12 Eylül döneminde sıfatı belliydi:
- Sayın muhbir vatandaş!..
Çok can yaktılar, çoook... Resmi rakamlarla 685 bin (ki aslı çok daha fazladır) kişinin işkencelerden geçmesinde, sürülmesinde, hapishanelerde çürümesinde, ailelerin parçalanmasında, minnacık çocukların öksüz, yetim büyümesinde azımsanmayacak ölçüde payı oldu...
Öylesine kara bir dönem, öylesine haysiyetin unutulduğu bir süreçti ki komşusuna kızan, karşısındakine garezi olan, akrabasının mirasında, toprağında, kızında, karısında gözü olan alçak, soluğu en yakın "ihbar" merkezinde alıyor, hiç utanmadan, vicdanı sızlamadan muhbirliğe soyunuyordu...
Olan olduktan, ölen öldükten, hiçbir suçu olmayan yurttaşlar sonu gelmez mahpusluklara mahkum edildikten sonra o kara dönem geçer gibi oldu... Muhbir sıfatını bir sıradan ceket gibi üzerine geçiren soysuzlardan bir kısmı deşifre oldu tabii (ki, içlerinde en saygın makamlarda oturanlar, gazeteciler, siyasetçiler, Prof. sıfatlı bilimadamları, sanatçı, yazar geçinen alçaklar bile vardı...) Tümü lanetlendi, dışlandı...
- Suratlarına tükürüldü, geçti, gitti...
Muhbir vatandaşın dönüşü
AKP'nin ve tabii liderinin "kalfalık" dönemine denk gelen tarihte "sayın muhbir vatandaş" bir kez daha hortlatıldı... Ancak bu kez, sıfatı değişmişti.. Üstelik "dibine kadar" yasal hale de getirilmişti, bir torba yasanın içine tıkılarak:
- Gizli tanık!..
Bu kez önceden planlanmış, organize edilmiş, okyanus ötesinden ince ayar verilmiş, "özel hukuk" yoluyla çerçevesi çizilmiş, kolluk güçleri eliyle icrası gerçekleştirilmiş bir "büyük komplo"nun başlıca "kahramanlarından" biri olarak dönmüşlerdi sahneye...
- Dönüşleri gerçekten "muhteşem" oldu!..
Daha çoook marifeti sergilenecek bu dönemin, kalemini kırmamış, haysiyetinden en ufak ödün vermemiş gazetecilerinden, sevgili kardeşim İlhan Taşcı, 12 Eylül'deki "sayın muhbir vatandaşa" rahmet okutan bu muhteremlere, pek yakışan sıfatı, son kitabına "kapak" yaptı:
- Gizli tanıdık!..
Taşcı'nın kitabında, çoğunu bildiğim, bizzat mahkeme salonlarında tanık olduğum "gizli tanıdık" hikayelerini okurken, nasıl bir "kurgu döneminden" geçtiğimizi, geçirildiğimizi bir kez daha duyumsadım... Hem de ne kurgu:
- Aklın isyan ettiği, yüreklerin kanadığı...
Bu kitabı okuyun ki...
Bakın, çoğunuzun bildiğini sandığım bir "gizli tanıdık" marifetini paylaşalım:
- Gizli tanık Efe, Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in, Erzincan'da Başsavcı İlhan Cihaner ve rütbeli subaylarla bir araya gelip darbe planları yaptığını iddia ediyordu. Çapraz sorgu sırasında Dursun Çiçek, "peki resmi kıyafetimin rengi neydi?" diye sordu. Gizli tanık Efe yanıtladı: "Yanılmıyorsam yeşil renkli..." Çiçek, mahkeme başkanına döndü: "Sayın başkanım ben denizciyim!" Efe telaşla atıldı, "Pardon özür diliyorum, diğerleri yeşildi, sizde beyaz vardı, düzeltiyorum." Bu sefer kesin tutturdum diye rahatlarken Çiçek'in hamlesi geldi: "Biz denizciler ocak ayında beyaz değil, siyah giyeriz!.." Aslında bir savcı olan gizli tanık Efe'nin yanıtı çok çarpıcıydı: "Ben bilemem, ben de sık sık kıyafet değiştiriyorum!..."
Bu yalnızca bir örnek.. Gizli tanık kılıklı savcı, polis, katil mi ararsınız, başsavcının odasında kadeh tokuşturan "gizli tanıdık" mı ararsınız, hem sanık hem tanık hem de gizli tanık olarak hukuk tarihine geçen, ablasını öldürmekten, öz yeğenini pazarlamaktan sanık hükümlüler mi ararsınız, ödül parası polis hesabına yatırılan gizli tanık mı sorarsınız, hepsi ama hepsi, 32 kısım tekmili birden kitapta mevcut!..
Bu kitabı okuyun, okuyun ki; iktidarı perçinlemek uğruna, kocca bir ordu nasıl çökertilirmiş, muhalif yurtseverler, bir zeka fakirinin bile bi yerleriyle güleceği "gizli tanıdık yalanlarıyla" nasıl müebbete yollanırmış görün!.. Bu yazının başında 12 Eylül için "haysiyetin unutulduğu dönem" demiştim...
- Burada zerresi yoktu ki unutulsun...