DİNCİ ve DİNDAR
Günlük konuşmalarımızdan siyasal söylevlere, dinsel tahlillerimizden sosyolojik tespitlerimize değin hemem hemen her alanda kullandığımız iki tabir olarak dinci ve dindar sözcükleri gerçekte ne anlama geliyor? Gerçi sözcüklere mana yükleyen onları kulllanan kişiler ve o kişilerden oluşan toplumdur. Ama kimi sözcüklerin tarihsel süreç içerisinde anlamı yerleşmiş ve kesinlik kazanmışken kimileri ise henüz bu süreci tamamlamış değildir. Bu cümleden olarak belirtelim ki, dinci ve dindar sözükleri de mana itibariyle üzerinde herkesçe uzlaşılmış ifadeler arasında yer almıyor.
Buna karşın yine de dindar sözcüğünün çoğunlukla olumlu bir mana taşıdğı, dinci sözcüğünün ise tersi bir semantik konuma sahip olduğu hissediliyor ve gözlemleniyor. Ancak bu hissedilme ve gözlemlenme durumu tam bir mutabakatı da yansıtmadığından kimi zaman dinci sözcüğünün de müspet bir içerikle ve daha ziyade “bir dine mensup olan” anlamında kullanıldığı yahut o şekilde anlaşıldığı, karşıt sözcük olarak da “dinsiz” ifadesinin hatırlara geldiği, kısıtlı da olsa bir kesim var.
Bundan dolayıdır ki birine yahut bir topluluğa dinci denildiğinde bundan dine ve dindara yönelik bir eleştiri manası çıkaran şaşırtıcı bir itirazla karşılaşmak mümkün olabiliyor.
O halde öncelikle nesnel bir biçimde iki tabiri de etimolojik ve semantik açıdan inceleyelim ve gerçeği birlikte keşfedelim…
Dinci tabirinin de dindar tabirinin de kökünü oluşturan din ifadesi; İbn Manzur Muhammed bin Mükerrem’in Lisan’ul Arab adlı ünlü sözlüğünde; hükmetmek, yönetmek, galip gelmek, hal ve tavır, ceza ve ödül, boyun eğmek, isyan, hesaba çekmek, hesap vermek, örf, ün, sakınmak, köleleştirmek, yönetici atamak vb. şeklinde anlamlandırılmaktadır. (Lisan’ul Arab; din maddesi.)
Sözlük anlamının ötesinde terimsel olarak ise din, kişi ve toplumların yaşama biçimini ifade eder. Yukarıdaki anlamları çerçevesinde dikkat edildiğinde görülecektir ki din sözcüğünde durum ve tavır, hareket tarzı, yaşama biçimi gibi anlamlar mevcuttur. Bu nedenle dini aslında bir yaşayış tarzı olarak görmek mümkündür.
Kur’an; “İyi bil ki, gerçek din yalnız Allah’ındır.” (Topluluklar Bölümü 3. Ayet) demektedir. Allah’ın dini denilirken kastedilen Allah’ın düzenidir. Zira din aynı zamanda düzen anlamına da gelmektedir. Allah’ın düzeni ise hiç kuşku yok ki fıtrattır. Fıtrat var oluş yasasıdır. Evrende ve doğadaki var oluş yasaları dindir. Bu din gerçekte doğal olanın ta kendisidir. Bu noktada dine aykırılık denilen şey de aslında var oluş yasalarına yani doğaya aykırılıktır. Ancak zaman zaman bizzat din diye uydurulan şeyin kendisi fıtrata aykırı bir hale dönüşebilmektedir. İşte bu noktada bilinmesi lazım gelen şeyin Kur’an’daki dinin ne olduğudur. Eğer bu bilinirse din diye takdim edilen bir takım davranış biçimlerinin gerçek din olup olmadığı anlaşılabilecektir.
Bakalım Kur’an bize dini nasıl anlatıyor:
Kur’an’a göre din Allah’a teslim oluştur. Bunun içindir ki dinin adı İslam’dır. Zira İslam teslim oluş demektir. Allah’a teslim olmak demek de aslında Allah’ın koyduğu değişmez yasalara teslim olmak anlamına gelir.
Dinin adı Kur’an’da apaçık bir biçimde İslam sözcüğüyle dile getirilmektedir:
“Doğrusu Allah katında din islam’dır...” ( İmran Ailesi Bölümü 19. Söz / Al – i İmran Suresi 19. Ayet)
“... Bugün, dininizi olgunlaştırdım; size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim...” (Sofra Bölümü3. Söz / Maide Suresi 3. Ayet)
Dini tanımlama konusunda tarihte pek çok din bilgini çeşitli tarifler yapmışlardır. Bunların ortak noktalarını esas alarak yapılabilecek genel bir tanım aşağı yukarı şu şekildedir:
Dünya ve ahiret mutluğu için Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara gönderilen ilahi bilgiler, kurallar ve ibadetler bütünüdür.
Din kavramına ilişkin bu açıklamadan sonra şimdi gelelim dinci ve dindar tabirlerine…
Dincilik ve dindarlık bütün dinleri kapsayan iki temel davranış tarzı olmakla birlikte Müslüman bir toplumda bu iki tabirin öncelikle İslam’la ilintili olarak anlaşılması tabiîdir. Fakat diğer dinlerin dincileri ve dindarları da bu iki tabiri gereğince anlamada kendilerinden istifade edilmesi lazım gelen örnekler noktasındadır.
Ancak yine de ifade edelim ki, Müslüman dinci ile Müslüman dindarı tanıdığınız vakit, onların başka dinlerdeki versiyonlarını fark etmede hiçbir sıkıntı çekmeniz söz konusu olmayacaktır. Bu itibarla İslam dini özelinde ve Müslüman toplum temelinde dinci ile dindarı en azından ana hatlarıyla tanımalıyız.
Dinci sözcüğündeki –ci eki Türkçedir.
Dindar sözcüğündeki –dar eki ise Farsçadır.
Türkçe –ci ile Farsça –dar ekleri anlamca aslında biribirine yakın iki ektir.
Türkçedeki –ci eki, “bir şeyi destekleyen, bir kimseden yana olan” anlamı verdiği gibi aynı zamanda bir şeyin satıcısı olan ya da bir işle meşgul olan manasına da gelmektedir. Solcu, sağcı, Alici, sütçü, tüpçü, emekçi, ilahiyatçı gibi…
Peki, bu semantik izah sonrası soralım; dinci denildiğinde ortaya çıkan anlam yukarıdaki örneklerden hangisine koşut bir manaya geliyor?
Dinci demek, dinden yana olan demek mi?
Yoksa din işiyle meşgul olan demek mi?
Ya da din satan, din üzerinden para kazanan, kazanç elde eden demek mi?
Sahi hangisi kulağa ve gönle yatkın geliyor?
Bu soru şimdilik burada dursun. Yanıtı yazının ileriki bölümlerinde zaten vermiş olacağız.
Öte yandan Türkçede Farsça kökenli – dar ekiyle türetilmiş dindar sözcüğünden başka sözcükler de kullanılmaktadır. Söz gelimi; bayraktar, hazinedar, emektar, silahtar, mühürdar, taraftar gibi…
Farsça -dar yahut –tar eki, sözcüğe; “sahip olan, tutan, yandaş olan, taşıyan…” şeklinde anlamlar katmaktadır. Bu bağlamda dindar sözü de aslında “bir dine sahip olan kimse” anlamına geliyor. Bu açıdan “dindarım” demek de, “benim bir dinim var,” demektir. Elbette ki dindar sözcüğü sadece bu anlamda kullanılmıyor. Dindar; dinini yaşayan, dini değerler konusunda duyarlılık sahibi olan kimse anlamına da geliyor. Kuşkusuz bu anlamlar, sözcüğün taşıdığı yalın anlamlardır. Bunun ötesinde meselenin tüm berraklığıyla ortaya konulabilmesi için bir de dindar veya dinci olan kimselerin temel özellikleri başlığı altında iki kavramın içeriğine ilişkin daha doyurucu bilgiler takdim etmek lazımdır.
Lakin buna geçmeden önce Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğünde dinci ve dindar kelimeleri acaba nasıl anlamlandırılmış; ona bir bakalım:
Dinci: Dini görüşleri her alana yaymak isteyen kimse.
Dindar: Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı kimse, mütedeyyin. (1)
Evet, bu tanımlar yeterince açıklayıcı olmasa bile yine de çok önemli bir anlam zemini sunmaktadır. Buna göre; dindarın tanımında bireysellik ön planda iken dincinin tanımında inancı başkalarına dayatma anlayışı kendini göstermektedir. Gerçekten de dindar, dinsel inancını özel yaşamında yaşamaya gayret gösteren ve başkalarına dayatmak gibi bir amaç taşımayan kimsedir. Arapça bir sözcükle dindara aynı zamanda “mütedeyyin” de denilmektedir.
Bu temel izahtan sonra şimdi dindar ile dincinin başkaca başat özelliklerini karşılaştırarak ortaya koymaya çalışalım…
Dindar her şeyden önce inancında samimidir. Dinci ise her hareketiyle kuşku uyandıran, dolayısıyla samimiyet testini geçemeyendir.
Dindar, alçakgönüllüdür. Kibir ve bencillik gibi kötü vasıflardan uzaktır. Dinci ise daima büyüklük taslar. İnsanlara tepeden bakar. Kendisi gibi inanmayanları zavallı görür, onları küçümser hatta ezmeye çalışır.
Dindar, dinde zorlamanın olmadığını bilen ve bunu içselleştiren gerçek mümindir. Kimseyi kendisi gibi inanmaya zorlamadığı gibi inanç propagandası yapmaya dahi kalkışmaz. Onun tek bir propaganda yöntemi vardır; o da yaşantısıdır. Şayet insanlar yaşantısını örnek alıp onun gibi inanmaya ve onun gibi yaşamaya yönelirse bundan sevinç duyar. Ama hiçbir zaman bundan süflî bir zafer duygusu devşirmeye de kalkmaz.
Dinci ise kendi inanç ve görüşlerini başkalarına gerekirse yahut gücü yeterse zorla kabul ettirmeye çalışır. İnancı ile yaşantısı çelişse de o bunu pek dert etmez. Zira onun daima bir bahanesi vardır. Lakin şayet aynı durumda olan başkaları varsa onların hiçbir bahanesi ona göre geçerli değildir.
Dindar kendisi gibi inanmayanların bile sevgi ve saygısını kazanma erdemini önemser. Ayrıca onun temel ilkerinden biri yaradılanı yaradandan ötürü sevmektir. Dindar, doğadaki tüm canlılara da hak nazarıyla bakar ve onları korur. Dinci ise kendisi gibi inanmayan ya da düşünmeyenlerin nefetini kazanmayı başarı sayacak kadar bağnazdır. Ona göre doğa ve doğadaki her canlı, insana hizmet için yaratıldığından onlara zarar vermenin bir sakıncası olmadığını düşünür. Doğayı kendi malı sanır. Dindar çevre dostu iken dinci kendisini doğanın / çevrenin efendisi gibi görür.
Dindar, kendi dininden olmayan insanlara karşı münasebetinde Hz. Ali’nin Mısır valisine yazdığı mektupta söylediği şu direktifi esas alır: “Sakın din farkından dolayı insanlar arasında ayrım yapma. Unutma onların bir kısmı sana dinde kardeş ise diğer ksımı da yaratılışta eştir.”
Dindar için; bir Yahudi’nin cenazesi geçerken ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunan Hz. Muhammed’in; o bir Yahudi’nin cenazesi, neden ayağa kalktınız şeklindeki soruya, “Ben bir insanın cenazesine saygı için ayağa kalktım” deyişi diğer din mensuplarına yönelik ilişkilerde sarsılmaz ve sağlam bir örneklik teşkil eder.
Dinci ise Müslüman olmayan herkese karşı düşman olmayı neredeyse dinin bir gereği sanır. Ona göre gerekirse bütün kafirler imana davet edilmeli, kabul etmezlerse ya öldürülmeli yahut köle yapılmalıdır. Söz gelimi IŞİD adlı terör örgütünün yaptığı gibi… Ayrıca dinci, dini kendisi gibi yorumlamayanları da kafir yahut fasık kabul eder. Yani ona göre Müslüman olmanız bile yeterli değildir. Onun gibi Müslüman olmak zorundasınız. Zira dini doğru anlayan ve doğru yorumlayan bir tek odur. Ondan başkasının yorumları dini tahrip etmeye yönelik bir sapkınlıktır.
Dindar, bir mezhebe bağlı olsa da asla mezhepçilik yapmaz. Dinci ise kendi mezhebinden olmayanları katletmekte bir beis görmez.
Dindar; Kur’an’ın; Topluluklar Bölümü 9. Sözünde / Zümer Suresi 9. Ayetinde geçen “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” ifadesini esas alarak bilgiye ve bilime daima saygılı olup bilim insanlarına değer verir. Dinci ise hem bilime ve hem de bilim insanlarına karşı kuşkuyla yaklaşır. İnancına ters geldiğini düşündüğü bir takım blimsel gelişmeleri şüpheci bir bakışla reddetmeye meyillidir. Ancak kimi zaman da pragmatist bir biçimde bilimin sunduğu olanaklardan yararlanmaktan da geri durmaz. Özetle dinci, bilime karşı çelişkili tutumlar sergiler.
Dindar, kadın erkek eşitliğine gönülde bağlıdır. “Mümin erkeler ve mümin kadınlar birbirlerinin yardımcıları ve dostlarıdır…” anlamındaki Uyarı Bölümü 71. Sözde / Berae Suresi 71. Ayette yer alan ifadeleri, bu konudaki tutumunun kaynağı olarak görür. Hz. Muhammed’in Medine’de kadınları pazarda zabıta olarak görevlendirmesi gibi uygulamalarını da dikkate alarak yaşamın her alanında kadın ve erkeğin birlikte yer almasının dinin değerli bir öğüdü olduğunu daima hatırında tutar.
Dinci ise kadını eve hapseder. Onu daima ikincil görüp kadın erkek eşitliğini asla kabul etmez.
Dindar, dinsel kuralların zaman ve topluma göre bazı değişiklikler gösterebileceğine dair temel İslamî yaklaşımı içtenlikle benimseyip yenilenmenin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu kabul eder.
Dinci ise yenilik ve değişim sözünden neredeyse nefret eder. Yeni dinsel görüşleri dini tahrip etmek olarak değerlendirir.
Dindar, dindarlığını bilgiye dayandırır. Dinci ise hikmet kavramından habersiz bir biçimde kör inançlarını sloganlarla ifade eder.
Nitekim dindar ile dinci arasındaki en büyük farkın doğru bilgiye sahip olup olmama olduğunu Kur’an şu şekilde ortaya koymaktadır:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, hiçbir bilgiye veya yol göstericiye veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmadan Allah hakkında tartışmaya kalkar. Allah yolundan saptırmak için de kendini eğip bükerek büyüklük taslar. Onun için dünyada bir rezillik vardır.; diriliş gününde ise ona yakıcı azabı tattırırız.” (Kutsal Ziyaret Bölümü 8.- 9. Sözler / Hac Suresi 8. – 9. Ayetler)
“… İnsanlardan bazı kimseler, bir bilgiye dayanmadan, yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında tartışıp dururlar. Onlara; Allah’ın indirdiğine uyun, denildiğinde, onlar; biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız, dediler. Peki, ya Şeytan onları bir alevli ateşin azabına çağırıyorsa?” (Lokman Bölümü 20.- 21. Sözler / Lokman Suresi 20.-21. Ayetler)
Görüleceği üzere dinci aslında din konusunda doğru bilgiye sahip olmayan kişidir. Lakin sanki o konuda uzmanmış gibi davranır. Hatta yanlış bilgisiyle kibirlenir yani büyüklük taslar.
Dindar, Allah’ın, rahman olma vasfı gereği bütün insanlara ve doğaya merhamet ettiğine inanır. Allah rahmetini sunarken kulları arasında din ve ırk ayrımı yapmaz. Yağmur herkes için yağar, güneş herkes için doğar. Dinci ise Allah’ın Müslümanlara yahut kendisi gibi inananlara ayrıcalıklı davrandığını sanır. Müslüman olmayan ülkelerin başlarına gelen doğal afetleri Allah’ın bir cezalandırması gibi telakki eder. Müslümanların başına gelen felakatleri ise ilahi bir imtihan olarak niteler.
Dindarın din anlayışı Kur’an’a, Hz. Muhammed’e ve ehlibeyte dayanır.
Dinci ise Muaviye ve Emevi sultanlarını örnek alır. Güya din ve hilafet için peygamber torunu Hz. Hüseyin’in bile başının kesilmesini meşru görebilecek kadar bir dalaletin içinde olduğunu fehmedemez yahut fehmetse de içindeki kine teslim olur.
Dindar, insanları cennetle müjdelemeyi öne alırken dinci ise daima cehennem vurgusu yapıp korku üzerine kurulu bir dinsel yaşamı önceler.
Dindarın din anlayışında asla şiddete yer yoktur. Dindar, kesin olarak barışçıdır. Zira iman ettiği dinin adı olan İslam’ın anlamlarından birinin de Allah’a teslimiyetle birlikte barış demek olduğunu gayet iyi bilir. O cihadı bile ancak savunma amaçlı olduğunda meşru görür. Öte yandan dindarın cihadı daha çok nefsine karşı mücadele etmek biçimindedir. Dinci ise cihat kavramının arkasına saklanarak terör ve savaş da dahil her türlü şiddeti güya Allah yolunda mücadelenin olmazsa olmaz birparçası görür. Hatta çoğu kere çarpık cihad anlayışını sözde dindarlığının nişanesi gibi takdim etmeye çalışır.
Dindar tevhid inancının temsilcisidir. Tevhidi sadece muhayyel bir ilahı birlemek olarak değil aynı zamanda insanları da birlemek ve eşit görmek olarak anlamlandırır. Dinci ise şirk dinin dindarı olup Allah ile insanların arasına şeyhleri, gavsları ve bilumum kerameti kendinden menkul sözde dini liderleri yerleştirir. Allah’a ibadet adı altında onlara tapınır. Nevar ki çoğu kez bunun farkında bile değildir.
Dinciliğin kök itibariyle İslam öncesi döneme değin uzandığını ifadeyle birlikte İslam sonrasında ise beslenme kaynağının Emevi saltanatı olduğunu belirtmeliyiz. Bu gerçeği dile getirmek bakımından; büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin hocalarından olan İmam Cafer Sadık’ın; “Emevilerin en büyük kötülükleri şirkin tanınmasını engellemeleri olmuştur,” (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; Dincilik, s. 138) şeklindeki sözü son derece dikkat çekicidir.
Gerçek şu ki dindarın en büyük düşmanı ne ateistler, ne deistler, ne agnostikler ne de başka dinden olanlardır. Dindarın en büyük düşmanı dincilerdir. Nitekim Türk sağının fikir adamlarından olan Nurettin Topçu, bu savı desteklercesine şu cümleyi kurmaktadır:
“Gözlerinden kin, riya ve para akan habis tip. Allah’ın dininin kara talihi ateistler falan değil işte bu habis tiptir.”
Son çağın büyük İslam bilgini merhum Yaşar Nuri Öztürk de bu konuda sözü hiç dallandırıp budaklandırmadan o yalın gerçeği şöyle açıklıyor:
“Dindarların en zararlı düşmanı dincilerdir. Tabii ki, dincinin en tehlikeli düşmanı da dindarlardır. Çünkü dinci, dindarın en yüce, en kıymetli sermayesini kirleten, çalan, istismar eden bir namerttir. Dinci, dindarın hayatı pahasına koruduğu ve yaşama sebebi bildiği yücelikleri birer maske gibi kullanarak hesaplarını denk getirmeyi esas alan hayasız bir hırsızdır, gaspçıdır.” (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; Dincilik, s. 140)
Merhum Yaşar Nuri Öztürk, bu cümlelerin ardından daha da ilginç olarak şu cümleleri yazıyor:
“Dindar, Allah’ın rahmeti, dinci ise Allah’ın musibetidir. Dinci, dindarın kıymetini bilmeyenlere Allah’ın musallat ettiği bir beladır.” (Age, s. 140)
Gerçek şu ki dindar, dini, Allah’a ulaşmanın, onun rızasını kazanmanın aynı zamanda daha iyi ve daha olgun insan olmanın yolu olarak bilir. Bu nedenle dindarın amacı daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır. Din ona; “Halka hizmet, Hakka hizmettir,” dediği için o daima insanlara bir şeyler verebilmenin çabası içinde olur.
Dindar, kendisinin iyi ve rahat olmasıyla işinin bittiğini düşünmez. Başkalarının da iyi ve mutlu olması için çalışır. Bu tavrının altında Hz. Muhammed’e nispet edilen şu söz vardır:
“Kendin için sevip istediğini başkaları için de sevip istemedikçe gerçek mümin olamazsın.” (Müslim; İman 71-72, Tirmizi; Kıyamet 59, Nesai; İman, 19- 33)
Dincinin yaşamında ise, “İyi ve güzel şeyleri yalnızca kendin için iste, başkalarının da bunlara sahip olmasını engelle!” duygusu egemendir.
Dindarın dindarlığında din, insan içindir. Dincinin dinciliğinde ise insan, din içindir. Dindar amaç ve aracı yerli yerinde görürken dincide amaç ve araç alt üst olmuş durumdadır.
Dindar, Allah için iyi işler yapıp değer üreten bir rahmet insanıdır. Dinci ise Allah adına ahkam kesmeye kalkan ve kendini Allah’ın vekili sanan kötü bir kişiliktir.
Dindar, karşıtlarının bile kendisinden emin olduğu kişidir. Zira o bir rahmet insanıdır. Dindar bilir ki, iman ettiği peygamberin en güzel ünvanlarından biri de Muhamed’ül- Emiyn / Güvenilir Muhammed ünvanıdır. Güvenilir Muhammed’e iman ettiğini söyleyip güvenilmez bir kişilik sergilemek dindar için asla söz konusu değildir. Dinci ise sözcüğün tam anlamıyla kendisine asla güvenilmeyen kişidir. Onda ahde vefa yoktur. Onda sözünde durma vasfı da bulunmaz.
Bilindiği gibi ahde vefa yani anlaşmaya ve dostluğa sadakat dinin ve dindarlığın temel değerlerinden biridir. Dindar, kıymet bilen kişidir. Bu sebeple onun aslî özelliklerinden biri de ahde vefa duygusuna sahip olmaktır. Oysa dinci nankördür. Onun ihanet etmekten çekineceği hiçbir kimse ve hiçbir değer yoktur.
Dindar, ibadetlerini yalnızca Allah rızası için yapar. İbadetlerinin asla reklamını yapmaz. Onları ticari veya siyasi kazanca tahvil etmeye çalışmaz. Hasılı; ibadet onunla o ibadetle güzelleşir.
Dincinin ibadeti ise daima bir dünyevi çıkara endekslidir. O ibadetini toplumun neredeyse gözüne sokar. Bu nedenle de onun namazı İyilik Etme Bölümü / Maun Suresi’nde yer alan; “ Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar gösteriş yaparlar…” ifadeleriyle anlatılan sahte namazın ta kendisidir. Onun orucu da aslında oruç değildir. Dinci öyle bir sapkınlık içindedir ki adeta kimin namaz kılıp kılmadığının, kimin oruç tutup tutmadığının Allah adına çetelesini tutar. Oysa bu, Allah’ın asla razı olmayacağı ifsad edici bir tavırdır.
Dindarın ibadetinden; namaz ve orucundan kimsenin pek de haberi olmaz. Zaten o da birileri bilsin ve görsün diye değil sadece Allah için ibadet eder. Oysa dincinin namaza gidişi de bir gösteriş halindedir. Orucu, haccı da öyledir. Dinci eğer yüksek mevkilerde bir siyasetçi ise hangi camide namaz kılacağını mutlaka basına haber verir. Namaza bazen yüzlerce araç konvoyu halinde ve binlerce kamera eşliğinde gider.
Dincinin en belirgin özelliği küstahlığıdır. O, en büyük küstahlığını da Allah’a karşı yapar. Zira o Allah’a din öğretmeye kalkacak kadar küstahdır.
Evet, Allah’a din öğretme tabiri Kur’anî bir tabirdir. Bu tabir Kur’an’da Odalar Bölümü 16. Sözde / Hucurat Suresi 16. Ayette geçmektedir. Ayetin Türkçesi şu şekildedir:
“De ki; siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa göklerde ne var, yerde ne varsa Allah onların hepsini bilir. Çünkü Allah her şeyi gereğince bilendir.” (Anlamak İçin Türkçe Kur’an, 4. Baskı S. 431)
Allah’a din öğretmeye yeltenmek hiç kuşku yok ki eşi benzeri olmayan bir küstahlıktır. Bu küstahlığın temelinde yatan neden de azgınlık ve dini kendi çıkarları için utanmazca kullanmaktır. Bu, Allah’a kafa tutmanın belki de en ahmakça hâlidir.
Dindar ile dinci arasındaki en önemli farklardan biri de yurt ve ulus sevgisi konusundadır.
Dindar, yurtseverdir. Bunun bir gereği olarak mensup olduğu ulusu da sever. Ne yurduna ne de ulusuna asla ihanet etmez.
Dinci ise yurt / vatan ve ulus / millet kavramlarını kabul etmez. Zira onun için söz konusu olan ümmettir. Lakin dincinin ümmeti, Hz. Muhammed’e nispet edilen ümmet değil Muaviye’ye nispet edilen bir ümmettir. Emevi kabilesinin ideolojisini ve yayılmacılığını savunmayı ümmetçilik olarak gören dinci, aslında bir gizli / kripto vatan hainidir. Zira onun ümmetçiliğinde vatan / yurt ve millet / ulus kavramlarına yer yoktur. Eğer bir dincinin ağzından vatan ve millet kavramlarını duyarsanız biliniz ki onlar, tümüyle siyaseten ve halkı aldatmak için söylenmiş sözlerden ibarettir.
Tüm bu izahlardan sonra netlikle ifade edelim ki asıl kavga dindar ile dinsiz arasında değil dindar ile dinci arasındadır. Bu kavganın dindar lehine sonuçlanması sadece dindarlar için değil bütün insanlık için hayırlı ve hak olandır. Hayrın ve hakkın galibiyeti ise en samimi dileğimiz ve duamızdır.
Dindar ve dinci kavramlarına ilişkin bazı özellikleri ana hatlarıyla verdiğimiz bu yazı elbette ki meseleyi tüm boyutlarıyla ortaya koymaya kifayet etmez. Her bir özellik için ayrıca sayfalar dolu açıklama yapmak mümkündür. Bizim bu yazımızsa belki ancak bir dibace olabilir.
Sözlerimizi Türkiye’de dinciliğe karşı savaşmış ve hakiki dindarlığın yolunu açmış olan büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle bağlayalım:
“Türk milleti daha dindar olmalıdır. Bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. Çünkü bizim dinimizde akla aykırı gelişmeye ve ilerlemeye engel hiçbir şey yoktur."
İlahiyatçı-Yazar Cemil Kılıç
https://twitter.com/m_cemilkilic