ANALİZ
EVET RÜZGARI HİÇ ESMEMİŞTİ Kİ
Hürriyet'te yazan iktidara çok yakın Abdülkadir Selvi dünkü köşesinde “Evet rüzgarı tersine döndü” başlıklı bir yazı yazdı.
Selvi'ye göre ilk başlarda hayli güçlü olan evet rüzgârı yapılan bazı hatalar sonucu etkisini yitirdi.
Ancak Selvi buna rağmen evet oylarının yine önde olduğunu savunuyor. Bunu da resmen açıklanmayan bazı araştırma sonuçlarına dayandırıyor.
Bu tam bir algı operasyonudur.
Hayırların önde olduğunu söyleyemeyen, evetleri artırmada da şu anda fazla başarı gösteremeyen iktidarın Erdoğan'ın çıkışına güvenerek geriye doğru gidip hız kazanma taktiğinden başka bir şey değil bu.
Çünkü Selvi'nin yazdığı gibi hiç bir zaman bir evet rüzgârı esmemişti.
Yaratılmak istenen algı şuydu; AKP'nin son seçimde aldığı oy yüzde 49.5'in üzerine MHP'nin 13-14 oyunu koyduğunuzda ortaya yüzde 65'e yaklaşan bir blok çıkıyor. MHP'de biraz fire olsa bile bu çok büyük olmayacaktır, demek ki evet oranı yüzde 60 düzeyinde çıkacaktır.
Bu hem sayısal güce dayanan güç sarhoşluğunun verdiği bir özgüven hem de “Bu iş bitti, hayırcıların sandığa gitmesine bile gerek yok” psikolojisini yaratmaya dönük bir algı operasyonuydu.
Oysa hesaplar tutmadı. İki partiyi bir araya getirilerek yapılan aritmetiksel toplamın hiçbir araştırmada ortaya çıkmaması, tam tersine MHP'nin tabanının çok öfkeli davranması ama daha önemlisi AKP'de ciddi firelerin çıktığının görülmesi iktidarı panikletti.
Şimdi biraz geriye doğru çekilip sonra hızla ileri fırlayabilecekleri yöntemleri arıyorlar.
Bunun için de en güvendikleri güç Tayyip Erdoğan.
Başbakan Yıldırım “çok önemli şeyler açıklanacakmış” havası vererek “25 Şubat'ta Ankara'daki büyük buluşmamızda herkes görecek” açıklamaları yaparken Erdoğan'ın nerede kaç miting yapacağı, bunun ötesinde düzenleyeceği törenler, kabuller ve katılacağı konuşmalı yemekler organize edilmeye başlandı.
Erdoğan'ın sahaya çıkmasıyla birlikte her şeyin değişeceğine inanan AKP'liler bunun dışındaki önerilerin pek faydası olmayacağı görüşünde.
Bu köşeyi ve beni ekranlarda izleyenler ilk günden bu yana hayır oylarının önde olduğunu söylediğimi herhalde biliyorlardır. Hayırın gün geçtikçe sayısını daha da artırdığını gözlemdiğimi söylemeliyim.
Bİ SORALIM BAKALIM
10 YIL ÖNCE ÇİFT BAŞLILIĞI NEDEN GÜNDEME GETİRMEMİŞTİNİZ?
Sarayın arzuladığı “tek kişilik rejime” geçebilmek için çırpınan iktidar ve yandaşlarının en çok kullandıkları argümanlardan biri “çift başlılığın” kaldırılacak olması.
Çift başlılıktan kasıt şu; “Daha önce cumhurbaşkanını Meclis seçiyordu. Oysa şimdi halk seçiyor ve cumhurbaşkanı yüzde 50'nin üzerinde oy alıyor. Bu durumda seçilmiş cumhurbaşkanını sembolik yetkilerle donatamazsınız, seçilmiş cumhurbaşkanı elbette halktan aldığı yetkiyi kullanacaktır.”
İlk duyulduğunda kulağa hoş ve doğru gelebilir. Oysa öyle değil. Birincisi cumhurbaşkanını halkın seçtiği tek ülke Türkiye değil. Seçilmiş cumhurbaşkanlarının ille de yönetime karışması gerekmiyor.
İkincisi Meclis halkı temsil ettiğine göre seçilmiş kişinin durumunda söylendiği kadar fark yok.
Ancak burada bana göre asıl önemli olan, bundan 10 yıl önce cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verilirken mevcut anayasa maddesine hiç dokunulmaması.
Yani halkın seçtiği cumhurbaşkanı, o sırada anayasa değiştirilmediği için görevini mevcut anayasaya göre yapmak durumunda. Bunu 10 yıl önce “cumhurbaşkanını halk seçsin” diye dayatanlar bilmiyor muydu?
Biliyordu elbette ama hiçbir şey yapmadılar. Çünkü kurnazca “duruma bir bakalım, lehimize mi olur aleyhimize mi kararı sonra veririz” diye düşündüler.
Gül'le geçen 7 yılda Erdoğan gücünü birkaç kat artırdı. Sonra halkın seçtiği cumhurbaşkanı oldu ve ortaya birden “çift başlılık” kavramı çıktı.
Erdoğan bağlı olmak zorunda olduğu anayasayı hiçe sayarak bütün yönetimi eline aldı. Ama bunun da bir anayasal suç olduğunu biliyordu. Şimdi “suçun itirafı” olan “fiili durumu” anayasal hale getirmek için sayısal güçlerine güvenerek yeni bir dayatma yapıyor.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YENİ ANAYASA İLE DARBELER DE TARİHE KARIŞACAKMIŞ
İktidar ve yandaşları tek kişilik rejimi millete de kabul ettirebilmek için temeli olmayan ama insanların zihnini karıştıracak sloganlar üretiyorlar.
Evet demenin gerekçelerini anlatan AKP'liler örneğin diyorlar ki “Bu anayasa ile darbeler de artık tarihe karışacak.”
Nasıl olacak peki bu?
Düne kadar darbe yapanlar bunu nasıl başarıyordu, başkanlık gelince önlerini kesen ne olacak?
Adı üstünde darbe. Yani eline güç ve silahı alanlar demokrasiyi hiçe sayarak yönetimi “zorla” ele geçiriyorlar.
Başkan olunca kimsenin elinde silah mı kalmayacak? Yoksa başkan orduyu ve polisi sadece kendine yakın isimlerden mi oluşturma hakkına kavuşacak? Ne olacak da kimse darbe yapmaya kalkamaz hale gelecek.
Efendim “demokrasi tam uygulanacakmış, kimse darbeye kalkışamayacakmış, çünkü başkanın arkasında milli irade olacakmış.”
Darbe yapacak olan demokrasi mi dinler?
Mısır'da başkan vardı. Arkasında da halk vardı, hem de yüzde 90'lık bir destek vermişti. Ama darbe oldu.
BUNU YAZMAK GEREK
REJİM DEĞİŞİKLİĞİ DEYİNCE İĞNE BATIRILMIŞ GİBİ FIRLIYORLAR
İktidar ve yandaşlarının referandum konusunda “en hassas” oldukları konulardan biri de “rejim değiştiriliyor” eleştirileri.
Koro halinde fırlıyorlar ayağa “Hayıııır rejim değişmiyor, bu sadece bir sistem değişikliğidir” diye bağrışıyorlar.
Telaşa gerek yok, siz söylüyorsunuz sürekli, “halk ne isterse onu yaparız” diye halk rejimi de değiştiremez mi?
Ayrıca AKP ve yandaşları için ne fark eder? “Rejim değişiyor” cümlesinden niye bu kadar kaçıyorlar?
Oysa bal gibi rejim değiştirilmek isteniyor, bunun saklanacak tarafı yok ki.
Sebep şu; AKP ve yandaşları da biliyor ki AKP'ye oy verenler dahil bu milletin ezici çoğunluğu Cumhuriyet ve Atatürk'le, devrim ve ilkelerle barışık yaşıyor.
Dindar olan ama dincilik yapmaya kalkmayan milyonlar, bazı anlarda eleştirseler bile laiklikten şikâyetçi değiller, laikliğin nimetlerini iyi biliyorlar.
Bunun farkında olan AKP ve yandaşları rejim konusunda kendilerine oy verenlerin de hassasiyetine dikkat etmek zorunda kalıyorlar.
Açıkça “Biz rejimi değiştiriyoruz” diyemiyorlar sadece bazı trolleri aracılığı ile dinci kesime moral vermeye çalışıyorlar.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
KILIÇDAROĞLU YANDAŞLARIN HEVESİNİ KURSAĞINDA BIRAKTI
Türbanlı bir kadın yine bir kadının fiili saldırısına uğradı. Saçma sapan bir kadın “Türbanlılara düşmanım, hepsi başını açacak” diye bağırarak türbanlı bir kadına saldırdı. Yakalandı ve tutuklandı.
Dinci bazı kişilerin tehdit, hakaret ve saldırılarının eleştirilmesini asla hazmedemeyen kimi yandaşlar hemen ayağa kalkarak “Şortlu kadına tekme atan adamı günlerce konuştunuz, peki bu ne?” diye propagandaya başladılar..
Oysa söyledikleri kesim içinde insanların kılık kıyafetine karışan, nasıl yaşaması gerektiğini zorla kabul ettirmeye çalışan kimse yok. İşte binde bir böyle bir meczup çıkıyor.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu dün o iğrenç saldırıya maruz kalan türbanlı kadına sahip çıkarak yandaşların hevesini kursağında bıraktı. Kutlarım.
https://twitter.com/can_atakli_