ÖNERİ
CHP bu kez gençlere ve kadınlara sözde değil, özde önem vermeli
Neden mi?
Çünkü pratikte hiçbir geçerliliği yoktur.
Ama herkesin diline pelesenk olmuştur bu laf.. Herkes aslında büyük bir sahtekarlık yapıldığını bilir, buna karşı kimse sesini çıkarmaz ve herkes bu laf üzerinden prim yapar.
Kadının ve gençlerin partilerdeki varlığı göstermeliktir. Partilerdeki bazı kadın/genç milletvekilleri veya yöneticiler bu kuralı bozmaz.
Önemli olan bazı kadınların ve bazı gençlerin önemli yere gelmesi değil, kadın ve gençlere hak ettikleri önemin verilmesidir.
Bizim partilerde eksik olan budur.
Belki HDP’nin bazı uygulamaları istisna olarak görülebilir.
Şu sıralar CHP, kurultaya hazırlanıyor. Delegeler belirlendi.
İlçe ve il kongreleri yapılacak, ardından da kurultay toplanacak.
Kamuoyuna pek yansımıyor ama CHP içinde müthiş bir mücadele ve çekişme yaşandı ve delegeler belirlendi.
Şimdi bu delegeler ilçe ve il yönetimlerini belirledikten sonra genel merkez yönetimi belirlenecek. Gözlediğim kadarıyla partide çok önemli bir değişim görünmüyor.
Yine dünyanın en ilkel delege sistemi ile yapılacak seçimler.
Sıradan vatandaşlar dışarıdan bakarak kendilerine göre nitelikli, güçlü adayların delegeler tarafından nasıl harcandığını bir kere daha görecek.
Yaşadığım küçük bir örneği sizlere de sunayım.
Hafta içinde zamanında ANAP’ta siyaset yapan çok sevgili bir dostuma uğradım, bir kahve içimi için.
İki konuğu daha vardı.
Bunlardan biri Beykoz CHP İlçe Başkanlığı için adaylığını koyan Yasemin Başaran’mış.
İlk defa tanıdım. Yarım saat kadar sohbet ettik.
Peki, şansı var mı?
Bana göre olmalı.
Çünkü gördüğüm profil, CHP’nin yönetim kademeleri için çok gerekli. Delege sistemini aşabilir mi?
Eğer kendini iyi anlatırsa neden olmasın. Gerçi daha sonra konuştuğum Beykozlu bir CHP’li, “Delegesi yok” dedi.
İşte anlatmaya çalıştığım şey bu. CHP’de nitelik mi önemli yoksa kendini seçecek delegeleri oluşturma becerisi mi?
Bugüne kadar ne yazık ki yetenekler siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda değil de delegeleri “kafakola alma” konusunda gelişmiş hep.
Bu nedenle çok öncelerden kendine bağlı delege oluşturmayı başarabilenler, yetenekleri ne olursa olsun parti içinde yükselmenin yolunu bulmuş.
Ama “Gençler ve kadınlar çok önemli” klişe lafı hepsinin ağzında. Gençleri ve kadınları partiye sokmayacak delege sistemini kurduktan sonra, bu edebiyatı yapma sahtekarlığının nasılsa onlar için bir sakıncası yok.
Keşke CHP delegesi, bu kez daha dirayetli davransa da Yasemin Başaran gibi başarılı ve yetenekli isimler parti yönetimine girebilse.
Bİ SORALIM BAKALIM
Savcılara hâlâ bir talimat gitmedi anlaşılan
Türkiye’nin bir numaralı ismi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bunlar dolandırıcı” dedi yaklaşık bir hafta önce.
“Bunlar” dediği iki kişiden biri Türkiye Cumhuriyeti’nin bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü.
En tepenin “Dolandırıcı” dediği ikinci kişi ise azledilmiş olsa bile bir döneme başbakan olarak damgasını vuran Ahmet Davutoğlu. Dolandırıcılık, yasalarımızda cezası hayli ağır olan bir suç.
Bu şekilde suçlanan biri hakkında hemen soruşturma başlatılır ve kısa sürede de sona erdirilir.
Biri hakkında kamuya açık alanda “dolandırıcı” suçlaması yapılıyorsa bu aynı zamanda suç duyurusu niteliğindedir. Savcılıklar bunun üzerine “resen” harekete geçerler.
Üstelik bu suç duyurusunu yapan Türkiye’nin en tepe yöneticisi ise durum daha da bir aciliyet kazanır. Oysa yargının üzerine sanki ağır bir sis bulutu inmiş gibi, kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Tüm kamuoyunun önünde yapılan bu çok açık suç duyurusu hakkında kimse harekete geçmiyor.
Şunu çok iyi biliyoruz ki, söz konusu olan ucundan kenarından cumhurbaşkanına hakaret olduğunda, savcılar kimseden emir ve talimat beklemeden hemen harekete geçiyor.
Bu şekilde haklarında dava açılan 18 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. Buna karşı bizzat Cumhurbaşkanı suç duyurusunda bulunduğu halde, dolandırıcılıkla suçlanan kişiler hakkında hiçbir şey yapılmamasının nedeni ne olabilir? İlk yazımda, “Yargı, Erdoğan’ı da mı ciddiye almıyor?” diye sormuştum ve bu o gün için espri niteliğindeydi. Ama geçen günlere bakınca, yargının bu ataletine akıl sır erdiremiyorum.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Sudan nasıl oldu da bu fotoğrafı silip Türkiye’ye gıda maddesi satmaya başladı?
Geçen haftanın ilginç haberlerinden biri, Türkiye’nin, Sudan’dan bazı gıda maddeleri ithal etmek için anlaşma imzalamasıydı.
Habere göre Sudan’dan yüzde yüz kota içi tarife indirimi uygulanarak ithal edilmesinin önü açılan tarımsal ürünler madde madde sayılmıştı.
Buna göre Sudan’dan 50 bin büyükbaş, 2 bin küçükbaş canlı hayvan, 2 biner ton küçük ve büyükbaş hayvan eti, 2 milyon yumurta, 500 ton bal, 3 bin ton turunçgil, 3 bin ton limon, 5 biner ton buğday, arpa, yulaf, çavdar ithal edilebilecek.
Anlaşmanın en garip maddesi ise Sudan’ın, Türkiye’ye 500 ton at, eşek ve katır eti ile 500 ton at, eşek ve katırın da aralarında bulunduğu hayvanların sakatatları da gümrük vergisi uygulanmadan ithal edilecek tarım ürünleri arasında sayılmasıydı. Doğal olarak herkesin aklına, “Bize at-eşek eti mi yedirecekler?” sorusu geldi ama bu tabii gerçek değil.
At-eşek eti ve sakatatı, kedi köpek maması yapımında kullanılıyor.
Aslına bakarsanız buraya kadar her şey normal.
Normal olmayan şu fotoğraf.
Kevin Carter’a Pulitzer ödülü kazandıran bu fotoğraf, çok değil bundan 25 yıl önce çekilmişti ve Sudan’ın çektiği açlığın dünya tarafından duyulmasında büyük etken olmuştu. O tarihlerde Sudan halkı, bir gram ete bile hasret kalmıştı. Türkiye ise gıda konusunda kendine yetecek dünyanın sayılı ülkelerinden biri olarak kabul ediliyordu.
Şimdi ise Sudan, Türkiye’ye gıda ürünü satıyor.
AKP iktidarının Türkiye’yi düşürdüğü hale bakar mısınız?
BAŞIMDAN GEÇENLER
Bu akşam HaberTürk’e davet ettiler ama…
Cuma akşamı saat 21.00 sıralarında HaberTürk’ün başarılı programcısı değerli meslektaşım Didem Yılmaz Arslan telefonla arayarak, “Pazartesi akşamı (bu akşam) Ethem Sancak’ı konuk ediyorum. Tank Palet Fabrikası başta olmak üzere sorular sormak istiyorum. Soru soracak gazetecilerden biri olmanı rica edeceğim” dedi.
Gerçekten çok sevdiğim ve değer verdiğim Didem’e, “Sabahları kendi programının nedeniyle saat 04.30 sıralarında kalktığımı, bu nedenle gece yayınlanan programlara katılamadığımı” söyleyerek özür diledim.
Cumartesi öğle saatlerinde ise HaberTürk’ten, Didem Yılmaz Arslan’dan daha yetkili olduğunu sandığım bir başka meslektaşım aradı ve çok kibar biçimde “Didem Hanım konuşmuş ama bir de ben aramak istedim” dedi.
Didem Yılmaz Arslan gibi bu mesleği canla başla yapan ve bulunduğu yere tırnaklarıyla kazıyarak gelen bir meslektaşıma nezaketsizlik yapmamak için söyleyemediklerimi bu kez söyledim.
Dedim ki, “Cem Küçük isimli bir kişinin sizin ekranlarınızda bana hakaret dolu sözlerle saldırması ve sonra sizin kanal yönetimine hitaben; ‘Bu adam bir daha ekrana çıkmayacak’ demesinden bu yana geçen iki yıl yıl içinde, korkudan beni bir kere bile davet etmediniz. Bu nedenle HaberTürk’e bir daha asla gelmem.” Ardından kanalın sahibinden sonra gelen yöneticisini kastederek, “Onlar saraya yalakalık yapacak diye, bize bu kadar ucuz adam muamelesi yapamazsınız” diye ekledim.
Ve sözlerimi son olarak da “Eğer HaberTürk ekranına çıktıysam, bilinsin ki artık oranın sahibi olduğum içindir bu” diye tamamladım. Bütün bunları burada yazdığımdan çok daha ağır kelimeler kullanarak dile getirdim.
Bu nedenle yine tanıdığım ve sevdiğim meslektaşımdan elbette özür dilerim ama geçen iki yılda içim gerçekten çok kabarmıştı.
Bu yazıyı da söylenenler iki kişi arasında kalmasın ve kayda geçsin, ilgili herkes bilsin diye yazdım.
https://twitter.com/can_atakli_