GELDİK mi OLAĞANÜSTÜ HAL'e

ANALİZ

Geldik mi Olağanüstü Hal’e

Asgari ücret muhtemelen yarın açıklanacak.

Erdoğan’ın söylediği kadarı ile bu kez asgari ücret daha öncekilerin “fevkinde” yani çok çok üstünde olacak.

Beklentiler en az 4 bin lira.

Ancak birçok kişi Erdoğan’ın bu rakamı daha da yukarı çekebileceği görüşünde.

Bunun yanında memurlara yüzde30’un üzerinde zam geliyor, emeklilere de aynen böyle olacak.

Ayrıca 3600 gösterge kapsamı genişletilecek; öğretmenler kapsama alınacak, EYT’lilerin durumu ele alınacak, doktorlara ve sağlık personeline seyyanen zam düşünülüyor.

Kısacası saray, para musluklarını sonuna kadar açıyor çalışanlar için.

Yanı sıra küçük ve orta boy işletmelere çok düşük faizle işletme kredisi verileceği, borç faizlerinin silineceği, cezaların düşürüleceği de söyleniyor.

Bütün bunlar baskın bir seçimin habercisidir.

Ancak bu köşeyi sürekli izleyenler, para musluklarının açılmasının hiperenflasyona neden olacağını, böyle bir ortamda düşük faiz yüksek kur sisteminin yönetilemeyeceğini, bu durumda çok sert bir yönetime ihtiyaç duyulacağı ve bunun için OHAL ilan edilmesinin kaçınılmaz olacağı görüşlerini sıklıkla dile getirdiğimi bilirler.

Nitekim bu görüşüm pek çok ülkedeki şirketlere ekonomik raporlar hazırlayan dünyanın saygın bankalarından Nomura’nın son yayınladığı Türkiye raporunda da geçiyor.

Saray yönetimi, açmazın farkında mutlaka.

Yapılacak ilk normal seçimde tamamen yok olacağını biliyor.

İktidar seçimi kaybetmekle kalmayacak, çok ağır biçimde hesap da verecek.

O halde, iktidarın bitmemesi gerekiyor.

Bunu halletmenin görünün tek yolu var;

“OHAL ilan etmek, zaten askıya alınmış olan hukuk ve demokrasiyi bu kez anayasaya uygun biçimde tamamen ortadan kaldırmak, muhalefeti tek kişi bile ayakta bırakmadan ezmek, hemen bir seçime gitmek, koşulları iktidarın seçimi kazanmasına uygun biçimde oluşturmak ve sanki demokratik olarak yeniden seçilmiş gibi yola devam etmek.”

Bu belki ben yazıp anlattıkça pek çok kişiye bir spekülasyon, bir olmayacak öngörü gibi geliyordu belki.

Ancak önce Japon bankasının raporu geldi.

Ardından çok daha önemli bir gelişme oldu.

İzzet Özgenç isimli bir hukukçu dün şu Tweet mesajını paylaştı;

“Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısındaki süregelen değer kaybı, “AĞIR EKONOMİK BUNALIM” sonucunun ortaya çıkacağı süreci başlatmıştır. Bu nedenle kaçınılmaz görünen ağır ekonomik bunalım sebebiyle OLAĞANÜSTÜ HAL ilanına (Any., m. 119), toplum olarak hazırlıklı olmamız gerekir.”

Elbette “Kim bu İzzet Özgenç, o yazmışsa ne olmuş yani?” diye sorabilirsiniz.

İzzet Özgenç, sarayın en önemli “görünmeyen” isimlerinden.

Kamuoyu kendisini muhtemelen hiç tanımaz ama Erdoğan’ın çok yakınında.

Yaptığı iş şu: Çıkmış ya da çıkacak kanunları önceden incelemek ve Erdoğan adına bunlara onay vermek.

Şimdi bu kişi resmi söylemin dışında bir “Ekonomik bunalımdan” söz ediyor ve çıkış için büyük harflerle yazdığı “olağanüstü hal” ilanını öneriyor.

Bu kişinin böyle bir açıklamayı tek başına, Erdoğan’a söylemeden, hatta onu bu konuda ikna etmeden atabileceğine inanmamız mümkün değildir.

Demek ki “olağanüstü hal” geliyor.

Ama eş zamanlı olarak da “Hodri meydan” çağrısı ile baskın seçim de ilan edilecektir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Faizler yine düşürülecekse, dövize neden müdahale ediliyor?

Doların fiyatı pazartesi günü 14 lirayı da geçti.

Bunun üzerine öğleden sonra Merkez Bankası müdahale etti.

Doların fiyatı ilk anda 13.70’e kadar indi ama sonra tekrar yükseldi, gün sonunda 14’ü geçememişti.

Ancak dün sabah dolar yine tırmanışa geçti ve 14 liranın üzerine çıktı.

Buraya bir nokta koyalım ve bir diğer konuya geçelim.

Merkez Bankası, yarın saat 14.00’te yapacağı toplantı sonunda faizlerle ilgili kararını açıklayacak.

Başta AKP genel başkanı Erdoğan ve Maliye’nin yeni Bakanı Nebati’nin açıklamalarına göre en az bir puan düşecek faizler.

Buraya da bir nokta koyup iki konuyu birleştirelim.

Artık sokaktaki çocukların bile bildiği bir ekonomik gerçek şu: “Faizler düşürüldüğünde döviz fiyatları artıyor.”

Demek ki yarın Merkez Bankası faizi düşürdüğü an döviz fiyatı artacak.

Şimdi soralım: İki gün sonra faiz indirimi yapılacağı ve bunun sonunda döviz fiyatlarının tekrar yükseleceği bilinirken, neden piyasaya müdahale edildi?

Uzmanlar bir haftada yapılan 4 müdahalede piyasaya 4 milyar 300 milyon dolar sunulduğunu belirtiyor.

Faiz kararı açıklanana kadar bile bir düşme sağlayamadı bu müdahaleler.

Yarın faizler düşürülünce döviz fiyatı daha da yukarı çıkacak.

Buna rağmen 4 milyar 300 milyon doları piyasaya sunmak ne anlama geliyor?

Bu para birilerinin cebine mi konuldu aslında?

Basit bir cevabı olmalı bunun değil mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Pişkinliğin bu kadarına da pes yani!

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı 20 yılı aşkın süre yaptıktan sonra kulağından tutulup kapı önüne konmuştu Melih Gökçek.

Erdoğan nedendir bilinmez, Gökçek’i seçimlere az bir zaman kala azletmişti.

Hakkında hiçbir suçlama yapılmadı Gökçek’in.

Aslında nedenini herkes aşağı yukarı tahmin ediyor ama ortada bir belge olmadığı için bu söylenemiyor.

Bir tek Arınç’ın söylediği “Ankara’yı parsel parsel sattı” sözü var ama bizzat Arınç, bu sözlerinin arkasında duracak cesareti gösteremedi bir türlü.

Durum böyle olunca Gökçek görevden atıldığı günden beri hiçbir kaygı duymadan yine eski saldırganlığını sürdürüyor, özellikle sosyal medya hesabından başta muhalefet olmak üzere beğenmediği herkese ağır hakaretler yağdırıyor.

Gökçek dün de kullandığı zırhlı araçla gündemdeydi.

Mansur Yavaş’ın bir televizyona kanalında, “Niye vermiyorsun kardeşim belediyenin malını? Artık ailece belediyenin mallarından elinizi çekin. Bu mallar sizin babanızın malı değil”  demesi üzerine kullandığı zırhlı aracı teslim etmeye karar vermiş.

Bunu da kendi Twitter hesabından şöyle duyurmuş; “Bugüne kadar, Valiliğin güvenliğim dolayısıyla bana Valilik kararıyla tahsis ettiği zırhlı aracı, Mansur Yavaş’ın ısrarlı yaygarası üzerine hakkım olduğu halde iade etmeye karar verdim. Yarın aracı teslim ettiriyorum. Kamuoyunun bilgisine sunarım…”

İyi de bu araba Mansur Yavaş’ın.

Yani Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin.

Yani Ankara halkının.

Peki Valilik nasıl oluyor da belediyenin bir aracını, görevinden azledilmiş bir belediye başkanına tahsis edebiliyor?

Gökçek bunda nasıl hak iddia ediyor?

Ve işe bakar mısınız bir de üste çıkıyor ve “Mansur’un yaygarası” diyebiliyor?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Milli Piyango bileti almalı mı almamalı mı?

Hani “Bunun içine ettiniz” derdi büyüklerimiz zamanında, iyi giden bir işin yapılan yanlışlar yüzünden bozulması üzerine.

Milli Piyango tam böyle işte.

Gerçi cemaatin pislikleri nedeniyle son yıllarda iyice bozulmuştu bu güzide devlet kuruluşu ama özelleştikten sora işin gerçekten “suyu çıktı” diyebilirim.

Milli Piyango’nun en büyük keyfi, yılbaşı çekilişiydi.

Kedimi bildim bileli milyonlarca insanın “büyük ikramiye hayalini kurduğunu” yaşadım.

Ancak son birkaç yıldır artık bu hayal de kalmadı pek.

Örneğin geçen yıl ikramiye yine çeyrek bilete çıktı, kimse gelip almadı, derken bir yıllık sürenin bitmesine bir ay kala çeyrek bilet sahiplerinden birinin ortaya çıktığı söylendi.

Diğer üç bilet ise satılmamıştı zaten.

Bir kişi kazandığı için ona ikramiyesi ödendi (bilmiyoruz tabii) geri kalan para da Varlık Fonu’na aktarıldı.

Hukukçu Erdem Akyüz buna dikkat çekerek bir mesaj göndermiş.

Size de aktarmak istedim;

“Geçtiğimiz yıl, Milli Piyango yılbaşı çekilişine, büyük ikramiye çıkana kadar çekilişe devam edileceği söylenmişti. Sonra büyük ikramiyenin dörtte bir bilete çıktığı söylendi ve çekilişe devam edilmedi. Kalan dörtte üç miktar yani 75 milyon lira “Varlık Fonu’na” devredildi.

Biz, bu devrin yasal olmadığını ve çekişle devam edilmesi gerektiğini söyledik ve olayı Sayıştay Başkanlığı’na ilettik. Sayıştay Başkanlığı’ndan gelen cevapta “Olayın Teftiş Kurulu’na” intikal ettirildiği söylendi, aradan bir sene geçti, yeni bir yıl çekilişi geldi ama hala cevap gelmedi.

Şimdi merak ettiğimiz konu; Acaba bu yeni yıl çekilişinde de vatandaşa çıkmayan para, gene Varlık Fonu’na mı verilecek?”

Bu yılı bilmem ama yine aynı numara olursa, Milli Piyango’ya karşı çok ciddi bir boykot başlar. Ara çekilişleri bırakın bundan sonra yılbaşında bile kimse bilet almaz.

YENİ ÖĞRENDİM

İthal ürünlerini dolarla satanlar bile satışları durdurmuş

Piyasada kimse yarın ne olacağını bilmiyor.

Fiyatlar gün gün değil, artık saat saat artıyor.

Bu durumda kimsenin satış yapması mümkün değil.

Zaten özellikle perakende mal satanlar sattıkları ürünü yerine koyamıyorlar çünkü üretici firmalar sürekli artan fiyatları göz önünde tutarak mal vermek istemiyor.

İktidar da kendi yarattığı bu durumu “Stokçulara göz açtırmayacağız” diyerek saklamaya çalışıyor.

Bugün size yeni öğrendiğim bir olayı anlatmak istiyorum.

Türkiye’nin en lüks ithal ürünlerinden birini satan firma…

Satışlarını günlük kur üzerinden yapıyor.

Böylelikle kur farkı yüzünden bir kuruş bile zarara uğramıyor.

Üstelik firmanın alıcısında da düşme yok, yani müşterileri sanki hiçbir şey olmamış gibi 50 bin 100 bin lira olan ürünleri pazarlıksız alıyor.

Ancak firma geçtiğimiz çarşamba gününden bu yana ürün satmıyor.

Müşterilerine, “Yeni ürün gelmedi, gelince biz sizi arayacağız” diyor.

Oysa ürünler depoda duruyor, hatta vitrinde de var, ama onlar için “Sunum için gerekli, bunları satamayız” diyorlar.

Peki neden?

Döviz kurundan hiç zararı olmayan bir firma neden ürünlerini depoya kaldırır?

Çünkü ekonominin yarın ne olacağını bilmiyorlar, kötü ekonomik gidiş nedeniyle sattıkları ürünlerin döviz fiyatlarının da artacağını tahmin ediyorlar, bu nedenle onlar da bir tür stokçuluğa yöneliyorlar.

https://twitter.com/can_atakli_