“ELLER! ELLER! ELLER…”

“ELLER! ELLER! ELLER…”

Başlık Yıldırım Gürses’in ünlü “eller” şarkısından! Neden mi bu başlığı seçtim? Durum vahim ama anlatmaya çalışayım!

Günde binlerce kez (!) ova ova, kaşıya kaşıya, evire çevire, döne döne, eğile büke, çeke uzata yıkadığım ellerim yüzünden, barajlarda su, evde kuru ve sıvı sabun stokları, parmaklarımda hal kalmadı! Daha ilginç olanı; Tuhaf bir inceleme yapınca gördüm ki ellerim bir numara küçülmüş! Eskiden iş yaparken (M) eldiven kullanırdım, şimdi (S’a) terfi etmişim! Bu gidişle (XS) olacak mı, bana mı öyle geldi, yoksa ellerim mahzun bakışlarıyla yeter mi demek istedi! Doğrusu tam anlayamadım. Ama ayan beyan farkı görünce ben bir hüzünlendim, bir mahzunlaştım, bir gerilere ve derinlere daldım ki anlatamam!

Bu üzüntülü ruh haliyle ne yapacağımı düşündüm! Dünyayı ayağa kaldıran virüsün sınır ve sinir takmadan cihana nam salması, ABD’yi inleterek, Avrupa’yı yakıp yıkarak, İtalya ve İspanya’yı yere sererek dur durak bilmeden dolaşmaya başlaması karşısında ruh sağlığımı korumak adına ne yapılabilir sorusuna yanıt aradım. Birden aklıma geldi! Ya hayallere sığınacak, ya geçmişe saplanıp kalacak, ya da mayınlı arazilerde at koşturacaktım! Üçünü birden yapmaya kalkınca;

Ortaya bu yazı çıktı!

Bir hayal kuruyorum, kurmaktayım yahut. İster adına kurgu deyin, ister öngörü budur deyin, ister karizma böyle bir şey diye alay edin, ister bu nasıl bir özgüven patlamasıdır diye dedikodu yapın neyse ne! Ortaya koyacağım yapıt(!) çağdaş edebiyatımıza, genelde sanat, özelde dizi dünyasına bir armağan olmaz mı? Tam da tüm cephanelerimi kuşanarak sipere yatmışken ayağa kalkıp “korona günlerinde hayat!” konulu bir senaryo kaleme almaz mıyım?

Allah için kitap yazmışlığımız var, makale yazarlığımız var, anlı şanlı köşelerde olmasak da internet ortamında ve yerel basında kendimize göre bir ünümüz – şanımız - şöhretimiz var! Yurt içi, yurt dışı konferanslara davet edilmişliğimiz, kürsü hâkimiyetimiz, salon sohbetlerimiz var!  Özellikle kadın sorunlarını işlediğimiz pek çok kitabımız var! Bazen huzurlu, bazen mutsuz, bazen çile çekmiş kadınlarla dostluğumuzu ilham verip, ilham alarak satırlara, öykülere, oyunlara dökmüşlüğümüz var! (kendimi yeterince övdüğüme göre konuya girebiliriz)

W. Shakespeare veba salgının karantina günlerinde; Kral Lear, Makbet, Kleopatra gibi ünlü eserlerini yazdı. Yine A. Camus Veba adlı yapıtını 1947 yılındaki salgın sırasında kaleme aldı. O halde O büyük ustaları dilinden düşürmeyen biri olarak ben niye durumdan vazife çıkarıp bir senaryo yazmayayım? Türkiye’ye, ülkeme, memleketimize böyle bir katkı sunmayayım? (bu duruma Tıp Bilimi ne der bilemem ama halk arasında egonun tavan yapmış hali diyorlar!)

Efendim! Bu son derece mütevazı(!) reklamlardan sonra demem o ki; Bugünlerde beni veya içimizden birini Çin’e konuşmaya için davet etseler, ya da (daha önce pek çok kez olduğu gibi) New York’ta 23 Nisan’da bir konuşma yapın deseler, İtalya’da bir kadın sempozyumunda sunum rica etseler, her türlü masrafı da baştan ve peşinen ödeseler gider miyim? Gider misiniz? Sanıyorum bizler çok uzun süre bu travmanın etkisini yaşayacak ve taşıyacağız…

Uzun halin kısa özeti şu ki: Sadece bizi değil, tüm insanlığı tehdit eden, yaşam hakkını elinden alan, yaşamak için öldüren virüsü düşününce; Yazacağım senaryoyu manzum olarak kurguladım! Düz yazıyı herkes yazar dedim! Mısralara dökeyim ki şanım yürüsün istedim. Yazılmayan romanların, çekilmeyen filmlerin içinde ne kadar çok Oscar’lık, Nobel’lik konu olduğunu düşünerek! (dizi yapımcılarının dikkatine!)

Planladığım manzum senaryo için masama oturunca, konular önüme yağmur gibi yağdı? Bilgisayar bana baktı, ben susup yere baktım! İyisi mi dedim sözü Dr. Beşir Doster’e bırakıp aradan usulca çekileyim, yine ve yeniden ellerimi çitilemeye gideyim!

“2020’nin Nisan ayında/ Davetsiz misafir korona virüs/ Ne laftan anlıyor, ne söz dinliyor/ Uçuşan bir zehir korana virüs”

Küresel pandemi beni alıp pandomime kadar götürdü ya! Ne diyim ki…