“Bana bir savcı bulun!..”
Bu talimat, yıllar sürecek bir aşağılık tertibin, yüzlerce insanı zindanlarda tutsak edecek bir sürecin, onlarca yurtseveri onulmaz hastalıklara, bir çok yiğit insanı intihara ve ölüme sürükleyecek bir girdabın, Türk ordusunu alçakça çökertecek bir sinsi planın işaret fişeği olacaktı... Bu, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kabile devletine dönüştürülmesinin de acımasız süreci olarak geçti tarihe...
Aslında, Türkiye tarihinin bu en haysiyetsiz dönemine en başından itibaren bakmak gerekiyor:
17 Mayıs 2006... Danıştay suikastından yalnızca 3 saat sonra... Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin, kameraların önüne geçti ve herkesi derin bir şaşkınlığa düşüren şu açıklamayı yaptı:
-Bekleyin ve hazırlıklı olun. Sürprizlere şaşıracaksınız. Gladio tipi bir yapılanma var!..
Kimse bir şey anlamamıştı... Hükümetin önde gelen şahsiyetlerinden biri, ne olduğu belirsiz bir hedefi gösteriyor ve “sürprizlere hazır olun” mesajı veriyordu... Biz henüz bilmiyorduk ama 2 yıl sonra acı biçimde görecektik!.. Namuslu kalemler, “ne tezgahlanıyor” sorusuna yanıt ararken, bu kez Başbakan hem de daha açık bir şekilde, “bu iş başörtüsüyle ilgili değil. Susurluk, Küre, Sauna (çeteleri) bağlantıları var. Saldırı iktidarımıza yönelik” açıklaması yaptı...
Sonra?.. Sonrası epey uzun süren bir sessizlik dönemiydi... Ancak iktidar içinde hummalı bir çalışma sürüyor, Başbakan’ın adını verdiği odaklarla Danıştay cinayeti birbirine bağlanmaya çalışılıyordu!.. İşte tam o sıralarda başbakan yardımcısı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı Abdullah Gül, Emniyet ve MİT yöneticileriyle bir toplantı yaptı. Burada Gül’ün önüne bir şema kondu ve ve akılları zorlayacak bir hikaye anlatıldı. Bu tarihten 2 yıl sonra, 4 Temmuz 2008’de Radikal gazetesinde anlatılacağı gibi, Gül şu açık talimatı verdi:
-Bir savcı bulun. Bana anlattıklarınızı delillendirip savcıya anlatın, hepsini yakalasın ve yargılasın...
İşte, Ergenekon, Balyoz ve diğer alçakça tertipler böyle başladı!.. Uzun yıllar sonra yanında çalıştığı kişiye güzellemeler içeren kitabında Ahmet Sever, “Gül olmasaydı operasyon başarılamazdı” diyecekti!...
* * *
“Nasıl olduysa bir savcı bulundu...”
Bu sözler bana değil, şu “Kabataş kumpasını” köşesine taşıyıp, “Valla görüntüleri izledim, ne yazık ki doğru” deyip sonra “yalandı, özür dilerim” diye yazan İsmet Berkan’a ait. Taa 2008 yılında, Radikal gazetesindeki köşesinde, kumpasın başlamasından iki yıl sonra hikayesini kaleme alan bu kişiye bu yazısı için hiç bir yalanlama gelmedi!..
Bulunan savcı Zekeriya Öz’dü... Bu göreve nasıl getirildiğini, Habertürk Televizyonu’nda 3 Eylül 2008 yılında Fatih Altaylı şöyle anlattı:
-Zekeriya Öz, El Kaide soruşturması sırasında CIA ekibiyle yaptığı görüşmelerden sonra Ergenekon savcılığına getirildi...
Bu açıklamaya da hiçbir yalanlama gelmedi!.. Aslında kronolojiye de pek uygundu; 2007 Haziranı'nda Ümraniye’de bulunan(!) bombalardan beş ay sonra, Washington’da oval Ofis’te konuk olan Tayyip Erdoğan’a ABD Başkanı Bush, “operasyon artık başlasın” demişti!.. Nereden biliyorsun derseniz, Fehmi Koru’nun köşe yazısından!.. Onun yazısı da hiç yalanlanmadı!.. Uzun yıllar sonra, zamanın Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik beni bir Tv programında yalanlamaya kalktığında şu soruyu sordum:
-Madem yalandı, 7 sene niçin sustunuz da şimdi beni yalanlamaya çalışıyorsunuz, Fehmi Koru’yu yalanlasaydınız ya!..
* * *
Zekeriya Öz kimdi peki?..
Göreve 1994 ya da 95 yılında Çine’de başladığı biliniyor... Sanılıyor da diyebilirim çünkü, Zekeriya Öz’ün göreviyle ilgili sorulara Adalet Bakanlığı yetkilileri hep, “gizli bilgi” yanıtını verdi nedense!.. Ama zamanın Aydınlık Dergisi ve Ulusal Kanal, sıkı bir araştırmayla bu savcının şeceresini ortaya dökmeyi başardı. Ama ne şecere!!!
-Zekeriya Öz, iddiaya göre Çine Adliyesi’nde zamanın kıdemli savcısı Ayhan Uğurdan’a faks ve sicil kaydı yaptıran vatandaşlardan toplanan paraları paylaşmayı teklif etmişti... Kıdemli savcı bu çirkin teklife büyük tepki göstermiş ve Öz’ü HSYK’ya şikayet etmiş, her iki savcı da müfettiş soruşturması geçirmişti. Bu olayın ardından Öz, Bitlis Mutki’ye sürüldü. Ayhan Uğurdan ise uğradığı haksızlık nedeniyle istifa etti..
-Ancak bu savcı Öz’ün Çine’deki tek skandalı değildi... Sürgün olduğu Mutki'ye gitmeden önce Öz, bir de silah zoruyla rehin alındı!.. Yanlış duymadınız, güpegündüz, Çine çarşısında kafasına silah dayanıp saatlerce ölüm korkusu yaşadı... Çineli işadamı Mehmet Ocak, babası ve oğluyla Türkiye Şoför ve Otomobilciler Federasyonu kıraathanesi önünden geçmekte olan Zekeriya Öz’ün ensesine silahı dayayıp tam 2,5 saat süreyle rehin tuttu. İlçede sevilen, o yıl vergi rekortmeni olan Ocak sonunda savcıyı bıraktı. Ancak tüm Çine, Savcı Öz’ün işadamını haraç vermeye zorladığı, kendisi ve babasının işadamına ait benzin istasyonundan bedava benzin aldığı iddialarıyla çalkalanıyordu!..
Bu, adeta mumla aranıp bulunan savcının zirve yıllarında, özgeçmişini açıp baktığınızda ilk 4 yılını geçirdiği Çine’yi bulamazdınız!.. İlk görev yeri Mutki yazılıydı..
-O 4 yıl ise adeta buhar olup uçmuştu!!!
* * *
Zekeriya Öz Ergenekon dosyasına adeta buldozer gibi girdi...
Özel yetkilerle donatılmış, ağzından çıkan her sözcük adeta “Tanrı kelamı” olarak kabul gören bir savcıydı artık... Kara gözlükleri, etrafında sayısı her geçen gün artan korumaları ve meşhur tespihi ile korunup kollanan, film yıldızlarından bile şöhretli bir savcı!..
Onun önüne çıkmak eşittir Silivri zindanlarını boylamaktı... Bu denklemden ender kurtulanlardan biri olan Can Dündar, karşısında ifade verdiği bu ayrıcalıklı savcıyı anlattığı yazısında, “2.5 saat boyunca gözlerini savcının sürekli çektiği tespihten ayıramadığını, Ergenekon dosyasını dinlerken ne kadar ayrıcalıklı olduğunu düşündüğünü, ayrılırken kolaylıklar dilediğini” anlattı. Zaten bir ay sonra da soruşturmadan aklanmıştı...
Zekeriya Öz, görevde bulunduğu süre içinde çok ama çok “Ah” aldı... hakkında çıkan, (bir bölümünü yukarıda okuduğunuz) akıl almaz iddialar karşısında bırakın soruşturmayı, cömertçe ödüllendirildi!.. Ergenekon davasının “savcısı” olduğunu ilan eden Başbakan, zırhlı Mercedes arabasını bu savcıya tahsis etti... Sonra da nasıl kandırıldığını anlattı, iyi mi?!.. Yargısı tamamlanmış, sanıkları ağır cezalara çarptırılmış Danıştay davasını Ergenekon’a dahil edebilmek için, davanın iki numaralı sanığı Osman Yıldırım’la cezaevinde görüştüğü ve ona “Osmanım” diye hitap ettiği ortaya çıktı... Osmanım’ın deli saçması ifadeleri Silivri mahkemesinde güle oynaya kabul gördü ve sırf “silahlı örgüt” suçlaması yapılabilsin diye bu dava da Ergenekon’a dahil edildi... Sonunda Ergenekon, Balyoz ve diğer davaların tam anlamıyla bir kumpas olduğu ortaya çıktı. Ama olan olmuş, ölen ölmüş, Türk ordusu çökertilmişti... Peki Osmanıma ne oldu?.. Ödül olarak serbest bırakıldı...
-Şimdilerde kayıp, ara ki bulasın!..
* * *
Bir zamanların kudretli savcısı “Tayyip-Fethullah” birlikteliği ayrılığa dönüşünce hızla gözden düştü...
Önce düz savcı yapıldı... Sonra Bolu’ya sürüldü... Sonra hakkında üst üste soruşturmalar açıldı... O hep twitter aracılığıyla “kuyruğu dik tutuyor” izlenimi vermeye çalıştı... Son olarak hakkında tutuklama kararı çıktı.. Bir de baktık ki “kahraman” savcı, “kuşlardan” aldığı haberle Gürcistan’a tüyüvermiş!.. Bu tanımlama da bana ait değil, bir zamanlar neredeyse huşu içinde kapısına yüz süren Sabah adlı havuz gazetesine ait!..
Bu uzun yazı aslında bir kıssadan hisseyi sizlerle paylaşmak için yazıldı:
-Demek ki neymiş; her tetikçi, kullanma süresi dolduktan sonra buruşturulup tarihin çöp sepetine atılırmış...
Haa, bir şey daha; bu savcı kılıklı görevli”nin kaçmasına hiç üzülmedim, aksine pek sevindim; bu gibilere “kahraman”, “cesur” sıfatları takmaya çalışan dönekler, yanaşma gazeteci güruhu ve siyasetçi tayfası görsün:
-Düşkün bir tetikçiden asla kahraman çıkmaz!!!
https://twitter.com/umit_zileli