bir bekleyişle sabreden, kim bilir hangi rüzgârla köyünden büyük kente savrulan, aynı kaderi paylaşan ve aynı muhitte oturanların; elektrikten doğalgaza, akaryakıttan otoyola, köprüden tünele, gübreden tohuma, kiradan harca “bu kaçıncı zam?” diye yakınmasına mı kulak verelim?

“Paramız pul oldu, gelirimiz giderimizi karşılamıyor, emekli maaşıyla geçinemiyoruz, tenceremizi zor kaynatıyoruz, sebze meyveyi taneyle alıyoruz, eti unuttuk, bütçemiz açık veriyor, halimiz perişan” diyen emekliyi mi dinleyelim?

Türk Lirasının dünyanın en çok değer kaybeden para birimlerinden biri olmasına, açlık sınırının 3 bin 49 liraya, yoksulluk sınırının 9 bin 93 liraya yükselmesine, tsunamiye dönüşen işsizliğe, pazar tezgâhına yaklaşamaz hale gelen halkımıza, tarımdan kopan üreticiye mi üzülelim?

Yoksa ülkemizin tüm kaynaklarını son 20 yılda betona gömen yönetime mi şaşalım? Bilemedim. Bildiğim o ki başka söze gerek var mı?