ÇINARI HANÇERLEYEN CUMHURİYET!..

ÇINARI HANÇERLEYEN CUMHURİYET!..

Türk edebiyatının önderlerinden biri olan Oktay Akbal’ı geçen hafta kaybettik... Akbal, bugünlerde cemaat-PKK arasında tuhaf yayınlar yaparak okurlarını şoke eden Cumhuriyet gazetesinin son Kemalist kalemiydi...

Ne yazık ki Cumhuriyet ekolünden gelmeyenlerin kıskacında ideolojik savrulma yaşayan gazete, Hikmet Çetinkaya ile Akın Atalay adlı iki beceriksizin elinde hızla tüketilirken, anlı şanlı kimi devekuşları ise köşelerini koruma uğruna sessiz kalıyorlar... Hem de utanmadan!..

Ne yazık ki 92 yaşındaki Oktay Akbal kadar cesaretleri olmadığı için, kimi içine düştüğü gafleti gazeteden kovulunca gördü, kimi ise sessizliğini koruyarak, 40 yıl küfür ettiği cemaatle kol kola giren Çetinkaya adlı zavallının gölgesine girdi!.. Oysa Oktay Akbal, Cumhuriyet’teki savrulmaya direnenlerin başında geldi... Mustafa Balbay’ın Ankara temsilciliğinden alınmasına tepki gösterdiği için sansürlenen de oydu...

Koca çınar sansürlendi, engellendi ve ne yazık ki düşmanlarının bile göstermeyeceği bir vefasızlıkla son yıllarda bir köşede unutuldu...

Bugünlerde adeta cumhuriyetle çatışan gazete, en eski kalemi olan Akbal’ın ölümünü de sıradan bir kayıp gibi, üstelik ikiyüzlülükle verdi... Dedi ki gazete;

“Bir süre tedavi gördükten sonra Muğla’nın Ula ilçesi Akyaka beldesinde bulunan evinde dinlenmeye çekilen Türk edebiyatının usta kalemlerinden, ‘gazetemiz yazarı’ Oktay Akbal (92) yaşamını yitirdi.”

Cenazedeki zavallılar!..

Peki, Akbal gerçekten son yıllarda Cumhuriyet’in yazarı mıydı yoksa o da sansürlenip hakları gasp edilen emekçiler gibi sırtından mı vurulmuştu?.. Bu sorunun yanıtını ünlü yazarın eşi Oya Akbal, 29 Nisan 2015 tarihli Aydınlık’ta şöyle vermişti;

“Geçen Kasım ayında (2014) hiç bir açıklama ve bilgi vermeden Oktay Akbal’ın işine son verdiler. Biz de kimseyle görüşmedik. Belki açıklama yaparlar diye bekledik. Ödemeler yapılmayınca anladık ki işine son vermişler. Şu an Cumhuriyet gazetesiyle hiçbir ilişiğimiz yok. Bu durumu Oktay’dan bile gizledim. Üzülmesin diye. Şu an için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.”

Akbal’a vefasızlık eden Cumhuriyet’in iki yöneticisi ise hiçbir şey olmamış gibi utanmadan büyük yazarın cenazesine gittiler...

Oya Akbal, Çetinkaya ile Orhan Erinç adlı etliye-sütlüye karışmayan zihniyetin yüzüne bile bakmadı, Cumhuriyet’in kovduğu Alev Coşkun ise cenazedeki konuşmasında, Cumhuriyet’te yaşanan derin vahamete dikkat çekerek, kimilerinin başını öne yıktı...

“Önce Ekmekler Bozuldu” adlı kitabıyla ünlenen Akbal ise Cumhuriyet’in de bozulduğunu görerek kahrolmuş olsa da, gerçek bir Atatürkçü olarak hep onurlu ve dik duruşuyla anımsanacak... Işıklar içinde uyusun...

Ancak gazetenin gerçek okurlarının, Akbal gibi bir edebiyat abidesini “hasta yatağında işten atarak” adeta sırtından hançerleyen zavallılara sessiz kalması da çok düşündürücü...

Okurlar da; giderek “Taraf”laşan gazetedeki savrulma, sansür ve kıyıma Akbal kadar direnme cesareti gösteremeyen kalemşorlar gibi susmaya devam ederlerse, adını Atatürk’ün koyduğu gazeteden eser kalmayacak...

Yaşamın ‘kıyı’sında!..

Sahilin o yumuşak kumsalına bedenini yoldaş etmiş bir bebek teni!..

Ninni söylemiş belki dalgalar son uykusunda ve belli ki minikliğin taze baharı, sahipsiz balıklar gibi vurmuş yaşamın o mahzun ve kimsesiz kıyısına...

Belli ki hiç kimse duymadı çığlığını, kimse görmedi çırpınışını... Son ağıtı dalgaların isyanına karıştı belki denizin uçsuz bucaksızlığında...

Kim bilir kaç karanlık dalganın izi kaldı bebek teninde, kaç mahzun balık ağladı o sessizce ve biçarece öldüğünde...

Karaya vurmuş bir yunus yavrusu değildi o... Bir “caretta caretta” çaresizi de değildi, terk eylerken dünyayı...

Sırtından vurulmuşçasına çaresiz; ağlayıp şımarıkça ve yüzüstü toprağa abanmışçasına bihaber dünyadan... Üstelik hepimize isyan ederek ve “bir kare ölüm” fotoğrafını herkesin zihnine emzikte sallanan bir çivi gibi çakarak gitti o masum...

Truvanın kanlı vicdanı!..

Bodrum’da; Suriyeli göçmenlerin umut yolculuğunda alabora olan teknede 4’ü “çocuk” 12 kişinin öldüğü kesinleşmiş, kayıplar da var...

Ancak kıyıya vuran cesediyle göç yollarının en trajik görüntüsünü yüreklere nakşeden o bebek, 5 yaşındaki abisi Galip’le birlikte boğulan, 3 yaşındaki Aylan’dan başkası değildi...

Evet; Ölümün kahredici anısını “kader”in en keskin pozuyla yüzümüze çarpan o bebeği, Bodrum sahilinde uykudaymış gibi gösteren fotoğraflar milyarlarca insanı sarstıkça sarstı...

İşte bu yüzden diller susuyor, zihinler ağlarken algılamıyor... Çünkü insanlık isyan ediyor o bebeğe hiç yakışmayan sorulara;

Hangi kucaktan savruldu kim bilir göç yollarında?.. Hangi garibe son “ana” deyişinde kim vardı yanında ve dünya neden bihaberdi son nefesinde...

O bebeği ve diğerlerini emperyalist bir kuşatmanın ve kirli savaşın girdabına kurban edenler bellidir... Çünkü Suriye iç savaşa sürüklenmeseydi, Aylan ve onun gibi binlercesi de ölmeyecekti...

ABD, Türkiye ve müttefikleri, yani rantiyeci büyükler kan deryası yaratmasaydı, tertemiz bebeler, boğularak, kurşunlanarak ya da bombalanarak can vermeyecekti...

Hiç kuşkusuz Aylan’ın da katillerini tanıyoruz!..

Ve de Bodrum kıyılarındaki o bebek cesedi arşivlerde ve zihinlerde durdukça, rant savaşçılarıyla Truva taşeronlarının vicdanları dünya dönene kadar yanmaya devam edecek... “Arap Baharı” figürancılığının böbürlenmiş pozlarında merhamet ve insanlık varsa tabi?..


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac