ÇOK UZUN ARADAN SONRA TATİLE ÇIKAN GAZETECİNİN TATİL NOTLARI

BAŞIMDAN GEÇENLER

ÇOK UZUN ARADAN SONRA TATİLE ÇIKAN GAZETECİNİN TATİL NOTLARI

Tatil dönüşü “Yıllardır aralıksız 10 gün tatile hiç çıkamamıştım” diye yazmış ve bunu “3 yaşındaki kızım Peri'ye borçlu” olduğumu belirtmiştim.
Bu pazar sizlere tatil notlarımı sunmak istiyorum.
SİDE'ye İKİ ETAP: Tatil yerimiz Side idi. Uçakla gitmek yerine araba ile gitmeyi tercih ettik. Ancak İstanbul'dan hiç durmadan Side'ye kadar gitmek özellikle kızım için çok yorucu olabilirdi. Bu nedenle cuma gecesi 1antv'deki yayından sonra yola çıktık ve gecenin 2'sinde Kütahya'ya vardık. Burada yeni açılan Gülümser Hatun Otel'de kaldık. Sabah kaplıcada sıcak su havuzuna girdikten sonra tekrar yola koyulduk ve akşamüzeri Side'ye vardık.
SİDE CENNET OTEL: Yanılmıyorsam 35 yıl kadar önce gelmiştim buraya. İki katlı sahil oteliydi. Bu yılın mart ayında tamamen yenilenmiş. Çok modern ve pırıl pırıl iki binadan oluşan otel yepyeni olduğu için hiç sıkıntı çekmedik. Yemekleri de harika. Özellikle tencere yemeklerini başka yerlerde yediğimi pek hatırlamıyorum.
AKDENİZ'İN HARİKA DENİZİ: Side sahilleri kumluk. İnsana yapışmayan bir kum bu. Deniz çok sığ. Git git ancak beline geliyor. Ama çok sığ olduğu için kıyıya yakın dalgalar büyüyor. Aslında çok eğlenceli. Kızımla beraber sığ sularda saatlerce denizde kaldık. Suyun sıcaklığı kaplıcayı pek aratmıyor, 30 derece.
BUZ GİBİ SUDA ŞOK: Antalya'da deniz çok sıcak ama Manavgat suyunun denize kavuştuğu yere giderseniz “soğuk su” şoku yaşayabilirsiniz. Denizle nehri ayıran ince uzun bir kumsal var. Deniz tarafından girerseniz ılık suyla karşılaşıyorsunuz. Ama nehir tarafı buz gibi. O sıcakta buz gibi suya girmek ilaç gibi geliyor insana. Girerken biraz ürperebilirsiniz, ama girdikten bir dakika sonra çıkmak istemiyorsunuz artık.
KONYAALTI'NI ATLAMAYIN: Altımızda araba olunca bir günlüğüne Antalya'ya gittik. Konyaaltı'ndaki denizi tavsiye ederim. Antalya sahilleri hep otel dolu, istediğiniz yerden denize elbette girebiliyorsunuz ama arkanızda dev oteller ve onların şezlongları olunca rahat edemiyorsunuz. Konyaaltı ise 6 kilometrelik halka açık sahil. Konyaaltı'ndan Kemer'e doğru sahil kum değil çakıl. Deniz olağanüstü. Tek kusuru çakılda yürümek biraz zor, bir de deniz birden derinleşiyor bu nedenle sahilde çocuklarla oynamak pek kolay değil.
ASPENDOS: Antalya'ya gidip Aspendos'u görmemek olmaz. 2 bin 100 yıllık tarihin içine dalıyorsunuz bir anda. Anfitiyatroyu gezerken ister istemez o yılları canlandırmaya çalışıyorsunuz zihninizde. Tabii Antalya ve çevresi sadece Aspendos'tan ibaret değil. Gezilecek o kadar çok tarihi yer var ki, yetişmek mümkün değil. Ancak yaz aylarında kültür turizmi biraz zor. Bazen nefes almakta bile zorlanıyorsunuz sıcak ve nemden.
ŞELALELER: Antalya çevresi aynı zamanda şelaleler diyarı. Düden, Kurşunlu, Manavgat başta gelenleri. Düden'in bu kez denize kavuştuğu yerden izledik. Manavgat'ı ise ne yapmışlar anlayamadım. Güya yeniden düzenleme adı altında beton yığınına çevirmişler. Bütün dünyanın hayranlıkla izlediği o büyüleyici şelale görüntüsü neredeyse yok olmuş. Hangi akıl bunu başardı şaştım yani.
MANAVGAT'TA SİNEMA: Gece diskolardan, barlardan, otellerin animasyon gösterilerinden farklı şeyler isteyenler için Manavgat'ta sinema da var. Hiç beklemiyordum açıkçası, ama 25-30 kişilik 5 salonu olan sinemada köpekbalığı filmi “Karanlık Sular'ı” izledik. Sezon filmlerinin hepsi oynuyordu.
LUNAPARK: Cicili bicili bazı otellerde çocuklar için su eğlenceleri ve lunaparklar var. Ancak bunlardan sadece otel müşterileri yararlanıyor. Manavgat'taki halka açık lunapark ise yeterli olmasa bile birçok oyuncakla çocuk ve gençlere hizmet veriyor. Bizim Peri pek hoşlandı örneğin.
ÇİRKİNLEŞTİRMİŞLER: Son yıllarda “müthiş inşaatlar” yapmakla övünüyoruz. Antalya bölgesine de pek çok müthiş inşaat yapılmış. Dev oteller, kuleler, kubbeler, su oyuncakları falan iyi de çevreyi mahvetmişler. Estetik olarak feci bir görüntü var. Ayrıca yüzlerce kilometrelik sahiller beton yığınına dönmüş.
ANTALYA'YA GİRMEYİN: Antalya artık mega kent gibi olmuş. Havaalanı tarafından gelip Kemer tarafına devam etmek için bir saate yakın zaman harcıyorsunuz. Hesapta çok sayıda alt, üst geçitler var ama hepsi beton yığını çirkinlik abideleri. Dünyanın en güzel kentlerinden biri nasıl bu kadar çirkinleştirilir anlamak mümkün değil. Bir tek Konyaaltı Caddesi kendini korumuş, gerisi bitmiş.
TURİZM ÇOK ZORDA: Konuştuğum herkes turizmin çok kötü olduğunu söyledi. Manavgat'ta yaşayanların yarıdan fazlası turizm sektöründe çalışıyormuş. Bu yıl yüzde 35'i işsiz kalmış. Otellerin bazıları kapalı, pek çoğu da yarı kapasitenin altında çalışıyor.
DÖNÜŞTE İSPARTA: Dönüş yolunda İsparta'ya uğradık. Değerli kardeşim öğretmen Halil Sarıkaya ailesiyle birlikte bizi kentte birkaç saat çok güzel ağırladı. Özlem giderdik, duygulandık. İsparta'nın içi çok güzel, tavsiye ederim. Demirel heykelini mutlaka görün. Gül ürünleri almayı ihmal etmeyin.
YİNE İKİ ETAP: Dönüş yolunu da iki etap olarak yaptık. Yine aşağı yukarı yolun ortası olan Kütahya'da aynı otelde konakladık. Ama “yol yemeklerimizi” Afyon'da yedik. İkbal çok eski ve müthiş bir lokantadır. Ne zaman geçsem patlıcan kebabı, pilav, cacık ve kaymaklı ekmek kadayıfından oluşan yemeğimi yerim. Tabii şimdi orası da çağa ayak uydurmuş. Eski halini kaybetmiş. Etraf AVM'ler, otellerle dolmuş. Her şeye rağmen yemekler yine güzel, ama eskiyi bulmak isteyenler umutlanmasın.
TRAFİK İYİYDİ: Tatilde tam 2014 kilometre yapmışız. Yollar iyi. Duble yollar trafiği çok rahatlatıyor. Gidiş geliş boyunca Afyon yakınlarında şarampolde yuvarlanmış bir TIR dışında hiç kaza görmedik. Kazasız yolculuk kadar kaza görmeden yapılan yolculuk da önemli.

BUNU YAZMAK GEREK

ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ'DEN ÖNCE ÇANAKKALE GEÇİŞİ YAPILMALIYDI

Büyük törenle hizmete giren üçüncü köprü İstanbul'un trafik sorununa çare olacak mı?
Çare olacağını söylüyorlar ama bu mümkün değil.
Çünkü İstanbul trafiğinin asıl ağırlığını birinci ve ikinci köprüler taşıyor.
Birinci köprüye kamyonlarla kamyonetler giremiyor. Buna rağmen neredeyse günün her anı sıkışık. Kamyon, kamyonetler ikinci köprüyü kullandığı için bu köprü de 24 saat sıkışık. Üstelik günün belli saatlerinde ağır araçlar köprüye giremiyor, buna rağmen ferahlama olmuyor.
Üçüncü köprü genellikle ağır ve transit araçlar tarafından kullanılacak. Kent içi ulaşıma etkisi olmayacak. Çünkü bu köprü için önce Kilyos yoluna girip Uskumruköy'e kadar gideceksiniz, çıkışınız ise Kurtköy olacak. (Ya da tersi)
Bu durumda ilk iki köprü sadece çıkış bölgelerinde oturanlara cazip gelecek. Diğer iki köprüyü kullananlar için üçüncü köprüye kadar gidip kilometrelerce yol yapmaktansa trafik çilesi içinde kalmak daha elverişli olacaktır.
Cumhurbaşkanı “Üçüncü köprüyü yaptık sıra Çanakkale'ye geldi” diyor, ama keşke bu köprüden önce Çanakkale yapılsaydı.
O zaman İstanbul'dan geçecek bütün transit trafik bu köprüye aktarılacaktı. Ki zaten üçüncü köprü sadece transit geçişler kadar rahatlatacak İstanbul trafiğini. O da yüzde 10'u bile bulmuyor.
Kısacası, yeni köprü ile İstanbul trafiğinin rahatlayacağını sananlar nasıl yanıldıklarını bir hafta içinde anlayacaklar.
Sonra olacakları da yarın yazarım.

ŞAŞIRDIM

İTİBAR SAĞLAYAN KURUMLARDA YÖNETİCİLİK YAPANLAR MAAŞ ALMAMALI

Futbol Federasyonu'nda yaşanan iki istifa (kimilerine göre görevden alma) olayından sonra öğrendim ben de.
Neyi mi?
Bu görevlerde olanlar çok ciddi maaşlar alıyorlarmış. İstifa eden iki avukatın maaşı 15 bin liraymış. Diğer bazı görevlerde olanların maaşları daha da fazlaymış.
Futbol Federasyonu'nda ya da benzer başka yerlerde profesyonel olarak çalışanlar elbette hizmetlerinin karşılığında ücret alacaklardır.
Ancak tamamen itibari makamları işgal eden, zaten kendi işleri güçleri olan kişilerin ayda bir ya da iki kere toplantı yapmak için bu kadar yüksek ücretler almaları hem hakkaniyete hem de vicdana sığmaz.
Eski bir Futbol Federasyonu üyesine sordum, daha önceleri bu tür görevlerde olanlar sembolik “hakkı huzur” parası alırmış. AKP ile birlikte bu tür görevlere gelenlere yüksek maaşlar ödenmeye başlanmış.
Ayrıca bazı kişileri bu tür birkaç görevde birden çalışıyormuş. Örneğin Futbol Federasyonu'ndan ayrılan iki kişinin başka kurumların yönetim kurullarında da olduklarını öğrendim. Buradaki maaşları da 15'er bin liraymış.
Ne güzel; üç yerden toplam 45 bin lira kazanıyorlar.
Eskiden KİT'ler vardı, “arpalık” derdik buralara. Şimdi arpalıklar bitmiş, “kendilerinden” olanlara “pastalıklar” yapmışlar.

YENİ ÖĞRENDİM

BIÇAKLAYANI BIRAKIP BIÇAKLANANI SORGULADILAR

Moda'da yaşanan bir olayı bizzat yaşayan gencin babasından dinledim ve dehşete düştüm.
Üniversiteli genç Moda'da akşam saat 21.00 sıralarında banklarda tek başına oturmuş denizi seyrediyor.
O sırada yanına biri gelip oturuyor ve bıçağını çekip gencin böğrüne dayıyor ve “bütün paranı ver” diyor.
Çaresiz genç cüzdanını veriyor, adam cep telefonunu da isteyince “onu veremem içinde fotoğraflarım ve bilgilerim var” diyerek itiraz ediyor.
Adam bunun üzerine bıçağını gencin bacağına saplıyor ve sonra kaçıp gidiyor.
Kanlar içinde kalan genç yardım istiyor ama o sırada çevrede olan 30'a yakın kişiden biri bile kılını kıpırdatmıyor.
Sonunda bir taksi bulup hastaneye gidiyor, evine haber veriyor babası koşup gidiyor.
Hastanede ilk tedaviyi gören ve rapor alan genç daha sonra Kadıköy Emniyet Amirliği'ne gidiyor.
Burada “ne için geldiğini” soruyorlar ve tam bir saat yaralı halde bekletiyorlar.
Derken ifade başlıyor. Polisler gayet isteksiz “Şikayetçi misin, davacı mısın?” diye soruyorlar. Gencin babası “Önce adamı yakalamak gerek” diyor. Ama polisler başlıyorlar genci sorgulamaya “nerede oturuyorsun, Moda'ya niye geldin, niye tek başınaydın, bıçaklı adamı tanıyor muydun?” gibi akla zarar sorularla.
Sonuçta “Adamı bulmak zor, sen iyisi mi cüzdanını kaybettiğini belirten bir ifade imzalayıp git” diyorlar. Öyle de oluyor.
Bu sırada polislerden biri gencin babasına “buralarda bu çok oluyor. Genç kızlar geceyarıları sokaklarda dolaşıyor, bira falan içenler var sonra da saldırıya uğruyorlar” diyor.
Türkiye'nin getirildiği hale bakar mısınız?