CUMHURİYET ve ÖĞRETMENİ!..
Dün öğretmenler günüydü...
Daha doğrusu, karnını bile doyuramayan, yoksulluk sınırının çok altında yaşamaya çalışan, bulursa ikinci, hatta üçüncü iş yapmaya razı, çoluk çocuğunu bırakın tatile, bir yemeğe, bir sinemaya bile götüremeyen, geleceğe ait umutlarını yitirmiş eğitim emekçisinden söz ediyorum. Öğretmen sıfatını kazanmış ancak ataması yapılmayan yüz binleri saymıyorum bile!..
Oysa ki öğretmenlik, bu topraklar üzerindeki en kutsal meslek... Düşünsenize, 6 yaşından itibaren ülkenin geleceğini kuracak, ilerletecek milyonlarca çocuğumuzu onların ellerine teslim ediyoruz... Aslında üzerine titrememiz gereken öğretmenlerin çektiği yoksulluktan, ezilmişlikten en az yönetenler kadar bizler de sorumluyuz...
Biliyor musunuz; Mustafa Kemal daha Kurtuluş Savaşı sürerken, öğretmenleri Ankara’da toplamış ve onlara “asıl büyük savaşı verecek olan sizlersiniz. Cehaleti ve geriliği sizlerin sayesinde aşacağız” demişti...
-Tüm bu ideallere ihanet ettik!..
Köy Enstitüleri olsaydı...
Halbuki, Cumhuriyetin ilk döneminde Öğretmen demek, önünde ayağa kalkılıp, saygıyla düğmelerini iliklemek demekti!..
Cumhuriyet, en büyük devrimlerinden birini “Harf devrimi” ile atmış, Latin harflerine geçen ülkede okuma yazma seferberliği sonucunda, Halk Mekteplerinde oluşturulan kurslar sonunda 6 ay içinde yüz binlerce insan alfabeyi sökmüştü... Ama Büyük Devrimcinin çok istediği, ancak göremediği devasa adım ölümünden sonra yürürlüğe girdi:
-Köy Enstitüleri!..
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç, bu iki dev adam, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün direktifiyle ve hummalı bir çalışma sonucu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde 20 Köy Enstitüsü açtılar. Bundan sonrasını Alev Coşkun’un, “Aydınlanma devrimcisi- Hasan Ali Yücel” kitabından izleyelim:
“İnönü, her bakanlıktan yanına aldığı temsilcilerle 20-25 gün süren bir yurt gezisine çıktı. Ankara dönüşünde birlikte geziye çıktığı İsmail hakkı Tonguç’u yanına çağırarak, “ Köy enstitülerini gördüm, çok sevdim, beğendim” dedikten sonra iki öneride bulundu:
1-Bu enstitülerin üzerinde bir ‘Yüksek Enstitü’ kurun, diğerlerine öğretmen yetiştirsin.
2-Köy Enstitüsü sayısını önce 40’a sonra da 60’a çıkarın...
Tonguç hemen Milli Eğitim Bakanı Yücel’in yanına koştu. Gerçekten de kısa sürede Hasanoğlan Köy Enstitüsü, “Yüksek enstitü” konumuna getirildi. Ancak ikinci öneri bir türlü yerine getirilemiyordu. Enstitülerin yaratıcıları hem kalitenin düşmesinden, hem de gelecek tepkilerden çekiniyorlardı.. gerçekten de parti içindeki tutucular daha başından itibaren bu projeye karşı çıkmış, daha da ileri giderek bu bilim ve irfan yuvalarına “Komünist” damgasını vurmuşlardı!..
İnönü, bir süre sonra Hasan Ali Yücel’i yanına çağırıp, “Niçin dediklerimi yapmadınız?” diye sordu. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
-Birinci maddeyi yaptık, ikincisi için para lazım...
-Siz yapın parayı ben vereceğim...
-Tenkit edecekler...
-O tenkitleri Meclis’te ben karşılayacağım!..
Bu diyalogdan sonra, İnönü, Yücel’e döndü ve şu tarihi açıklamayı yaptı:
-Bak Hasan Ali, 20’yi bulduk. Şu anda savaş içindeyiz. Eğer sayıyı 40’a, hele 60’a çıkarabilirsek daha güçlü oluruz. Çünkü savaş sonrasında ne olacağı bilinmez!..
Yine yapmadılar ve ne yazık ki tam da İnönü’nün dediği gibi oldu. 1946’da Meclis Başkanlığı’na Enstitülere başından beri ateş püsküren Kazım Karabekir gelince Hasan Ali Yücel İstifa etti. Tutucu grubun desteğiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na gerici fikirleriyle ünlü Şemsettin Sirer getirildi. Hemen ardından Köy Enstitülerinin içi boşaltılmaya başlandı. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra ise tümü “Öğretmen okuluna” çevrildi, sonrası ise hazin bir çöküş öyküsü!..
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde o Köy Enstitülerinden Mezun olan 8 bin öğretmen ve onların yetiştirdiklerinin harcı vardır... Eğer o enstitüler devam etmiş olsaydı, bugün ne öğretmenler, ne de Türkiye cumhuriyeti bu derece zavallı durumda olurdu!.. O halde bu ülkenin aydınlık, yurtsever milyonlarının önündeki görev belli:
-Önce ilerici, yurtsever bir hükümet, sonra da bu kez KENT Enstitüleri!..
Düşürülen uçak kumpası!..
Önce Türk toplumu ağır bir kuşatma altına alınıp, “Bayırbucak Türkmenleri Rusya desteğindeki Esad kuvvetleri tarafından yok ediliyor” algısı yaratılmaya çalışıldı.
Ardından, “Türkiye müdahale etmeli” çığlıkları ortalığı sardı. Aslında olay tam tersini yansıtıyordu; Esad güçleri, kısa bir süre önce oluşturulan ve IŞİD’e bağlı “Sultan Murat Tugayı” adı altındaki din maskeli teröristlere karşı harekata girişmişti. Bu tugayda Türkmen asıllı dinciler de bulunuyor.
ABD’nin büyük korkusu bu bölgeyi ele geçiren Esad’ın, hemen ardından Halep’i kontrol altına alması ve Akdeniz’e çıkış yolu açacak “ABD/Kürt Koridoru” nun ağır darbe alacağı düşüncesiydi!..
ABD, bu durumda “acil planı” devreye sokmaya karar verdi; Rus uçağının “sınır ihlali” gerekçesiyle düşürülmesi, Türk Ordusu’nun “Kara Gücü” olarak kullanılması harekatının ilk perdesi olarak tarihin kanlı sayfalarına yazıldı bile!.. Uçaktaki 2 pilottan birinin öldüğü haberi ise, göreceksiniz Rusya’da “intikam” çığlıklarının yükselmesine neden olacak!..
Her şeye rağmen, böylesine bir bataklığa, hem de Rusya, İran, Lübnan Hizbullah’ı ve lojistik destekçi Çin’e karşı neredeyse tek başına itilmeye çalışılan Türk Ordusu’nun direnmeyi sürdüreceğine inanmak istiyorum...
-Yoksa bu savaş felaketimiz olur!!!
https://twitter.com/umit_zileli