CUMHURİYETİ ÇÖKERTEN AYDIN MÜSVEDDELERİ!..

CUMHURİYETİ ÇÖKERTEN AYDIN MÜSVEDDELERİ!..

Can Dündar, Cumhuriyet Gazetesi genel yayın Yönetmenliği görevinden ayrıldı... Beraberinde getirdiği ekip arkadaşları da istifalarını verdi...”


Haberi duyduğumda şaşırmadım, yalnızca bir acı gülümseme dolaştı yüzümde; o an birlikte olduğum arkadaşlarıma şöyle dedim:


-Can Dündar zaten hiç gelmemişti ki Cumhuriyete!..


Cumhuriyete gelen, içinde Can’ın suretinin de bulunduğu “Yeni Dünya Düzeni” idi, mikro milliyetçilikti, ayrılıkçılıktı, aynı topraklar üzerinde birden çok ülkeydi, “Ermeni soykırımıydı”, “Dersim soykırımıydı”, “Mustafa” filmiydi!...


Kurtuluşun, Kuruluşun, Aydınlanma Devrimi’nin öncülüğünü yapmış, adı Büyük Devrimci Mustafa Kemal tarafından konulmuş asırlık bir çınarı ortadan kaldırma projesiydi gelen... Atatürk’e düşman, cumhuriyete düşman, ülkeye düşman kadroların oluşturulması hedefli bir istila hareketiydi... Yeni düzenin “silahşorlarını” köşelere yerleştirme harekatıydı.. Solculuk, ilericilik, barış, demokrasi etiketleriyle “üç cumhuriyetin” iyice gömülmesi hedefinin sacayaklarından biriydi gelen:


-Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet gazetesi!..


Elhak, başarıya epey yaklaşmışlardı da... Bir yılı bile bulmayan sürede, okuyucu profilini “yıkım düzeyinde” değiştirmiş, sadık okuyucuyu kovmaktan beter etmiş, “Yeni Cumhuriyet” yolunda azımsanması olanaksız dev adımlar atmışlardı!..


-Ama olmadı, olamadı!..


Aynı hedefe yürüyenler, kendi iç hesaplaşmalarına kurban gittiler!.. “Pastanın büyüğü kimde kalacak”, “yeni gazete kimin tekelinde yürüyecek”, tartışmalarını yaparken gazetenin baş aşağı savruluşunu göremediler, sonrasında da engelleyemediler... O 180 derecelik “dönüşle” engellemeleri de olanaksızdı zaten!..


1970’lerin başında, 12 Mart faşizmi esnasında ve 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılıp “yeni emperyalizm” dalgası dünyayı sardığında iki kez denenen “Cumhuriyeti ele geçirme” macerası üçüncü kez, tam da yeni “dönüşümlerin” eşiğinde bir kez daha denenmiş ancak o adeta “şehvetle arzulanan başarı” yine elde edilememişti...


-Bir başka “baş” ile denemeye devam edeceklerdi kuşkusuz!..

 


“Tabulaştırma” ve gericilere yol açanlar!..

 


Kendi küllerinden yeniden ve yeniden her defasında var olmayı başaran Can Dündar’a gelince...


1980’lerin başından beri tanıdığım, Mehmet Ali Birand ekolünün başlıca örneklerinden Can hakkında yazılacak epey birikmiş konu var aslında... Ancak tam burada sözü bir büyük insan, edebiyatçı ve devrimci yazara bırakmak istiyorum; pek zamansız yitirdiğimiz sevgiliDemirtaş Ceyhun, Can’ın “Mustafa” filminden sonra 16 Kasım 2008’de kaleme aldığı “Atatürk’ü kim putlaştırdı, tabulaştırdı” başlıklı yazısında arkadaşın portresini bir edebiyatçı ustalığı ve zarafetiyle bakın nasıl çizmişti:


“... Ama ne garip... Can Dündar da “insan yanını anlatıyorum” lakırdılarıyla çektiği “Mustafa” filmi yoğun tepki alınca güya kendini savunuyormuş gibi “Böyle bir film çekilmesinde 70 yıl geç kalındı. Linç bu! Linç kültürü bu! Tabu neymiş şimdi anladım!” diyerek Atatürk için “putlaştırmak” yerine bir başka dinsel deyimi kullanıp, üstelik sanki ancak böyle gizlenecek zaafları varmış gibi kuşku da uyandırabilecek bir üslupla ve kimler tarafından yapıldığı konusunda her hangi bir açıklamaya da gerek görmeden Mustafa Kemal’in “tabulaştırıldığını” öne sürmektedir şimdi.


Kuşkusuz Mustafa Kemal’in iyi bir aile babası olamadığı, akşamları yakın dostlarıyla sofra kurmaktan hoşlandığı, ülke sorunlarını rakı sofralarında da tartışmakta bir sakınca görmediği, hatta zaman zaman diktatörce davrandığı doğrudur . Ama bu özelliklerinin dinci çevrelerde şimdiye dek bolca dillendirildiği, bu konularda bolca kitap yazıldığı düşünülürse, gerçekten Can Dündar’ın imalı bir dille sözünü ettiği “Mustafa Kemal’in ancak tabulaştırarak gözlerden saklanabilecek” özellikleri nedir acaba?..


Hele hele gerek 17 Kasım1922’de bir İngiliz zırhlısıyla yurtdışına kaçmış Vahdettin’in, gerekse ertesi gün 18 Kasım’da Büyük Millet meclisi kararıyla halifeliğe getirilmesini sağladığı, dini konulardan çok güzel sanatlara düşkün “Harem’de Beethoven” diye resimler yapmış Abdülmecit Efendi’nin yerine istese saltanatını ve halifeliğini ilan edebilecek konumdayken, tam karşıtı devleti hızla laikleştirerek toplumsal yaşamı dinsellikten hızla arındırmaya çalışmasına bakılırsa, kendisini putlaştırdığı veya çevresindekilere tabulaştırttığı pek düşünülemeyeceğine göre gerçekten acaba kimler tarafından ve ne zaman  niçin putlaştırılmış veya tabulaştırılmıştır?..”

 


“Yeşil sermayeli sponsorlar!”

 


Demirtaş Ceyhun “Anayasa yasa mıdır” kitabından özetleyerek alıntıladığım, “öfkesini bal eyleyerek” kaleme sarıldığı, en çarpıcı örneklerle “Mustafa” filminin yapımcı-yönetmenine şahane bir tarih dersi verdiği yazısını şu sözlerle bitiriyor:


“... Kısacası, gerici iktidarlarca gerçekten de sinsi yöntemlerle ve ustaca eleştirilemez kılınıp putlaştırılarak, tabulaştırılarak Atatürk’ün de dinselleştirilmesi için şu son 70 yıl içinde devlet eliyle yapılmadık gericilik bırakılmamıştır sanki.


Ama ne yazık ki Can Dündar gibi ilericiler(!), gericilerce gerçekleştirilmiş bu çarpıtmaların sorumluluğunu da şimdi Mustafa Kemal’e yüklemeye çalışıyorlar utanmadan, yeşil sermayeli sponsorlarının kanatları altında...”


Can Dündar ve benzerlerinin “ideolojik duruşlarını”, hedefledikleri mevkilere ulaşabilmek için “kimlerin kayığına”, hangi zamanlamayla bineceklerine dair kıvrak zekalarını bundan daha mükemmel anlatacak bir betimleme bulamadım...


Can Dündar, “geçici bir ayrılık, 1, 1.5 ay sonra döneceğim, düşmanlar sevinmesin” diyor. “Boşuna kürek çekme” birader;  Senin “Mustafa” dan, “Selahattin”e” uzanan çizginin raf ömrü tükendi. Sırada kullanılmaya elverişli başka ilericiler(!) o koltuğa oturmak için bekleşiyor... Doğrusu da budur zaten...


-Yeni döneme yeni piyon! Sanal kahramanların kaderidir bu aynı zamanda!..