DÜNYA BİZİ DIŞLIYOR…
Üzgünüm! Zor bir yazı olacak. Çünkü olanı biteni anlamak zor, anlatmak iki kere zor, anlaşılmasını beklemek ise imkânsız! Girişi açmaya çalışırsam; yazanlar bilir, zor yazılar vardır, yazılması zor olan yazılar, yüreği acıtan, gözü yaşartan yazılar, insanın zoruna giden yazılar, zor zamanda yazılan yazılar vardır. Demem o ki; öfkeyi dışa vurmak kolay değildir, uzaktan kalem oynatmak hiç kolay değildir, kalem namusu en zor olanıdır…(günümüzde sayıları giderek azalan)
Başta dedim zor bir yazı olacak diye! Ülkenin ekonomisi hangi seviyede, dolar ne âlemde, seri kepenk kapatma eylemleri ne durumda? Anadolu’dan başlayıp Beyoğlu’na sıçrayan, hızını alamayıp Bağdat Caddesi ve Kapalı çarşı’ya uzanan dükkân kapatmalar nelere mal oldu? Memur-Sen’in açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı ne ölçüde? ( 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1500 lira, yoksulluk sınırı 4300 lira olarak açıklandı) konularına yazımı daha zor bir hale getirmemek için girmeyeceğim bile…
Yine kötü yönetilmenin bedelini canlarıyla ödeyenlerin sayısına, 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in 13, Abdullah Gül’ün 32, Erdoğan’ın 1804 personelle çalıştığına da değinmeyeceğim! (bugünlerde 1000 personel daha alınacakmış). Ancak yaşamımızın her alanına ve her yönüne müdahale eden ve kendisi gibi olmayanlara tahammül edemeyen erke değineceğim…
Cumhuriyet’in kurucu değerlerine savaş açanlara ve hırsları her şeyin önünde olanlara şunu anımsatmak gerekir. O geçmiş ve o dönemde yapılanlar sizin dediğiniz ya da dudak büktüğünüz gibi yabana atılacak, küçümsenecek, göz ardı edilecek, görmezden gelinecek bir geçmiş değildir. Asırlara hükmedecek bir gelecektir…
Yeri gelmişken bir parantez açalım. Yunanistan’a sığınan 50 bin Suriyeli göçmen ülkeden ayrılmanın yollarını arıyormuş. Ve Yunanistan hükümetine demişler ki; “Bize para verin geri dönelim. Ülkemizde çabuk ölüyorduk, burada yavaş yavaş ölüyoruz.” Ülkemizde bulunan 3.5 milyon Suriyeli göçmenden tık yok. Siz bizdeki konukseverliğe bakar mısınız?
Gündemin saat başı değil, her dakika değiştiği ülkemizde; hepimizi endişelendiren, ürküten, düşündüren, korkutan, kaygılandıran, seri katil muamelesiyle karşılaştıran olaylara girersem çıkamam. (Hele de “uçan tekmelerin” serbest bırakıldığı Yeni Türkiye iklimine girersem hiç çıkamam!)
İyisi mi suçlunun güçlü olduğu yerden bakarak bazı satırbaşları açmakla yetineyim. Birileri demokrasiyi tramvaya benzetse de, yeri geldiğinde inse de, biz şu anda bir tünelden geçiyoruz. Huzursuzluk, umutsuzluk, güvensizlik, belirsizlik diz boyu olsa da her tünelin çıkışında bir ışık vardır. Ülkenin çimentoya, betona en çok teslim olduğu gönümüzde dayanacağımız kolon, kiriş, duvar kalmasa da köklü bir geçmişimiz, asırlara hükmedecek bir Cumhuriyet geleneğimiz vardır. Ülkemiz kanla, ateşle, dehşetle boğuşurken, sınırlarımız yolgeçen hanına dönmüşken, ayaklarımızın altından zemin kayıp, zaman hızla geçerken sırtımızı bir kaya gibi dayadığımız bir Atatürk’ümüz vardır.
Siyasi iradenin görevi, toplumsal mutabakatı sağlamak, moral değerleri bozmamak, insanları ayrıştırmamak ve yalnızlaştırmamaktır. Arka arkaya gelen hamleler ve dehşet dalgaları korkuyu egemen kılarken, toplumsal yılgınlığı artırırken bize düşen görev; korkuya yenilmemek, yan yana - omuz omuza durmak ve dayanışmayı unutmamaktır. Batı bizi dışlarken, batı basını; “Türkiye artık tekin bir ülke değil, bir kırılma noktasında bulunuyor. Freni patlamış bir kamyon gibi nereye toslayacağı belli değil” gibi manşetlerle çıkarken, bu şok ve dehşet ortamında hepimiz toplumsal bir travma yaşarken kolay mı derseniz ki haklı bir sorudur bu!
Şunu söyler ve şu yanıtı verebilirim! İçime su serpenler de var. Örnek mi? Geçmişimizi ve geleceğimizi aydınlatan, bilimi kutsayan bir liderimiz var. O’nun önderliğinde Genç Cumhuriyetimiz için atılan adımlar ve gerçekleştirilen atılımlar var. Bilgisiyle, inadıyla, iradesiyle, yürekliliğiyle; hukuk tanımazlığa, adaletsizliğe, haksızlığa karşı dimdik duran STÖ’ler, gençler, emekçiler, kadınlar, erkekler var. Ve teee Sivas’tan, Yıldızeli’nin Kaman köyünden atlayıp otobüse İstanbul’a gelen 63 yaşındaki emekli öğretmen Rıfat Kılıç’ın gözleri dolarak; “İstanbul’da kalacak yerim yok, fazla harçlığım da yok, dönmek durumundayım. Yalnızca Cumhuriyet Gazetesiyle dayanışmaya geldim” şeklindeki göz açarken, yürek dağlayan sözleri var…
Öfkemi tanımlamak kolay değil ama içime su serpenler de az değil…