Yalçın Küçük AKP projesini anlattı: “Sara dosyasını açarım ve tümör ameliyatının dosyası elimdedir…”
Prof. Dr. Yalçın Küçük, AKP’nin bir “İsrail-ABD projesi” olduğu iddialarını Odatv’ye yorumladı.
Merkez Partisi genel Başkanı Abdurrahim Karslı +1 TV’de AKP’nin bir “proje partisi” olduğunu söylemiş ve 1990’lı yıllarda ABD ve İsrail temsilcilerinin Erdoğan’la görüşmeler gerçekleştirdiğini söylemişti.
Karslı, bu görüşmeye Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ve Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın da bu görüşmeye şahitlik ettiğini söylemişti. Her iki isim de bu görüşmeyi doğruladı. Abdurrahman Dilipak ayrıca, bu konuyu daha önce de birçok kez yazdığını kabul etti.
AKP’nin bir “proje partisi” olduğu iddialarını Prof. Dr. Yalçın Küçük’e sorduk.
Yalçın Küçük, AKP’nin kendiliğinden kurulmadığını ve “proje partisi” olduğunu birçok kez tekrar ettiğini hatırlattı.
İşte Odatv’nin sorularına Yalçın Küçük’ün verdiği cevaplar:
Soru: Yeni Akit gazetesi Abdurrahman Dilipak’ın, “AKP bir proje partisi” ve Amerikan ve İsrail destekleri ile “kurulduğu” yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yalçın Küçük (YK): Evet, Odatv’nin yayınladığı haberi Deniz Hakan göndermişti, gördüm. Ben, “Akepe”nin kendiliğinden kurulmadığını, “kurucusu” olmadığını ve “kurulmuş” bir parti olduğunu, iktidara gelmediğini, “getirildiğini” hep söylüyorum. Şimdi tekrarlıyorum, bu başlık bana yakın.
AKP KENDİ TARİHİNDEN UTANIYOR
Soru: “Yakın” dediğinize göre bu açıklamalara katılıyorsunuz?
YK: Hayır hayır, “Akepe” kendi tarihinden utanıyor, olabilir ve yeniden yazmak istiyor. Elbette yazarken çok idealist, madde olana karşı. Bazı gerçeklere temas ediliyor, ancak anlatımda ayaklar yukarıda başlar aşağıdadır, bunu görüyorum. Hayır, Fethullah Gülen, bu yeni tarih yazımında bazen bir şamar oğlanı ve bazen bir günah keçisi durumundadır. Demek ihtiyaçları var. Düşman yaratıyorlar. Medine Tarihi’nden beri İslamiler sadece düşman yaratmayı biliyorlar. Böylece ayakta kalabildiklerini düşünüyorlar.
ERDOĞAN’IN BEYNİNDE TÜMÖR MÜ VARDI?
Soru: Bu konuyu biraz açar mısınız?
YK: Tabii, yalnız önce bir noktave hattabir soruya izin verirmisiniz, bununla başlamak istiyorum. Yararlıdır.
20 Ağustos tarihli gazeteleri “tarih” alıyorum, aslında olaylar, 19 Aralık tarihindedir. Bu tarihte, akşam geç vakitte, Erdoğan’ın isteğine parelel olan bir mahkeme, Gülen’i “terörist” ilan etti. Pek güzel, aynıgün ve geç saatlerde, Uğur Dündar, Londra’daTurhan Çömez ile yaptığı mülakatı, Halk TV’de anlatıyordu. Anlatımını, bir gün sonra, 20 Aralık’ta, çok sınırlı olarak ve belki de anlaşılmaz bir biçimde, Sözcü gazetesinde gördüm. Doktor Çömez, “bir zaman” Londra’da Erdoğan’ı ilaçla tedavi ettiğini ve ayrıca ameliyatına girdiğini söylemiş bulunuyordu. Ne zaman, televizyonu izlemediğim için bilemiyoruz, ayrıca televizyonda da tarih vermemiş olabilir. Burası benim için meçhuldür. Peki ve hoş, uzatmak istemiyorum, ben buradaki ilaç tedavisinin “sara” ve ameliyatı da “beyinde tümör” üzerine bir müdahale olarak anlıyorum.
“TÜMÖR AMELİYATININ DOSYASI ELİMDEDİR”
Soru: Bu sonuca nereden vardınız?
YK: Lütfen, soru sorma sırası benimdir. Böyle durumlarda Stalin’in bir küçük geçişi var. Çok tekrarlıyordu, ben de pek tekrarlıyorum; materyalizmin temel elemanlarından birisidir, “bu bir rastlantı mı yoldaşlar, hayır yoldaşlar, bu bir rastlantı değil” diyordu, materyalistler rastlantıya inanmazlar. Ben de inanmıyorum. Ve şöyle anlıyorum, Erdoğan, sertbir hücum yaptı, “terörist” dedi, “seni istiyorum” bunu ekledi. Gülen’in cevabı Londra’dan çıktı, “sara dosyasını açarım ve tümör ameliyatının dosyası elimdedir…” bunları söylemektedir.
Her zaman söylediğimi tekrarlıyorum…
Bir; hiç kimsenin yapmadıklarını yapıyorum ve iki; yapılmamış iş bırakmak istemiyorum. Kendimi ya da bizi, “biz Ricardo ve Marx’ın öğrencileriyiz” şeklinde özetliyorum. Biz “deviation” ya da sapma’lara bakarız ve üzerinden gideriz. Uğur Dündar, neredeyse aynı saate yetiştirdiler, kutluyorum, ancak daha yapacakları var. İşaret etmek üzereyim. İki, peki ne oldu.
4 FAREYİ KAPANA KOYABİLDİLER
Kemal Tahir’i bilmezsiniz, böyle hallerde, “dikkat isterim” diyordu. Dikkat gereklidir, görüyoruz, “dağ fare doğurdu” diyebiliyoruz. Oh oh, yargıçlar değişti, yasalar değişti, İstanbul Emniyet Müdürü çoktan değişmişti. Erdoğan hainlerin inine iniyordu ve indi. 32 fare topladılar ve sadece dört fareyi kapana koyabildiler. Çok zayıf ve diktatör diyorlar ve hiç yakıştıramıyorum.
Değer mi, üstelik Tayyip Bey, bağırmadılar, çağırmadılar, “işte adalet” demekle yetindiler. Her halde korktular.. Zaman zaman çok korkarlar. Biliyoruz, kitaplarımda yazılıdırlar...
“Abdurrahman Tarihi” meselesine gelebilir miyim, yalnız sizi pek merakta bırakmak istemiyorum.
A; Doktor Çömez ile konuşmam var.
B; Gülen ya da “Zaman” bu ifşaatı daha önce yaptılar. Bilmeyenleri kınamıyorum, artık bilmemek çağındayız.
Bu nedenle 2007 yılında, Erdoğan’ın adaylığını “Yalçın Küçük önledi” diyenleri biliyorum ve ben, her zaman, önleyenler arasına Gülen’i de ekliyorum. Adil olmak durumundayız.
MÜSLÜMANLIK ADINA ÇOK ÜZÜLDÜM
Soru: Dilipak Tarihi diyordunuz?
YK: Evet, bu yeni moda ve zorlama Dilipak Tarihi’ne göre işin aslı şudur; şöyle diyor: “İşinaslı, her zaman yazdığım gibi, paralel yapının AK Parti’yi desteklemesi ve AK Parti’ye dayatılan BOP projesi ile ilgili. AK Parti’yi projenin siyasi ayağını oluşturması için destekleyeceklerdi.. Bunu da maksadı İsrail’in varlık ve güvenliği açısından sorun teşkil etmeyen, Batı değerler sistemi ve siyasası için risk oluşturmayan, alameti farikaları yok edilmiş bir din icat etmek ve ABD’nin NATO’nun askeri ve stratejik hedefleri ile uyumlu bir siyaset algısı üretmekti. ”Budur ve doğrusu çok üzüldüm, Müslümanlık adına çok üzüldüm. bir Müslüman bunu nasıl yazabilir, çok yazık. İslam bir yana Müslüman’a yanıyorum. Daha doğrusu “inanamıyorum” ve demek inananları kırmak için yola çıkmışlar.
NECMETTİN ERBAKAN’I TANIRLAR MI?
Peki bu Dilipak Efendi, Necmettin Erbakan adında birisini tanırlar mı, ben tanıtmak istiyorum.
1- İsrail’e çok karşıdır. Bu arada Hayim Nahum’u hiç affetmez, hedef bilirdi.
2- Avrupa Birliği’ne “Hıristiyan kulübü” diyordu, yüzünü çevirmezdi.
3- Yoksulları dilinden düşürmezdi ve sanayileşme peşindeydi.
4- Devam etmiyorum, Gül, Erdoğan, Arınç, sadece bu kadarı yeterlidir, Erbakan’dan çıktılar ve işte buraya girdiler.
İSRAİL GAZETELERİ ERDOĞAN’A “İKİNCİ ATATÜRK” DİYORDU
Bunlar, Erbakan’ın Refah Partisi’ni yıktılar ve 2003 yılında olabilir, İsrail’de gazeteler, Erdoğan’a “İkinci Atatürk” dediler ve devam ediyorum, Gülen hiç bir yerde, Erbakan’a yakın olmamıştır. Ve devam ediyorum, bunlar Erbakan’dan koptukları zaman, Amerika’daki en güçlü Yahudi Kuruluşu olan ADL, Karalama Karşıtı Birlik, “oh kurtulduk” dediler. Bir gecekondu partisi oldular, kimseleri yoktu ve Gülen Cemaati poliste, yargıda, üniversitelerde örgütlenmişlerdi. Mecburdular ve birlik oldular.
Oturdukları yere, İsrail’e hiç uzak olmadılar. Bir; Yalçın Küçük’ün, yeni baskısı çok yakında okuyucuya ulaşacak olan “Fitne” kitabına bakabilirler ve çok yakındırlar. İki; Dilipak yazıyor, yazıyor ama bunları yazabilmek için pek çok insanı yok etmek zorunludur; Silivri’de, yok edemediler. Bunları yazacaklarsa pek çok belge ile benim kitabımı yakmak zorundadırlar.
Ayrıca, Nasuhi Güngör’ün ilk baskısı 2001 tarihinde yapılan, “Yenilikçi Hareket” durdukça, yakılmadıkça, okuyanlar var oldukça, Abdurrahman Efendi’nin yazdıklarının bir sayfasına dahi inanmak imkansız görünüyor ve buradan aktarmalar yapmak zorunluluğunu duyuyorum:
ABRAMOWITZ: "KRAVATLI ERDOĞAN'I ERBAKAN'A TERCİH EDERİM"
“Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan’ı, Erbakan’a tercih ederim”. Bu sözler Abramowitz’e aittir ve Nasuhi Güngör, eski Ankara Büyükelçisi ve Carnegie Endowment Başkanı Abromowitz’i, sık sık MOSSAD ajanı olmakla suçlanan, “ırk bilinci yüksek bir Amerikan Yahudisi” olarak tanıtmaktadır. Güzel, bu kitaba göre, Erdoğan’ı “seçen” işte bu adamdır.[1] Ve, Abromowitz’i, Erdoğan’ın seçilişi bölümünde yazmaktadır, bir daha öğreniyoruz.
Ya Nasuhi’yi ya da kitabını, olmazsa ikisini birden yakmaya mecburdur; Güngör kitabında, Gülen’e önemli bir yer ayırmamaktadır. Çalışması 2001 tarihinde bitmektedir. Kuruluşta bir yeri ve önemi olmadığını biliyoruz. Yalnız Gülen’in Erbakan’ı desteklemediğini ve uzak durduğunu, Nasuhi Güngör de yazmaktadır. Bir daha okuyoruz.
Gülen’e, bütün kitapta sadece altı atıf var, pek çoğu, pek arızidirler. Kuruluşta bir rolü olmadığını tespit edebiliyoruz. Çünkü, İsrail’e bakışlarında Erbakan’dan çok ayrı ve Erdoğan’a ise çok yakındılar.
Nasuhi Güngör’ün kitabına önem veriyorum, İslami politika içinde olan ve analiz yapabilen birisi olarak tanıyorum. Bana ilk geldiğinde, -sonraları çok gelmiştir- Nakşibendi olduğunu söylemişti. Yürekli bulmuştum. Ve bende de “mistik” bir hal sezdiğini eklemişti; “Akepe” ve Erdoğan’dan uzaktı. Belki bana daha yakındı, bilmiyorum. Şimdi önemli bir yöneticisidir; o halde “Akepe” daha çok devşirmelerle işleyen bir örgüte benzemektedir. Peki, buradan devam ediyorum;
GÜLEN ERDOĞAN’IN GÜNAH KEÇİSİDİR
Güngör, Erdoğan ile Gülen “birbirine hayli mesafeli olan iki farklı ekol” oluşturuyorlar diyordu ve yazdıklarına göre aradaki bağı Fehmi Koru kuruyordu.
Koru da,“ikisi arasında kaynak farkı olduğunu” tespit etmektedir. Güzel… Şimdi Erdoğan’dan çok uzak ve Gülen’e çok yakın bir yerdedir. Öyleyse, Abdurrahman Efendi’nin Gülen’e ve cemaatine atfettiği güç ve rol hiç mümkün değildir. Erdoğan’ın bu kadar uzak birisine, Gülen’e, böylesine önemli sorumluluklar vermesini düşünemeyiz. Kullanmıştır ve şimdi bırakmaktadır; kendi günahlarını yükleyebilmek için uygun bir isim saymaktadır. O halde, Gülen, Erdoğan’ın bir günahkeçisidir, diyoruz. Buraya gelmiş durumdayız.
GÜL’E BİR SARAY VERİP ÜSTÜNÜ ÇİZDİLER
Soru: Bunu nereye bağlayacaksınız?
YK: Geliyorum ve bitiriyorum.
Tarihçi Dilipak, “Gül tezkereyi geçirmeyince” demektedir. Bu durumda, Gül de artık günah keçisidir. Gül’e de bir saray vermişler ve artık üstünü çizmişler. Görüyoruz.
Güzel, anlaşılması zor bir cümle izliyor, bırakıyorum. Yalnız burada “risk alması açısından Erdoğan’ın siyaset yasağını kaldırdılar” ibaresi ile devam ediyor, “kimler kaldırdılar”; cevapsız ve bunu elde tutuyorum.
BAYKAL’IN CUMHURBAŞKANLIĞI HAYALİNİ BENDEN BAŞKA YAZAN DA VARMIŞ
İki; hemen arkasından “yine de Erdoğan’a güvenmedikleri için Baykal’ı Cumhurbaşkanı yapacaklardı, akıllarına göre” cümleciğine geliyoruz. Ve buna çok şaşırmış durumdayım. En müthiş tarih sayfasının üstündeyiz. Dilipak, henüz pek doğru cümle kuramıyor, ama büyük tarih açılımları yapabiliyor, pek kutluyorum.
Baykal’ın 2007 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı hayaline sahip olduğunu, benden başka düşünen ve yazanın bulunduğunu bilmiyordum. Bu müthiş sır, benim malumatıma göre, benden gayrı ilk defa kağıt üzerine düşmüş olmaktadır. Demek, oynadıkları oyunu biliyorlar, şimdi ise ya sızdırıyorlar ya sızdırıyorlar. Müthiş… ve demek, Erdoğan tarafınca da, uzunca süre Baykal’ın “seni cumhurbaşkanı yapacağız” vaadi ile oynatıldığı bilinmektedir. Artık kuşku duyamayız. Müthiş, müthiş, kendimi Medine’de hissediyorum.
Bir özet yapabilir miyim; 2007 yılında döndüğümüzde, ben Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olamayacağına inanıyordum.
Bir; dört yıllık yüksek okula gitmemiş ve iki; “grand mal” düzeyinde sarası olma ihtimali pek yüksektir. İleri sürüyordum. Aydın Doğan, “Akepe”den çok memnun, ancak Erdoğan’ı fevri bulduğu için cumhurbaşkanı olmasını istiyordu ve sapasağlam olduğunu ileri sürüyordu. Diploma meselesine “kolaydır”, diyordu, çaresi vardır.
Baykal ise, güzel Çankaya hayalleri içinde, “göreceksiniz, aday olmayacak” sözünü tekrar ediyordu ve ben, o sırada Baykal’ın tutsak düştüğünü bilmiyordum. Kusurumdur, kabul ediyorum. “Caligula” kitabını yazdım, “ben birkitap yazacağım, Cumhurbaşkanı olamaz” diyordum. Erdoğan çok sıkışmıştı ve vazgeçmek üzereydi. Pek heyecanlı bir yerdeyiz ama ara vermiyorum; özeti yaptım, devam ediyoruz.
SEDAT ERGİN “SARA” HABERİNİ YAYINLAMADI
İşte bu sırada, Nisan 2007 tarihinde, Gülen’e yakın Zaman Gazetesi’nin bir temsilcisi, Erdoğan’ın beyninde tümör olduğunu ve saraya dönebildiğini açıkladı. Milliyet’in Washington temsilcisi Yasemin Çongar, bunu haber bilmiş ve hemen gazetesine göndermişti. Çok sonradan yaptığı açıklamadan öğreniyoruz. Yalnız, yönetici Sedat Ergin’in bunu yayınlamayacağını hiç tahmin edemedik. Tayyip Bey’i çok seviyordu, müthiş bir haldir. Aydın Doğan’ın yansımasıdır. Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yakıştırıyordu, gazetecilik kaygısının olmadığını anlıyoruz.
Şimdi “Epilepsi ile Orgazm” kitabımın 233’üncü sayfasında, Güler Kömürcü’nün “Bir Başka Korkunç Senaryo Daha” başlıklı yazsısı yer alıyor.[2] Güler, Akşam’da fıkra yazarıydı, bu köşeden sonra Silivri’de sanık oldu ve işsiz kaldı.
Burada ne mi var… 19 Haziran 2007 tarihlidir ve Zaman gazetesinin Ankara Büro Şefi Kerim Balcı, Washington’da açıklamasını yapmaktadır ve “bu tümör hızla büyümekle birlikte, epilepsi sendromuna da neden olabiliyor” demektedir.
Güzel, bu kitapta ve Caligula’da sara sendromunu görmek mümkündür. Günlük yaşamda da karşılaşıyoruz, uzatmıyorum.
Bir küçük not ekliyorum; Doktor Çömez’in son açıklamaları, Sözcü’dekine bakarsak, daha ürkekçe, ancak sadece tekrardır. Öyleyse Gülen 2007 yılında, Erdoğan’a büyük bir darbe indiriyordu ve tercihinin Gül olduğunu biliyoruz. Bu arada işte bu heyecanlı dönemde, Doktor Çömez’in bana, çalışma daireme geldiğini ve bilimsel konuştuğumuzu tekrarlıyorum.
ERDOĞAN BAYKAL’IN KASETLERİNİ 2003 BAŞINDA ONA İZLETTİRDİ
O zaman bilmediğim şudur; 2002 yılı sonu veya 2003 başında, Deniz Baykal’la, Çengelköy’de, balıkçıda yemek yerken, Erdoğan’ın Baykal’a malum kasetleri göstermiş olabileceğidir; ve ne yazık Baykal derhal istifa etmek yerine, tutsaklığı tercih etmiştir. Ayrıca pek yazık, partisini de kendisiyle birlikte tutsaklığa sürüklemiş oluyordu. Umursamadığını görüyoruz. Bir hedonist yanı hep var.
Bir kez, yine, Odatv’de yazmıştım ve yakında çıkacak olan “Çıkış” kitabımda net bir biçimde bulmak imkan dahilindedir. Ve bu tutsaklık mukavelesi çerçevesinde Baykal, Anayasa’yı ve yasaları hızla değiştirerek, Erdoğan için yeni ve kanunsuz bir seçim düzenlemiş ve başbakan yapmıştır. Bu dururmda, karşılığında cumhurbaşkanlığı vaadini bulmuştur; vaat ama gene de cumhurbaşkanlığıdır. Avutucu olduğunu kabul ediyorum. Baykal’ın ve tabii “Cehepe”nin 2009 tarihine kadar sadık tutsak yaşamını sürdürdüğünü hep hatırlıyoruz. Arkadaşım Deniz, 2009 Haziran ayında sabırsızlık belirtileri gösterince kasetler televizyonlara yüklenmiştir. Baykal sonunda ayrılıyordu, ancak ayrılırken bu işi Gülen’in yapmadığından emin olduğunu açıklamayı da ihmal etmiyordu; o zamanlar anlamamıştım, artık anlıyorum. Baykal, kaseti birisinin elinde görmüştü, eski bir tarihte ve etrafta Gülen görünmüyordu. Gülen açıklaması isabetlidir.
Peki…
A; Siyaset yasağını kaldıran Baykal’dır.
B; Baykal’a cumhurbaşkanlığını vaat eden, “Akepe”dir.
C; Abdurrahman Efendi, bir tarih tahrifatçısıdır.
D; Peki öyle mi, tartışılması gerekmektedir. Ben öyle olduğunu yazıyorum.
Odatv: Açıklamalarınız için teşekkürler. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
YK: Ben de sevgilerimi söylüyorum. Yalnız bizim kuşak, dile ve sözcüklere çok meraklıyız. Tarihçi Dilipak, Baykal’ın “yerine geçici olarak Kılıçdaroğlu getirildi” diyor ki, sizin kuşağa şaşırıyorum, “hoppala” demiyor musunuz? Ben diyorum.
KILIÇDAROĞLU GİDİYOR YERİNE MURAT GELİYOR
Soru: Neden bu tepkiyi verdiniz?
YK: Bir; galiba adı Oğuz Kaan Salıcı, CHP İstanbul İl Başkanı, aniden istifa etti. Yakında seçimler varmış, bunun için ayrılıyormuş, hazırlanacakmış… Öyle diyor. Ben ise, “siz bunu ahmaklara söyleyin” diyorum ve ayrıca, Demirel’in sık sık tekrarladığı bir söz var, “doğmamış çocuğa don biçilmez…” Bunu hatırlıyorum. Daha seçimlere çok var “otur yerinde” demek zorundayım. Kovmuşlar, bize başka türlü anlatıyor. Çocuk değiliz.
İki; yerine gelen de “milletvekilliğim gitti, feda olsun, bana görev verdiler, yaşasın partim” hitabesinde bulunuyor ki ben buna da şaşırdım. Murat Karayalçın, hem il başkanı olur ve hem de bir yerden aday olabilir. Bir engel görmüyorum. Demek milletvekilliğine değil, başka bir yere gelme vaadi almış haldedir. Benim gördüğüm, önümüzdeki seçim biter bitmez Kılıçdaroğlu gidiyor ve yerine Murat geliyor; faali dillerine göre işte budur.
Peki İstanbul’da ne var; şimdi kendisini oligarşiye ve tabii Aydın Doğan ile Zafer Mutlu’ya beğendirme işi var. Doğru, hatırlıyoruz, Kılıçdaroğlu’nun da uzun bir görücüye çıkma dönemi olmuştu, artıkbir rutin iştir. Hemen anlıyorum.
Çalışacaklar, Murat arkadaşımdır ve Zafer de bir zamanlar daha yakınımdaydı. Yardıma hazır haldeyim. Zafer’e söylerim. Elimden geleni geri koymam, beni bilirler. Aydın Doğan’a ise yapacaklarımı hiç esirgemem, “bir gün mutlaka” diyorum ve unutmamalarını diliyorum.
Bitti, ancak hem Rahmi Turan’a ve hem de Şaban Bey ve Hakan dostlarıma bir mesajım var. Uğur Dündar dostumuz güzel başladı. Ama henüz sadece başladı. Önemlidir. Haberin hem gazetede ve hem de televizyonda sürdürülmesi gerekmektedir. Öksüz bırakılmış görüyorum. Korkmamayı öneriyorum. Nihayet bitiriyorum.
Dipnotlar:
[1] Nasuhi Güngör, Yenilikçi Hareket, Ankara, 2001-2005, s.85
[2] Yalçın Küçük, Epilepsi ile Orgazm,Ankara, 2008, s. 233