"FETÖ’cü ZENGİN" KENDİNİ İHBAR EDENİ SÖYLEYENE 500 BİN DOLAR VERECEKMİŞ

DEDİKODU 
 

"FETÖ’cü ZENGİN" KENDİNİ İHBAR EDENİ SÖYLEYENE 500 BİN DOLAR VERECEKMİŞ
 

Biliyorsunuz 15 Temmuz dinci faşist darbe kalkışmasına yeltenen FETÖ'cülerle ilişki olduğu belirtilen on binlerce kişi tutuklu, haklarında davalar açıldı, yüz binin üzerinde kişi ise kamu kurumlarından uzaklaştırıldı.
Tutuklu olan FETÖ'cülerden bazıları her nasılsa bir bahane bulup serbest kalıyorlar.
Elbette hepsi hakkındaki davalar devam ediyor, tamamına yakınında yurtdışı yasakları da bulunuyor.
Avantajları, herkes mahkemesi için duruşma gününü hapishanede beklerken bunlar evlerinde oturuyor, işlerini güçlerini sürdürüyorlar.
Bu kişilerin ortak özelliği biliyorsunuz “zengin” olmaları. Nedense zengin olanlar tahliye ediliyor ama maddi durumu iyi olmayanlar içerde.
Adliyede bir “FETÖ borsası” kurulduğu söyleniyor, bunu daha önce yazmıştım. Bir avukat arkadaşım anlatmıştı. Zengin bir FETÖ sanığı hapisten kurtulabilmek için “her türlü fedakârlığı” yapabileceğini bildirip yardım istemiş. Tek derdi “tutuksuz” yargılanmakmış. Yeter ki içerde kalmasın.
İlk duyulduğunda elbette “dedikodu” olarak algılıyor insan. Ama tahliye edilen “zengin FETÖ'cü” sayısına bakınca bu iş dedikodu olmaktan çıkıyor.
Adalet Bakanlığı'nın bu konuyla ilgili bir inceleme yapıp yapmadığını sormuştum. 14 yıldır hiçbir şeye cevap vermedikleri gibi buna da cevap vermediler tahmin edeceğiniz gibi.
Şimdi size yeni duyduğum bir “dedikoduyu” aktarmak istiyorum.
Ankara'da “Çukurambar” diye bir semt var. Benim “Ankaralı” olduğum dönemlerde böyle bir semt hiç yoktu. Dağ başı gibi bir yerde. Oysa şimdi Ankara'nın hem en “lüks” hem de en “önemli” yeri olmuş.
İktidarla birlikte kotarılan işler hep bu Çukurambar denilen semtteki ofislerde, evlerde gerçekleşiyormuş.
Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının da düzenlendiği ofisler Çukurambar'daydı.
İşte “FETÖ borsasının” da merkezinin burada olduğu ileri sürülüyor.
Parası olan ünlü isimlerden biri tahliye olduktan sonra Çukurambar'daki bu ofislerden birinde adeta çadır kurmuş.
Bu zenginin derdi şuymuş; “Beni ihbar edeni bulun, onunla kendim hesaplaşacağım.”
Bu zengin FETÖ sanığı ihbarcısının bulunması için de tam 500 bin dolar ödül vaat etmiş.
İhbarcıyı kim bilir?
Ya polis ya da savcılar.
Bu durumda zengin FETÖ'cümüz paraya tamah edecek ve ihbarcının adını verecek bir polis ya da savcı arıyor demektir.
Haydi hayırlısı bakalım.

 

BUNU YAZMAK GEREK
 

BORSA ve DÖVİZDEKİ İYİLİK EKONOMİNİN İYİ OLDUĞU ANLAMINA GELMİYOR
 

Son haftalarda borsa ve döviz piyasalarında “iyileşmeler” gözleniyor.
Borsa hayli yükseldi.
Döviz fiyatları ise çılgınlık dönemini bitirdi, bir yılın en düşük noktasına geriledi.
Bunlar doğru mu? Doğru.
Peki, bunlar ekonominin de iyileştiğini gösterir mi?
Orası tartışmalı işte.
Ekonomi uzmanı değilim. Ancak ekonomiyi bilenlere çok danışırım. İyi bir ekonomistle sohbet ederken akıl yürütmem, dikkatlice dinlerim ve çok soru sorarım.
“Bilen” bir ekonomiste son durumu sordum. “İktidar bu durumu pembe tablo gibi gösterebilir ve gösteriyor da ama gerçek bu değil” dedi.
Sonra da devam etti; “Çünkü” dedi “Dövizin düşmesi borsanın yükselmesi kötü değildir ama üretime ve istihdama dönüşmedikten sonra fazla bir şey ifade etmez.”
Ekonomiyi iyi bilen dostum “Borsa'da yükseliş var ama bazı spekülatörler var, 6-7 milyar dolarla oynuyorlar, onlar sayesinde borsa yükseliyor, kârlarını alınca düşüyor sonra tekrar giriyorlar yine yükseliyor. Sonuçta sıradan borsa yatırımcılarının bir kâr ettiği falan yok” diye konuştu.
Dövizin düşmesinin de üretim ve istihdama henüz yansımadığını anlatan ekonomist dostum “buna karşı döviz fiyatları düştükçe ithalat özellikle lüks ithalat da artıyor. Bu da ülke kaynaklarının dışarıya akması demek” dedi.
Ekonomist dostum “Ancak” diyerek şöyle sürdürdü; “İktidar bu spekülatif rakamları büyük başarı gibi sunabilir. Hakimiyet ellerinde olduğu için bu konuları hiç bilmeyenler her şeyin iyi gittiğini sanabilir. Ayrıca 19 milyon kişinin yardımla ayakta durduğu bir ülkede doların 10 lira olması da bir lira olması da pek fark etmez, onun hayatı her durumda hep aynıdır, bu nedenle söylenen her şeye inanacaktır.”
Sohbetimizin sonunda ekranda Erdoğan'ın MÜSİAD konuşmasına kulak misafiri olduk. Erdoğan döviz ve borsayı anlattıktan sonra beyaz eşya satışlarındaki artışa getirdi sözü.
Ekonomist dostum “Bak bu önemli işte, beyaz eşya satışları elbette arttı. Çünkü KDV'yi kaldırdılar, beyaz eşya firmaları stoklarını eritiyor, önemli olan stokları iç piyasada eritmek değil, daha fazla üretim yaparak dışarıya satmak, bu oluyor mu onu anlatmalı Cumhurbaşkanı” diye noktaladı.

 

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
 

ARTIK OKÇULUKTA BİR OLİMPİYAT MADALYASI ALIRIZ
 

Şehzadelerden Bilal Erdoğan Bey'in öncülüğünde “ata sporlarını canlandırma” festivali yapıldı bir süre önce İstanbul'da.
Okçuluk, cirit, ata binme, değişik stillerde güreş sporları sergilendi bu festivalde.
Ama en rağbette olan galiba okçuluktu. Bilal Bey ok atarken pozlar verdi. Bununla yetinilmedi Taksim Meydanı'na hem de meydanın yasaklandığı bir sırada koca koca okçu heykelleri yerleştirildi.
AKP tabanı “ata sporlarını” pek seviyor anlaşılan. “Torunuyuz” dedikleri Osmanlı'yı hatırlıyorlar belli ki.
Okçuluk dünya çapında bir spor biliyorsunuz, hem de olimpik bir spor. Tarihiyle çok övünen bir milletin çocukları ise nedense en iyi yaptığımız işlerden biri olan okçuluğu spor olarak sürdüremedi bugüne dek.
Bilal Bey'in gayretleri ata sporumuza bir ivme kazandırabilir.
Bu kadar reklamdan sonra okçuluğun gelişeceğini düşünmek ve bundan sonraki olimpiyatlarda “altın madalya” kazanacak bir sporcumuzun çıkmasını beklemek herhalde hakkımızdır. Öyle değil mi?

 

BAŞIMDAN GEÇENLER
 

TAKSİCİLERİN EN BÜYÜK SORUNU GÜVENLİK
 

İstanbul'da gün içinde araç kullanmak hele köprü geçmek biliyorsunuz pek akıl kârı değil. Bu nedenle en kolayı toplu taşıma araçlarından yararlanmak.
Her gün defalarca otobüse, minibüse, deniz motoruna, metroya biniyorum. Bazen de taksi kullanmak zorunda kalıyorum.
Geçenlerde bindiğim bir taksinin sürücüsü tanıyınca “Can Bey bizim sorunlarımızı da yazsanıza” dedi.
“Nedir sorunlarınız?” diye sorunca “İlk sorunumuz güvenlik” dedi. “Doğal olarak taksiye her çeşit insan biniyor. Kimin ne olduğunu anlamıyorsunuz. Takside sürücü güvenliği hep konuşuluyor ama çözüm üretilmiyor. Bir ara sürücü kabini yapılacağı söylendi ama bir türlü hayata geçmiyor. İnanın özellikle gece çalışırken yüreğimiz ağzımızda geziyoruz” diye sürdürdü.
“Peki, başka” diye sordum. “Can Bey” dedi sürücü “Çok var da, bizim gibi taksi sahibi olmayanların sigorta sorunu var. İşveren sigorta primini bizim ödememizi istiyor. İtiraz ederseniz çalışamıyorsunuz. Bu sorun nasıl çözülür bilemiyorum ama zaten iş yok, kazandığımızın bazen tamamını taksi sahibine veriyoruz” diye yakındı.

 

ÇOK GÜLDÜM
 

SÖNDÜR O SİGARAYI, BİRAZ KİBAR OL
 

Geçen hafta ANAP eski milletvekili Nesrin Nas'la bir TV programına katıldım. Nas 20 yıl önce gittiğimiz Ağrı Gezisi'ne değinerek “Nur içinde yatsın Duygu Asena ile yaşadığımız olayı hatırlıyorsun değil mi?” diye sordu.
Şöyle bir durdum, nasıl hatırlayayım?
“O zaman da anlatmıştım, unutmuşsun” dedi ve anlattı. Ağrı'ya gittiğimizde heyette sadece iki kadın vardı. Biri Duygu Asena diğeri Nesrin Nas. İki kadın “Biz biraz otelde kalalım, biraz dinlenip toplantı yerine gelelim” demişler.
Nedense onları alacak araba otele gelmemiş, onlar da toplantının yapılacağı salonun önünden geçtiğini öğrendikleri bir minibüse binmişler.
Minibüste 3 çarşaflı kadın ve birkaç yolcu daha varmış.
O tarihlerde henüz minibüslerde sigara yasağı yoktu. Minibüsteki erkeklerden biri çıkarmış bir sigara yakmış. Çarşaflı kadınlardan biri de eliyle dumanı dağıtmış. Bunu gören minibüs sürücüsü “Söndür o sigarayı, görmisen karilar rahatsız olirler” demiş. O sırada gözü Duygu Asena ve Nesrin Nas'a takılınca utanmış bir çehreyle sesini yükselterek tekrar seslenmiş “Hem hamfemdiler de rahatsız oliy.”
Duygu Asena'yı kahkahalarla anmış olduk.

https://twitter.com/can_atakli_