GEÇMİŞİN UMUTLARINDAN, GÜNÜN TRAVMALARINA…

GEÇMİŞİN UMUTLARINDAN, GÜNÜN TRAVMALARINA…

Lafı eğip bükmeden hemen söze gireyim. Bugünlerde izah edilmese de itiraf edilen, olur onay gerektirmese de kafaları karıştıran, bazen çok tanıdık, bazen çok yabancı da olsa şaşırtmayan ancak gün ve gelecek adına çok üzen olaylara tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla çıkış yolları arayan ancak bir türlü bulamayan, kapıları aralamaya çalışırken dolanıp duran bireyler haline geldik. Bizi umutlandıracak, bize heyecan verecek sözlere, bizi bu girdaptan kurtaracak yeni hayallere ne çok ihtiyacımız var.

Hele olup bitenler ruhsal dayanaklılığın sabrını ve sınırlarını zorlarken. Hele de hayatın her anında ve her alanında ödediğimiz bedeller,  ertelediğimiz ve ötelediğimiz hayaller bu kadar çokken ve de umutsuzluk tavan yapmışken…

Tam da burada altı özenle çizilmesi gereken bir gerçeklik var. Hani bazıları cumhuriyetin biteceğini sanarak hayaller kurar ya! İşte onlar çok beklerler, boşuna beklerler. Çünkü güzel ülkemize ölesiye bağlılık inadı, aydınlık günlere olan sarsılmaz inanç, Atatürk ve Cumhuriyetimiz söz konusu olunca sergilenen ödünsüz ve net duruş, rol model demokrasimize yönelik kararlı ısrar artarak devam ediyor. Özellikle de ülkemizin geleceğine dair hayaller, göz bebeğimiz gençlerimize ilişkin pırıl pırıl umutlar yerini koruyor. Yetmez mi?

Hal böyle iken ne yapmalı derseniz? Olup biteni unutmamak, yaşatılan travmalarla yüzleşmek, yinelenmemesi için gerekli adımları atmak, birbirlerini yerken ülkeyi de yiyenlere karşı mücadele etmek, aydınlık yarınlara kavuşmak için ciddi sorumluluk almak deriz…

Gelelim büyük resmi okumaya!

Bu resim şöyle okunabilir: Bir yanda bilinçaltının fay kırıklarında kendine yol bulmaya çalışanlar, nefes boruları kesilen ülkemizde soluk almaya çalışanlar, “gelir de de yok, dağılım da!” diyenler, yitip gitmemek için yön arayanlar, örülen kalın ve yüksek duvarların altından kalkmaya, ya da altında kalmamaya çalışanlar var!

Bir yanda küçük dağları ben yarattım diyenlerin yarattığı korku ikliminde asıl gündemi işsizlik ve hayat pahalılığı olanlar, tencerenin kaynamadığı, çarşı pazar fiyatlarının el yaktığı mutfaktaki yangının söndürülemediği ekonomik göstergelere kurban edilenler, kimsenin umurunda olmasa da evine et, çocuğuna süt alamayanlar var!

Her yanda gerçeklerin aşınmadığı sağlıklı günlere duyulan yoğun özlem ve istek var…

Tam da burada büyük resmi daha net görebilmek için Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’nun toplumun sesi olan, acil çözüm gerektiren sözlerine bir kez daha bakalım:

“KYK kredisini ödeyemeyen öğrenciye! Traktörüne haciz konulan çiftçiye! Geleceğini çaldığınız Z kuşağına! Kaderine terk ettiğiniz SMA’lı çocuklarımıza! Taksicinin kapattığı kontağa! Esnafın indirdiği kepenge! Emeklinin boş buzdolabına! Tamtakır mutfaklarda geçim derdinden asılmış suratlara! Annelerin doyuramadığı çocuklarına!” Borcu olanlar ne düşünür bilemeyiz ama. Sıralanan kesimlerin alacağı çok…

Gelelim belli aralıklarla servis edilen müjdelere!

İthal ettiğimiz ham petrol ve doğalgaz miktarlarını hesaba katmadan son 20 yılda 36 kez petrol ve doğalgaz bulundu müjdesini veren, sık sık Ay’a gidiyoruz diyen yönetimin son müjdesi üzerine İçişleri Bakanı; “Size bir şey söyleyeyim, başkaları çok çatlayacak, patlayacak, herkes kıskanacak!” demiş. Ancak Sn. Bakan hiç azalmadan üretim devam ederse (ki teknik olarak olası değil) elde edilen miktarın ithalatın yüzde 1.42’sini karşılayacağını dememiş…

Şimdi de her nedense ve her nasılsa aklıma bir süre önce ilginç bir açıklama yapan CB’nin; “Ben İBB’lığını devraldığımda İstanbul’da ağaç mağaç böyle bir şey yoktu” şeklindeki sözleri geldi. Neden mi? Bilmem ama Kanal İstanbul için yıllar önceden başlattığı kararlılığın işaret fişeği olmasın bu “ağaç mağaç” ilgisi…

Geriye ne mi kalıyor? Rekor kırmak yerine kalp kıranların çokluğuna karşın;  Memleketimizin hafızasında ve hatırasında yer alanların sözleri! Bilgi ve çizgisinden ödün vermeyenlerin duruşu! Yazan çizen, haykıran, paylaşan kalemlerin varlığı! Gazi’nin sönmeyen ışığı ve Cumhuriyet mucizesi! Nokta…