GELENEKSEL KONUKSEVERLİĞİMİZİN FATURASI!

GELENEKSEL KONUKSEVERLİĞİMİZİN FATURASI!

TBMM kürsüsünde Ümit Özdağ; Türkiye’de Suriyeli sayısının 5 milyon 300 bine ulaştığını, 900 bin mültecinin geldiğini, 3.8 milyon kayıtlı, 1.5 milyon kaçak Suriyeli olduğunu söyledi…

Geleneksel konukseverliğimiz(!) çerçevesinde;  Misafirlerimize bugüne kadar harcanan 37 milyar dolar ile neler yapılırmış şimdi ona bakalım? 29 Avrasya Tüneli, 8 bin 500 km hızlı tren yolu, 12 Marmaray hattı, 51 bin km duble yol, 8 Atatürk Barajı...

Harcananlara bakınca, insan keşke gelmeselerdi de biz ülkemizdeki 8 milyona varan işsizliği bitirseydik diye hayıflanıyor…

Sırada kabak tadı veren diğer önemli konular var…

Ülkemizde hepsi dolu 396 cezaevi varken, AKP iktidara geldiğinde 52 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı bugün 260 bine çıkmışken, 9 milyar lira para akıtarak 500 bin kişilik kapasite yaratacak 91 cezaevine daha ihtiyaç duyulmasının nedenleri üzerinde düşünelim. Sosyal medyada dolaşan “mapus sayısı garantisi verilecek mi?” esprisini de unutmadan!

Yine uyuşturucuyla mücadelenin topyekün ele alınması için atılan önemli adımlardan olan İBB’de komisyon kurulmasının oy çokluğuyla reddedilmesinin nedenlerini anlamaya çalışalım! Ya da biri bize tane tane anlatsın ki anlayalım…

Belediyelerin gelirine el koymak, belediye başkanlarının yetkilerini tırpanlamak için kapsamlı değişikliklere kalkışmak, tarımdan kopmak, az yapılmış gibi betonu desteklemeye devam etmek için imar işlerini Çevre Bakanlığına bağlamak işin ranta yönelik devamı açısından çok yerinde bir karar doğrusu! Biriken bunca dış borcu ödemek varken, piyasadaki yangını söndürmek dururken bu neyin nesi desek?

Uçakların inip kalkmadığı havaalanları yapılmasına hiç değinmeden, (Çaycuma havalimanı), yeni havalanında yaşanan sorunlara hiç girmeden, pek çok konuda alıştığımız üzre bu konular  ve saptamalar için; “Yok hükmündedir!” deyip kesip atmalarını beklemeden kulaklarımızı, gözlerimizi kapamak yerine bazı konuları kayda değer bulsak?

Yetinmeyip karar mekanizmalarının başında oturanların, danışman ordusunun ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin dikkatine sunarak tatmin edici açıklamalar beklesek? Ülkemizin ağırlığı, itibarı, güvenilirliği, saygınlığı açısından bu çağrıya kulak vermelerini istesek?

Ucu bucağı görünmeyen belirsizlik arttıkça, olumsuz koşullar insanlara çıkış yolları arattıkça, anılarla- hüzünler birbirine karıştıkça, linç ve dayak günlük yaşamın bir parçası sayıldıkça, olaylara ve olgulara bir de bu çerçeveden bakmak gerekmez mi diye sorsak?

Bunca sorun yaşanırken, ateşe körükle gidenlerin sayısı çoğalırken, en ufak bir olayda galeyana gelenlerin sayısı artarken, veciz konuşmalarla ortamı yatıştırmak varken neden dilin büyülü özelliğinden yararlanılmadığını sorabilsek?

Bugüne kadar planlı projeli, hesaplı kitaplı yeterince sorun yaşandı ve yaşatıldı, muhteşem görgüsüzlükler ortalığa yansıdı durdu, sanattan, edebiyattan, kültürden söz etmek hep hafife alındı desek?

Dil büyülüdür.  Açamayacağı kapı, kıramayacağı kalp yoktur. Ağızdan çıkan bazen sert bir tokat gibi, bazen uzatılan bir gül olur ve kısa sürede de karşılığını bulur. Büyülü dili kullanarak gül uzatmak varken tokat gibi sözler niye deyip eklesek!

Yazıya noktayı da Hüseyin Cahit Yalçın’ın; “Siyasi Anılar” adlı kitabında geçen;  “2 yıl Çorum’da kaldım. Tek bir kahkaha sesi duymadım” cümlesiyle koysak!

Kısaca usta gazetecinin bu savı bugünkü Çorum için geçerli midir? Bilmiyorum.  Ama bu koşullarda ve böyle giderse  ülkemizin pek çok yeri için geçerli olacağı kesin...