EFKAN ALA “KİTABINA UYDURMAK” İÇİN AĞIRDAN ALINCA BAKANLIĞI KAYBETTİ

YENİ ÖĞRENDİM

EFKAN ALA “KİTABINA UYDURMAK” İÇİN AĞIRDAN ALINCA BAKANLIĞI KAYBETTİ

Erdoğan'ın Başbakanlık Müsteşarı iken İçişleri Bakanlığı'na oturtulan, daha sonra da milletvekili olarak bu göreve devam eden Efkan Ala'nın beklenmedik anda görevden alınması herkes için şaşırtıcı oldu.
Aslında “şaşırtıcı” diyorum lafın gelişi tabii, bugüne kadar görevinde kalmasıdır şaşırtıcı olan.
Sadece bir buçuk yıl içinde 16 büyük terör saldırısına maruz kaldık ve yüzlerce insanımızı kaybettik.
Ala'nın azledilmesinden sonra pek çok spekülasyon yapıldı.
Hatta durumu fark edemeyenler Efkan Ala'nın MİT Müsteşarı olacağını bile söylediler.
AKP'ye çok yakın tanıdıklarımdan Efgan Ala olayının iç yüzünü öğrendim.
Elbette “en kesin bilgi budur” diyemem, ancak konuştuğum kişilerin özellikle saraya yakın olduğunu bildiğimden anlatılan senaryolar içinde “en akla yakınının” bu olduğunu söylemeliyim.
Ala, dinci faşist cemaatçileri temizleme operasyonunda “ağır kaldığı” için azledildi.
“Ağır kalmak” şu; saray kimlerin tasfiye edileceği konusunda bir talimat veriyor ve “anında uygulanmasını” istiyor.
Eğer söylediği zaman içinde operasyon yapılmamışsa öfkeleniyor ve hemen “kelle alma” yoluna gidiyor.
Peki, Efkan Ala'nın işi biraz “ağırdan” almasının nedeni ne?
Çok basit; Ala işi “kitabına uydurmaya” çalışmış. Şu anda cemaatçi olarak nitelenen herkes sorgusuz sualsiz ya gözaltına alınıp tutuklanıyor ya da geri dönüşü mümkün olmayan biçimde kamudaki görevinden atılıyor.
Kanun Hükmünde Kararname'lere göre kamu görevinden atılanların geri dönüşü mümkün değil, dava açamıyorlar, herhangi bir başka kamu kuruluşunda dolaylı dolaysız çalışamıyorlar ve eğer varsa işleriyle ilgili ehliyet ya da sertifakaları, bunlar da iptal ediliyor. Yani tam bir açlığa mahkumiyet bu.
İşin aslına bakarsanız işi “kitabına uydurmaya” çalışan sadece Efkan Ala değil. Kamuda imza yetkisi olan pek çok kişinin uykusunu kaçıran bir konu bu.
Her ne kadar bugün için işten atılanların dava açmaları mümkün değilse de, yarın ne olacağı belli olmaz.
Olağanüstü hal bittikten, durum biraz normale döndükten sonra şimdi pek duyulmayan “sessiz çığlıklar” büyük bir gürültüye dönüşebilir.
Böyle bir durumda sorumlular imza sahipleri olacaklar.
Gerçi onlar “emir saraydan geldi, ne yapabilirdik” diyebilirler ama hukuken bu mümkün değil.
Çünkü Eroğan her ne kadar “beni halk seçti, farklı cumhurbaşkanıyım” dese de mevcut anayasaya göre “görevi sırasında yaptıklarından sorumsuz” sayılıyor.
Yani emri veren Erdoğan olsa bile, sonuçta “sorumsuz” olduğu için kabak imzayı atmak durumunda kalan bakanın, bürokratın başına patlayacak.
İşte Efkan Ala “ne olur ne olmaz” duygusu ile tasfiye listelerini imzalamadan “işi kitabına uydurmaya çalıştığı” için kellesini vermek zorunda kaldı.
Aldığım bilgilere göre aynı duygu içinde olan ve saray tarafından fark edilen bazı “bakan” ve “bürokratlar” önümüzdeki günlerde yerlerinden olacaklar.
Kimse şaşırmasın.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Şu gerçeği bilelim; Suriye'ye “kendi kararımızla” girmedik

Askerimiz bir süredir Suriye topraklarında.
İlk açıklanan amaç IŞİD'i bölgeden uzaklaştırmak ve Cerablus kentini kurtarmaktı.
Genelkurmay açıklamalarından anladığımıza göre askerimiz Cerablus'a kadar hiçbir direnişle karşılaşmadan gitti ve IŞİD'e tek kurşun atmadan kente girdi.
Ardından bölgedeki PYD'ye karşı operasyonlar yapıldığı bilgisi geldi.
Bunun üzerine başta Amerika olmak üzere Rusya'sından Avrupa'sına, İran'ına hepsi ayağa kalktı ve “ateşi kesin, PYD'ye yönelik operasyonları durdurun” dediler.
Ondan sonra medyamızda bir “hamaset” yayını başladı.
Suriye'ye kendi kararımızla girmiştik, PYD'yi püskürtene kadar da oradan çıkmayacaktık, zaten her şeye rağmen askerimiz PYD'yi yerle bir ediyordu.
Derken Amerika'nın “Biz IŞİD'e karşı operasyon için izin verdik” açıklaması geldi.
Bu hamaset Amerika'nın “ateşkes sağlandı” açıklaması ile bitmek zorunda kaldı.
Ancak iktidarın “biz girdik” böbürlenmesine karşı en büyük itiraf Anadolu Ajansı'ndan geldi.
Artık bir haber ajansı gibi değil de “saray bülteni” gibi yayın yapan AA “Türk askeri Amerikan uçaklarından hava desteği istedi ama gelmedi, bunun üzerine Türk uçakları yardıma koştu” diye haber yaptı.
İyi de madem “kendin girmiştin” ne diye Amerikan yardımı istiyorsun?
Şimdi niye yazdım bu bilinen gerçekleri.
Bunların hepsi Türkiye'nin dış politikasının döküldüğünü, dışarıda artık hiçbir itibarımızın kalmadığını gösteriyor.
Türkiye'yi bu kadar kötü duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok.
“Millet beni seçti” diye öğünmek Türkiye'yi bu kadar dibe vurdurmaya gerekçe olamaz.

ÖFKELİ ADAM

Vicdanı bir kenara bırakırsanız adaleti sağlayamazsınız

Yurtdışında olan Can Dündar'ın eşi Dilek Dündar'ın pasaportu iptal edilmiş ve yurtdışına çıkışı yasaklanmış.
Gerekçe ne?
Gerekçe yok. Can Dündar'ın eşi olması yeterli sayılmış.
Dilek Dündar'la ilgili hiçbir soruşturma, suçlama, dava yok.
Anayasa gereği istediği zaman istediği yere gidebilir, yurtdışına çıkabilir.
Ama çıkamıyor.
Çünkü Türkiye'yi yöneten zihniyet Can Dündar'dan intikam alma, burnunu sürtme yöntemini böyle bulmuş.
“Sen hainsin, kaçaksın, o zaman eşinle bile bir araya gelemezsin” diyorlar kendilerince.
Suç ve suçlu takibini bir kenara bırakıp sözde “darbe karşıtlığı” adı altında vicdansızlık yapmaya başlarsanız o işin çivisi çıkmış demektir.
Vicdan olmadan adaleti sağlayamazsınız. Adalet sağlanmadığı zaman devlet çöker. Ama unutulmasın enkazın altından asla çıkamayacak olanlar bu vicdansızlardır.

Bİ SORALIM BAKALIM

El konulan mallar ve paralar ne durumda?

Cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasından sonra yüzlerce şirkete de el konuldu. Bununla da yetinilmedi bu şirketlerin mal varlıklarına da el konuldu.
Bu el konan mallar ve paralar ne durumda acaba?
Gerçi hükümet son kararıyla bu şirketleri TMSF'ye devretti ama geçen sürede bu şirketlerin paralarına dokunan oldu mu acaba?
Yaygın söylentiye göre 15 Temmuz gecesi şehit olan ya da yaralananlara verilen paraların kaynağı olarak el konan bu şirketler gösteriliyor.
“Bunlar ganimet” diyen birileri bol keseden para dağıtmış.
Şimdi demek ki TMSF'ye büyük görev düşüyor.
Eğer ahlaklı, adil ve yasalara uygun çalışıyorlarsa el konan mal ve para varlıklarının, kendilerine geçtiği güne kadar neler olduğunu dikkatli bir biçimde incelerler.
El konmadan bir gün önceki durumlarıyla şimdi kendilerine verilenler arasında fark olup olmadığına bakarlar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Hatip Dicle'nin “Daha kanlı bir dönem başlayacak” dediği an kan akmaya başladı

Kürt siyasi önderlerinden Hatip Dicle önceki gün çok vahim bir açıklama yaparak “Daha kanlı bir dönem başlayacak” dedi.
Dicle “Kürt halkı üzerindeki baskıların çok arttığını, bunun böyle süremeyeceğini ve mutlaka karşılık bulacağını” da sözlerine ekledi.
Daha sözleri kulaklarımızda yankılanırken Güneydoğu bölgesinden şehit haberleri gelmeye başladı.
Ben bu satırları yazdığım sırada şehit sayısı 16'yı buldu.
Amerika'nın izniyle Suriye sınırını geçen askerimiz orada PYD yapılanmasını durdurmaya çalışırken kendi ülkemizde bu kadar şehit vermemiz, durumun ne kadar kritik olduğunu gösteriyor.
Bu gelişmeler iktidarın artık ülkeyi yönetemediğinin kesin göstergelerinden biridir.
Başbakan “Çözüm mözüm bitti” diye meydan okuyor ama bütün bu olanlardaki sorumluluklarını unutuveriyor.
İktidar, kamuoyuna başarı ve kahramanlık öyküleri sunmaya çalışarak beceriksizliğini örtbas etmek ve sorumluluktan kaçmak istiyor.
Bu yapının böyle gidemeyeceğini çok bellidir. Ve başka belli olan bir şey ise Türkiye'de çok daha kötü olayları yaşayacağımız gerçeğidir ne yazık ki.

BUNU YAZMAK GEREK

28 Şubatçıların cemaat zaafı çok zarar verdi

OdaTV haber yapınca 28 Şubat anılarım belirdi zihnimde.
Habere göre 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı cemaatten gelen bir heyeti kabul etmiş.
Durun bitmedi. Bu görüşme için kendisine telefon eden kişi de dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden.
Aynı ekip Genelkurmay'dan önce Özden'i ziyaret etmiş. Sonra kendisinden Karadayı ile görüşmesini sağlamasını istemişler. O da Karadayı'ya telefon etmiş. Genelkurmay Başkanı da bir saat içinde randevu vermiş.
OdaTV haberinde taraflarla konuşulduğu ve bu görüşmenin bu şekilde olduğunun teyit edildiği bilgisi de var.
Aslına bakarsanız bugün için belki “şaşırtıcı” gelecek haber 28 Şubat dönemi için son derece sıradan bir olaydı.
Çünkü o dönemin askerleri, laik, demokratik cumhuriyeti savunan bazı aydınları, akademisyenleri, sanatçıları cemaat hareketini Erbakan'a karşı bir “emniyet sübabı” olarak görüyorlardı.
Onlara göre Erbakan şeriatçıydı, Türkiye'yi bir İslam devleti yapmayı amaçlıyordu ve bu nedenle özellikle laiklikle ilgili her şeyi kaşıyarak sinir uçlarıyla oynuyordu.
Buna karşı cemaat “ılımlı İslamcı” bir görüşe sahipti. Erbakan'ın aksine “pozitif eğitimi” destekliyordu, laiklikle ilgili sinir uçlarını zorlamıyordu, karşılıklı hoşgörüyü geliştirmeye çalışıyor, dinler arası diyalog kurmaya çalışarak bir dostluk havası yaratıyordu.
O dönemde bunun gerçek olmadığını, Türkiye için asıl büyük tehlikenin Erbakan değil cemaat olduğunu bir türlü anlatamadık. Anlattık da dinlemediler tam tersine bir “saçmalama, burası Müslüman ülke, cemaatle laikliği daha rahat koruruz” diyorlardı.
Ne yazık ki asker bu durumu gördüğünde artık çok geçti.
Amerika'nın desteği ile kurulan yeni bir parti cemaatle işbirliği yaparak devletin bütün erkini ele geçirmiş ve başta cemaate hoşgörü ile bakan askerler, aydınlar, sanatçılar olmak üzere “tehdit ve tehlike” olarak gördükleri herkesi hazırladıkları kumpaslarla mahvetmişti.
Şimdi ağlaşıyorlar ama çok geç. Hepiniz sorumlusunuz.

https://twitter.com/can_atakli_