ÇIKARACAĞIMIZ ÇOK DERS VAR!

ÇIKARACAĞIMIZ ÇOK DERS VAR!

Müziğin her türüne haramdır diyen, çalgı aletlerini çalmak caiz değildir diyebilen, bir çubuğu ahenkli bir şekilde vurmak da bu hükme dâhildir şeklinde açıklama yapan anlı şanlı profesörleri olan bir ülkeyiz! Ders almak gerekir!

Geri vitese takmadan önce evi ev, ormanı orman, okulu okul, caddesi cadde, parkı park, yolu yol, sistemi sistem olan bir ülke idik! Geçmişe daha sık bakmak gerekir!

Son 15 yılda önce acemilik, sonra çıraklık, sonra ustalık, şimdi başkanlık diyenlerin kardeşleri kutuplaştırdığı bir ülke haline döndük. Günü sorgulamak gerekir!

Gelinen nokta herkesi, her kesimi etkiliyor. Üreteni bitiriyor, tüketiciyi moralsiz bırakıyor. Kazanan sadece kötülükten beslenenler ve bunu ranta çevirenler oluyor. Örneğin kapalı kapılar ardında Yunanistan’ın sığınmacıları Türkiye’ye göndereceği, Filistin’den yeni konukların geleceği konuşuluyor. Gelinen noktada yaşam kültürümüz de tehdit altında. Uygar yaşam daralıyor, geleceğe güven azalıyor, sahte evraklar, yalan ve iftira sözleri, darbe söylentileri arasında gerçekler göz ardı ediliyor.

Bu arada insan hakları unutuluyor, geçmiş yağmalanıyor, eğitim ve hukuka sık sık darbeler indiriliyor, ülkenin bakanları, parti liderlerine “sen bittin” diye bağırıyor! Zaten çok daha önceden kopan ipler iyice gerildiğinden yeniden ve yine çıt diye kopuyor. İç ve dış politikada gözü kara olanlar(!) liderlerinin gözüne girmek için gözünü iyice karartanlar kapkara bir gerginliğin kapılarını aralıyor.

Şimdi içinde üç sorucuk barındıran bir soru soralım? Bir ülke analizlerle mi, tahminlerle mi, tehditlerle mi yönetilir?

Evet, bu ülkede doğru ve iyi olmanın faturası her zaman ağırdır. Bu sevgisizlik ve tahammülsüzlük ortamında sınırların zorlandığı doğrudur. Yapılan hiçbir iyi işin cezasız kalmadığı bilinmektedir. İyi ve doğru olanı yapmak her zaman tehlikelidir. Çünkü geçerli olan hamasettir kavgadır, hukuksuzluktur,  insanları birbirine kırdırmaktır, korku yaratmak ve bunlardan beslenerek gücü elde tutmaktır.

Biraz eskilere dönersek; eskiden insanların sahil kasabalarına yerleşmek gibi istek ve hayalleri vardı. Bazen gençler kafe açmak hevesiyle, çoğu kez emekliler balık tutmak hayaliyle sahillere göçerlerdi. Şimdi hayat bunalttıkça, kıskaç daraldıkça, koşullar zorlaştıkça,  insanlar köşeye daha çok sıkıştıkça kaçış planlarının şekli de rengi de değişir oldu. Konunun çapı da hedefi de değişti. Sahillerin yerini her koşul zorlanarak,  yatırımlar yapılarak Karadağ, Kanada, ABD almaya başladı. Bu bir göç, hem de büyük göç. Üstelik sermaye ve beyin göçü…

Oh dedirtecek, nefes aldıracak, yüzümüzü güldürecek haberlere neden hasretiz ki? Tehdit dili, öfke dili, kontrolsüz öfke, denetlenemeyen şiddet neden günlük hayatımıza kadar girdi? Neden çenelerimiz konuşmaktan değil de gülmekten yorulmuyor? Acep diyorum cilalı taş devri insanları bizden daha mı mutlu idi? En azından bağıran o kadar yoktu o devirde! Ya da içeride yatanlar, dışarıda yazanlar, potansiyel yatacaklar, dışarıda yürüyenler, içeride volta atanlar o devirde bu kadar çok değildi…

Toplum gerildikçe âlem bizi hayranlıkla ve kıskanarak izliyor öyle mi? İyiymiş doğrusu…